Şeriati’nin gözünde İbrahimi üç büyük din aynı kaynaktan geliyordu. O insanları, din ve mezhep farklılıklarını aşmaya ve aralarındaki ortak paydaları bulmaya çağırıyordu. İran’da halkı ve dini sömürenlere karşı “sizi rahatsız etmeye geldim” diyerek mücadele eden Şeriati bu uğurda hapis yattı, sürgün edildi ve en sonunda katledildi.
1933 yılında İran’ın kuzeydoğusundaki Horasan eyaletinde, Sebzivar’da doğan Şeriati, Mevlana ve Pakistanlı İslam alimi, şair, filozof ve politikacı Muhammed İkbal’den etkilendi. Marksizmin sınıf mücadelesi teorisini, Şia’nın “mustazaf” (ezilen) ve “müstekbir (zalim, ezen)” ayrımı ve bunu temsil eden “Kerbela paradigması”yla birleştirmişti.
Ali Şeriati’nin doğduğu dönemde İran’da fevkalade ideolojik yarılmalar yaşanıyordu. 1941 yılında sosyalist/komünist Tudeh partisi kurulmuştu. İranlı alim ve tarihçi Seyyid Ahmet-i Kesrevi, Şii İslam’ın geçerliliğini sorgulayan ve ruhbanın rolünü reddeden bir kitap yazmış ve bu kitap 1946 yılında öldürülmesine neden olmuştu.
Ali Şeriati’nin ilerici milliyetçi bir öğretmen olan babası Muhammed Taki, 1947 yılında “İslami Hakikati Yayma Merkezi”nin kuruluşunda rol almıştı. Topluluk, köktenci bir izlenim bırakmakla beraber aslında reformcuydu, İslam’ın uysal bir ritüelizmin ve ruhbancılığın açmazına saplandığına işaret ediyordu. Toplumsal eşitsizliklere ve emperyalizme karşı İslam’ın neler yapabileceği üzerine kafa yoran bir tefsir merkeziydi. Şeriati’nin babası, ilericiler arasında popülaritesi artan Tudeh’e ve Marksist düşüncelerine doğaldır ki kayıtsız kalmadı.
- Sponsorlarımız -
Hapislerle kesilen akademik hayat
İşte böyle bir ortamda yetişen Şeriati, 1956’da Meşhed Edebiyat Fakültesi’ne girdi. Bir yıl sonra Ulusal Direniş Hareketi üyesi 16 arkadaşı ile birlikte tutuklandı. Salıverildikten sonra 1958’de Edebiyat Fakültesi’ni birincilikle bitirdi. 1959’da burslu olarak Fransa’ya gitti. 1960’da Cezayir Bağımsızlık Savaşına katıldı ve Paris’te tutuklandı. Altı ay içeride kaldı. Sorbonne’da toplumbilim ve dinler tarihi konularında doktorasını tamamladıktan sonra 1964’te İran’a döndü, Fransa‘daki siyasi aktiviteleri yüzünden bu sefer de İran’da tutuklandı; böylelikle Kızıl Kale Zindanı günleri başladı. Serbest bırakılmasının ardından Kültür Dairesi’nde yeniden göreve başladı. 1966’da Meşhed Üniversitesi Tarih Bölümü’ne öğretim görevlisi olarak girdi. Dersleri kısa sürede farklı toplumun farklı kesimlerinden yoğun ilgi görmeye başladı. Şah yönetimi Üniversiteye baskı yaparak burada ders vermesini engelledi. Şeraiti bunun üzerine 1967’de Tahran‘a giderek Hüseyniye-i İrşad Enstitüsü’nde ders vermeye başladı.
Burada da yoğun ilgi gören dersleri, yine toplumun her kesiminden öğrenciyi çekiyordu. Bu ilgi Şah yönetiminin Şeriati ile bazı öğrencilerinin tutuklanması emrini vermesine neden oldu. 1973’te Hüseyniye-i İrşad kapatıldı. Şeriati’nin yazıları ve kitapları yasaklandı. On sekiz ay boyunca hücrede kaldı.
Gerek yurt içinden gerekse yurt dışından gelen tepkiler üzerine 1975’te şartlı tahliye ile salıverildi: kesinlikle herhangi bir eğitim aktivitesinde yer almayacak, hiçbir şey yayımlamayacak ve özel veya genel hiçbir toplantı yapmayacaktı. Şah döneminin gizli servisi SAVAK’ın yakın takibinde olan ve ev hapsinde tutulan Şeriati bu şartlara karşı çıkıp ülkesini terk ederek İngiltere’ye gitmeye karar verdi. Üç hafta sonra, yani 19 Haziran 1977’de öldürüldü. Ölümü konusunda çeşitli spekülasyonlar yapıldı; çoğu onun SAVAK ajanları tarafından öldürüldüğüne inanıyordu. Ancak, ruhban sınıfına karşı olması nedeniyle fanatik bir Humeyni taraftarı tarafından öldürülmüş olabileceğini söyleyenler de yok değildi. İran’da “şehit doktor” olarak anılan Şeriati’nin mezarı Suriye’nin başkenti Şam’da bulunan ve Hz. Zeynep’in türbesinin hemen arkasına düşen bir sokakta. (Hz. Ali’nin kızı Hz. Zeynep türbesinin olduğu Zeynebiye semti, normal zamanlarda Şam’da İranlıların en çok ziyaret edip dua ettikleri yerdir.)
