TUĞBA MERCAN
Antik Çağ’ın erken dönemlerinde hastalıklar doğaüstü alana hitap ederken MÖ. 9. ve 6. yüzyıllara gelindiğinde hastalıkların, tanrısal güçlerin etkisinde gerçekleştiği inancı yaygınlaşmıştır. MÖ. 5. Yüzyılda bilimsel tıp alanında Hippokrates’in çalışmaları ile hastalıkların doğaüstü güçler veya tanrıların gazabı olarak gönderilmesi görüşü yavaş yavaş kırılmış, bunun yerine felsefenin ışığında gelişen bilimsel tıp ve beden sıvıları öğretisi önem kazanmıştır. Asklepios ve tanrısal şifa kültünün de toplumda yer ettiği ve Antik Çağ toplumlarının hastalıklar ile ilgi farklı görüşleri potasında eritebildiği bir gerçektir. Fakat söz konusu evsizler, yaşlılar, fakirler, psikiyatrik tedavi görmüş olanlar… olduğunda toplum bu kişileri kabullenmemiş ve dışlamıştır. Antik Çağ’da marjinal kimliğin oluşmasında farklı meslek gruplarından çok fiziksel özelliklerin ve sosyal statünün etkili olduğunu söylemek mümkündür. Fiziksel güçsüzlük, kusurluluk hali ve normal dışı davranışlar dışlanmanın nedeni olarak görülmektedir. Erken döneme ilişkin en çarpıcı marjinal kimlik örnekleri ise Homeros’un destanlarında karşımıza çıkmaktadır.
Dışlanmanın ve ötekileştirmenin önemini anlamak için çoğunlukla Helenistik dönemde yapılan bedensel özürlerin ve kusurların tasvir edildiği sanatsal üretimdeki artışa bakmak gereklidir. Farklı olarak algılanan marjinal gruplar, kendi içlerinde de çeşitlilik göstermektedir: çocuklar, gençler, çok çocuklu aileler, yalnız yaşayanlar, fiziksel engelliler, hastalar, yaşlılar, fakirler, çalışan kadınlar, işsizler, eğitimsiz işçiler, yaşlı işçiler, yabancı işçiler, evsizler, göçmenler, sürgüne gönderilenler, savaş ve felâket mağdurları, uyuşturucu bağımlıları, yerleşik olmayanlar, psikiyatrik tedavi görmüş olanlar. Bu gruplara yaklaşım tarzı dönemler itibariyle farklılık arz etse de akıl hastaları ve doğuştan ağır sakatlığı olanlara karşı hoşgörü gösterilmediği bilinmektedir.
Antik dünyada akıl hastasının kaderi ailesinin elindedir. Akıl hastalarının bakımı “Oniki Levha Yasası” ile de ailelerin sorumluluğuna bırakılmıştır. Hasta ailesinin ve akrabalarının sorumluluklarını yerine getirememelerinden kaynaklanan bir durum oluştuğunda, bu duruma müdahale edilmez çünkü hasta olan kişiyle ilgilenmek onlar için yeterli bir cezadır. Antik Çağ toplumlarında, etkisini kaybetmeyen düşünce yapısına göre kökeni kötü ruhlardan kaynaklanan hastalıklardan özellikle akıl hastalarından (delilerden) uzak durulması zorunluluğunu vardır. Aileden olmayan başka bir akıl hastası, etrafta görüldüğünde veya topluma karıştığı zaman, deliye dokunmadan, taş atarak uzaklaştırma geleneği bu inancı desteklemekle kalmaz; aynı zamanda taş atma stiline göre hastayı tedavi edeceğine inanılan bir ritüele dönüşmüştür. Antik Çağ’ın komedi yapıtlarında da örnekleri görülen bu sıra dışı tedavi yönteminde amaç, ruh hastasını yaralamak veya öldürmek değil; onu tedavi etmektir. Ancak sonuç olarak, deliye taş atarak onu kendinden uzak tutmak; ilahî düzene karşı gelmiş, adeta suç işlemiş bu varlığa karşı bir duruş ve onu reddediştir.
- Sponsorlarımız -
Antik dünyada ruh hastaları ve bedensel engelliler ve farklı olarak algılanan marjinal gruplar veya kişiler toplumun geri kalanı ve sağlıklı olarak görülen kısmı için bir yük olarak görülür ve dışlanırdı353. Zihinsel bir hastalığa sahip olmayan bedensel bir kusurla yaşayan insanlar da aynı tepkiye maruz kalırlardı. Sosyal bir ortamdan veya toplumdan dışlanan kişilerin sonrasında ruh sağlıklarını veya zihinsel durumlarını koruyabilmeleri günümüz şartlarında ne kadar zor ise Antik Çağ toplumları için de o denli zordur. Antik Çağ toplumlarında akıl hastaları için veya ruhsal hastalık yaşayan kişiler için ayrıca özel olarak oluşturulmuş bir kaynak ve günümüze ulaşmayı başarabilmiş bir arkeolojik materyal söz konusu değildir. Fakat Hellenistik Dönem’e tarihlenen Smyrna kökenli figürinlerin “Patolojik Figürinler” (Grotesk) olarak adlandırılan örneklerinde: “pot hastalığı, kifoz, skolyoz ve lordoz gibi iskelet sistemi hastalıkları, skofosefali, akrosefali, mikrosefali, gibi kafatası bozuklukları” ve farklı grotesk figürünler de kusurlu, sakat ve özürlü olan insanlar tasvir edilmiştir.
Her ne kadar fiziksel hastalıklar ve kusurlar, figürinler üzerinde yapılan incelemeler sonucunda anlaşılabilse de ruhsal hastalıklara ait izler anlaşılamamaktadır. Bu örnekler Antik Dönem’de var olan fiziksel kusurlu insanların dışlanmasına örnek gösterilebilir. Bu sebeple Antik dönem toplumları için kusurlu olmak dışlanmanın en büyük sebebidir demek yanlış olmayacaktır.
Sonuç olarak; Antik Yunan ve Roma medeniyetleriyle sınırlı olan ruhsal hastalıklar buraya kadar olan bölümde “Mitolojik evre” ve “Bilimsel evre”, başlıkları adı altında incelenmiştir. Mitolojik evre olarak hem hastalıkların kökenlerine değinilmiş hem de inanç ilişkisi kurularak verilmiştir. Ayrıca psikoloji bilimine kaynaklık eden mitolojinin kendisine bakılmış ve ruhsal hastalıklara dahil edilebilecek karakter mizaç ve ruh hallerine ilişkin birçok örnek anlatılmıştır. Bilimsel evre de ise gelişen tıp bilgilerine yer verilmiş, Hippokrates ile başlayıp, Galenos ile devam eden hastalıkların kökenlerine dair bilimsel ve biyolojik kökenli yaklaşım incelenmiş, son olarak ruhsal hastalıkların antik dönemdeki toplum tarafından nasıl algılandığı üzerinde durulmuştur. İlk bölümde anlatılan konu ikinci bölümde Arkeolojik olarak belirli bir malzemesi olmamasına karşın konuyu destekleyecek örnekler ışığında değerlendirilecek ve arkeolojik malzeme olarak desteklenmeye çalışılacaktır. İkinci bölümde hedeflenen ise soyut olan ruhsal hastalık kavramına ilişkin somut örnekler verebilmektir.