Şeriati, 1959’da doktora için gittiği Paris’te birbirinden farklı ekol ve hizipten birçok filozof, devrimci ve akademisyeniyle tanışmıştı. O ve eşi Puran, Paris’e geldiklerinde şehir, düşünce ve edebiyat dünyasından Albert Camus, Simone de Beauvoir, Jean-Paul Sartre, Maurice Merleau-Ponty gibi büyük düşünürlerle doluydu.
Örneğin, 1962’de Jean Paul-Sartre’ın, Franz Fanon’un “Dünyanın Lanetlileri” eseri üzerine verdiği bir konferansa katıldı; her iki tarihsel kişilik de Şeriati’nin kurtuluş teolojisinin biçimlenmesi üzerinde etkili oldu. Sartre’ın ise “Dinim yok ama bir din seçseydim Şeriati’ninki gibi olurdu” dediği söylenir.
- Sponsorlarımız-
Şeriati Paris’te kaldığı süre içerisinde dinler tarihi ve sosyoloji öğrenimi görürken Paris’in entelektüel çevreleriyle kurduğu yakınlığın da etkisiyle Marksist bir formasyondan geçmiştir. Şeriati’nin yaşadığı dönem, özellikle de doktorasını yaptığı 1960’lar dünyada Sosyalist rüzgârların güçlü estiği yıllardır. Dolayısıyla, Şeriati ve düşüncelerini de bu dönemi göz önüne alarak değerlendirmekte fayda var.
Bu arada, hatırlatmak gerekir ki Şeriati, henüz öğretmen okulundayken yani 1950’li yılların başında Muhammed Nahşeb öncülüğünde örgütlenmiş Hodâperestân-ı Sosyalist (Allahperest sosyalistler) adlı fikir kulübüne katılmıştı.
Ali Şeriati gerçekten de sosyalizmden öylesine etkilenmiştir ki tarihî Şii veya İslâmi kavramları bu ideoloji ile harmanlamıştır. Proleterya gibi kavramların yerine mustazaf (ezilen) ibaresini koymuştur. Şeriati, hayatını da sosyalizmle Şiiliği kaynaştırmaya adamıştır. Onun ütopyası bu olmuştur. Yani dindar sosyalistlerden birisi olmuştur.
- Advertisement -
“Selman-ı Pak ve Hallac-ı Mansur’u anlamak”
Şeriati aynı zamanda, Katolik Kilisesi nezdinde İslam’ın daha iyi anlaşılmasını sağlayan; Selman-ı Pak ve Hallac-ı Mansur üzerine çalışmalarıyla tanınan ünlü Fransız İslam bilimci Louis Massignon’un da etkisinde kalmıştır. Kaynaklar, Şeriati’nin 1960-62 arasında Massignon’un araştırma asistanı olduğunu yazar. (Şeriati daha sonra Massignon’dan “Selman-ı Pak” adlı eseri de Farsçaya çevirecektir.)
1908’de Irak’ta bir arkeolojik kazı ekibiyle çalışırken Osmanlı makamları tarafından casusluk yapmakla itham edilen Massignon, 25 yaşında Dicle Nehri’nden geçerken mistik bir deneyim yaşadıktan sonra İslamiyet’e ve tasavvufa ilgi duymaya başlamıştı.
Hayatını Hıristiyan ve İslam âlemi arasında samimi bir diyalog kurmaya adayan Massignon, özellikle, “Enel hak (Ben Tanrı’yım)” dediği için işkence edilerek öldürülen Hallac-ı Mansur, Selman-ı Farisi/Selmanı-Pak ve Hz. Fatma ile ilgili çalışmalar yaptı. Ona göre İslam’ın üç mistik kişiliğinde Hıristiyanlığın yansımaları vardı.
Şeriati’yi anlatan “Bir İslami Ütopyacının Siyasi Biyografisi”nde* Massignon’a önemli bir yer ayrılır. Onun, Sami (İbrahimi) dinleri olan Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam’ın aynı ortak manevi kaynağın ve temelin farklı dalları olduğuna dayanan tevhit düşüncesi, Şeriati’nin dine bakışında inkâr edilemez bir iz bırakmıştır. Massignon’a göre bu üç din de aynı babanın, Hz. İbrahim ‘in çocuklarıydı. Bunlardan birine iman eden diğerleriyle de kardeş sayılırdı. Fransız İslam bilimci, Sami dinlerinin bir olduğu görüşünde o kadar ısrarlıydı ki, bazı kimseler onu İslam âşığı olmak ve Avrupa ile Hıristiyanlığa ihanet etmekle suçlamışlardı.
Mevlana’nın buna çok benzeyen mesajından zaten etkilenmiş olan Şeriati, İbrahimi dinler görüşünü benimsedi. İnsanları, din ve mezhep farklılıklarını aşmaya ve aralarındaki ortak daha büyük paydaları aramaya çağırdı. İran’a döndükten sonra İbrahimi dinler görüşü yüzünden özellikle resmi makamlardaki muhafazakarların hedefi oldu.
Massignon’un fakirlerle ezilmişler için derinden hissettiği merhametten ve temel bir dini ilke olarak adalete inancından etkilenen Şeriati, İbrahimi dinlerden herhangi birinin gerçek inananlarına sosyopolitik bir görev yüklüyordu. Şeriati 1971’de şöyle diyordu: “Bütün tevhidi dinlerin esas gayesini anlamak için İbrahim’i öğrenmek gerekir.” Daha sonra 1972’de daha da ileri giderek şöyle demiştir: “Aslında İslam, İbrahim’in getirdiği öğretidir, eğer İslamolojiye bu açıdan bakılırsa Hıristiyanlık, Yahudilik ve İslamı birden kapsamaktadır…” Bütün İbrahimi dinlerin bir olduğunu belirten Şeriati, İbrahim’in putları kırmasını, sosyoekonomik adaletsizlikler ve ayrımcılıkların kökünü kazıma eylemi olarak izah ediyordu.
Şeriati’nin iddiasına göre tevhidin sosyal ifadesi, “sınıf farklılığını” ortadan kaldırarak, insanlar arasında birliğin tesis edilmesi, kurulmasıydı. Ona göre Hz. İbrahim, “adaletsizlik ve sömürüye dayalı, sınıf temelli mevcut düzeni devam ettiren düzenbaz dini otoritelere” isyan etmişti. Şeriati, İran’a döndükten sonra Massignon’un Hallac-ı Mansur ile ilgili makalesini değil Selman ile ilgili makalesini çevirip yayımladı. Belki de, “Enel Hak/Ben Tanrıyım” diyen Hallac-ı Mansur ile ilgili makalenin İran’daki radikal Şiilerden alacağı sert tepkileri düşünmüştü. Selman makalesini çevirmek istemesinde başka güçlü nedenler de vardı: Selman, sadece “ilk Şii” ve Şiiliği İran’da ilk yayan kimse olma özelliği taşımıyordu. O, üç farklı dinin birliğini ve irfan vasıtasıyla nihai aşkınlıklarını temsil ediyordu. Selman, Zerdüştken Hıristiyanlığı kabul etmiş, sonra da İslam Peygamberi Muhammed’den haberdar olunca O’nun yanına gitmek için büyük zorluklara katlanmış ve nihayet Müslüman olmuştu.
Mülkiyet kavramını Kabil ve Habil ile açıklamak
Ali Şeriati, İslam sosyolojisi kurmak amacıyla bütün İslami kavramları sosyolojinin verileriyle ve Marksist bir bakış açısıyla yeniden yorumlamaya çalıştı. Kuramlarında dini bir temelden hareket etmekle birlikte, sağlam epistemolojik (bilgi kuramı), felsefi, tarihi ve sosyolojik dayanaklardan yararlanmakta, belirli bir hayat ve düşünce diyalektiğinden geçirmektedir. Şeriati’nin görüşüne göre doğru düşünce olmadan doğru bilgi, doğru bilgi olmadan da inanç olmaz.
Şeriati, Kur’anî kavramları bütün ortodoks doktrinlerin ve geleneksel yorumların aksine tamamen farklı bir şekilde yeniden yorumluyordu. Örneğin, mülkiyet kavramı ve yarattığı sınıf çatışmasını Kur’an’daki Habil ve Kabil kıssasıyla açıklıyordu.
Ali Şeriati, Marx’ın insanlık tarihinin, sınıfsal bir mücadele tarihi olduğunu bildiren bu görüşünü kabul eder; fakat bu mücadele, Marx’ın zannettiği gibi tarihsel bir evrimle köle ile efendi, serf ile senyör veya işçi ile patron arasında değil, Habil ile Kabil arasındaki mücadele olduğunu söyler. Şeriati’ye göre toplum, Marx’ın aksine sadece bu iki kutuptan oluşur. Yani ya toplum kendi kendisinin efendisidir, herkes toplum için çalışır; ya da kişiler mülk sahibidir, herkes kendi başının çaresine bakar. Şeriati bunu Habil ile Kabil’in mesleklerinden veya sınıflarından çıkarır. Habil çobandır, üretim araçlarının toplum mülkiyetinde olduğu çağı temsil etmektedir. Kabil ise bir toprak sahibi olarak özel mülkiyet sisteminin ve tarımın var olduğu çağın temsilcisidir.
Bu yazı T24’ten alınmıştır.