NURAY TEKİN–BİRİKİM DERGİSİ
Fransız filozof, edebiyat eleştirmeni ve yapısökümcülüğün kurucusu Jacques Derrida, “Joyce’u sevdiğimden emin değilim… Joyce’un sevildiğinden de emin değilim…” der “Two Words for James Joyce” adlı makalesinde. Hemen ardından şöyle devam eder: “Güldüğü zamanlar hariç… O her zaman güler…” Derrida’nın Joyce okumaları, Joyce’la ilgili yazdıkları, başka bir deyişle Derrida-Joyce ilişkisi, Heiddeger-Hölderlin, Benjamin-Baudelaire, Sartre-Genet gibi, felsefe-edebiyat karşılaşmasında özel bir yere sahip.
Derrida, tüm çalışmalarında, hatta akademik çalışmalarının büyük bir kısmında bile Joyce’un hayaletinin hep kendisiyle olduğunu belirtse de 1980’li yıllara kadar onun hakkında kapsamlı olarak yazmaz. Bu yıllara ait iki makalesi, “Ulysses Gramophone: Two Words for Joyce” (Ulysses Gramofonu: Joyce Hakkında İki Sözcük) ile “Ulysses Gramophone: Hear Say Yes in Joyce” (Ulysses Gramofonu: Joyce’ta Evet Söylen(t)isi)[1] başlıklı makaleleridir. “Night Watch” (Gece Bekçisi) ise yakın dostu psikanalist Jacques Trilling’in James Joyce, ou, L’ecriture matricide (2001) adlı kitabına yazdığı giriş yazısıdır. Derrida, Joyce’la ilgili düşüncelerini, Türkçeye de çevrilmiş birçok yapıtında dile getirmiştir, ancak biz bu yazıda, tümüyle Joyce’a ayırdığı makalelerinden Türkçeye çevrilmemiş olanlardaki dikkat çeken ve bize göre Joyce’la ilgili değerlendirmelerinde yapıtaşlarını oluşturan düşüncelerini özetlemeye çalışacağız.
Kapsamlı ilk Joyce değerlendirmesi olarak görülen ve Joyce’un son yapıtı Finnegans Wake‘in merkezde olduğu 1982 tarihli Two Words for Joyce’ta Derrida, Joyce’u uzun zamandan beri okuduğunu belirtir. Richard Ellman’dan aktardığına göre, aynı “hastalıktan” birçok yazar, eleştirmen, akademisyen, hatta Joyce’un arkadaşları da mustariptir. “Joyce okudum; Joyce okuyorum; Joyce’u okudun mu?” cümlelerini safça ve komik bulur; “Joyce okuyorum cümlesi gerçekten ne anlama gelir, bununla ne demek isteriz? Joyce’u okumuş olmakla kim övünebilir ki?” der; çünkü Joyce, okumanın “kenarında”dır. Derrida da her zaman Joyce’u okumaya henüz başlamadığını hissetmiştir ve bunu Joyce’un çalışmasıyla kurduğu, bazen çok bireysel olabilen o özel ilişkiye bağlar. Daha önce Joyce üzerine yazmaya cesaret edememesinin nedeni de budur.
Aynı makalede, Edmund Husserl’s Origin of Geometry: An Introduction (Edmund Husserl’in Geometrinin Kökenleri: Giriş, 1962) adlı yapıtında Husserl ve Joyce temelinde ele aldığı iki yazma stratejisi, iki yazma pratiği karşılaştırmasına geri döner. Derrida’ya göre Husserl, belleği ve tarihi en açık haliyle koruyabilecek tekanlamlı bir dil inşa etmeyi, Joyce ise her öğenin en fazla anlam içerecek şekilde yoğunlaştırıldığı, en fazla anlama (ya da belirsizliğe) sahip bir dil oluşturmayı amaçlar. Dilin her düzeyde çoğullaştırılması; farklı dillerin ve kültürlerin bir arada iç içe olduğu, sınırlanmamış, içinde bulunduğu kültürel koşulları daha iyi temsil eden bir dil; bir tür aşırıbellem (hypermnesia). İki büyük model; düşüncenin ve düşünce-tarih ilişkisinin belirli bir işleyişi açısından iki paradigma. Derrida, her ikisinin de katıksız bir tarihselliği kavramak amacında olduğunu belirtir. Husserl, bunun aktarılabilirlik ya da geleneğe yerleştirilebilirlik özellikleri sayesinde dilin olabildiğince şeffaf, tekanlamlı olmasıyla gerçekleştirilebileceğini öne sürerken Joyce paradigması, çokanlamlılığı bir bütün olarak tekrarlar, hareketli hale getirir ve yine farklı diller içinde çoğaltır. Yazının her atomunu parçalayarak, her hece parçasında gömülü en güçlü anlamla, insanlığın tüm belleğini (mitolojiler, dinler, felsefeler, bilimler, psikanaliz, edebiyat) bilinçdışına yükler. “Bu tür yazma, olabilecek en büyük tarihsel mesafeyi katetmek ve keşfetmek için, kendini kültürün labirentimsi alanı içine yerleştirir.”
- Sponsorlarımız -
Derrida, Joyce ile ilişkisinin temel alanlarından birinin, insanlığın potansiyel olarak sınırsız belleğini eksiksiz olarak bir bütünün (potansiyel bir bütünün) içinde toplamak gibi olanaksız bir işe girişmesi olduğunu söyler. Böyle bir şeyse ancak, her cümleyi, her sözcüğü olabilecek en fazla anlamla ve ilişkiyle yükleyerek, bu organik dilsel bütünlüğü de olabildiğince zenginleştirerek gerçekleştirilebilir.[2] Joyce’un dehası da bir olayı böylesi bir boyutta ortaya koyabilmesidir. Okur için tek çıkış yolu ise onun belleği “içinde” olmaktır.
“Bu onu hatırlamanız değil, sizin onun tarafından hatırlanmanız, onun belleği içinde yer almanızdır. (…) Tüm kültürleri, dilleri, mitolojileri, dinleri, felsefeleri, bilimleri ya da edebiyat tarihlerini tek bir an ya da sözcük içinde bir araya getiren bir belleğin içinde yer almak, sonlu anımsama yetinizin bir araya getirebileceğinden daha büyüktür.”[3]
Derrida, Joyce’un kültürü ve tarihi toplama/parçalara ayırma işlemini bir tür “programlama” olarak niteler. “Biz de bu 1000. nesil bilgisayar programının bir parçası oluruz; Ulysses ve Finnegan ile karşılaştırınca, günümüzün bilgisayar ve mikrobilgisayar teknolojisi, çeviri makineleri vb onun yanında ‘yaptak’ (bricolage) ve tarih öncesinin çocuk oyuncakları gibi kalır. Bizi belleğine yerleştiren bu Joyce yazılımının, Joyceware’in parçası oluruz.”[4]
Joyce’un yazma pratiğini yapısökümünün ilk örneği, metinlerini de yapısökümün ilk modelleri olarak gören Derrida’ya göre, Joyce olmadan yapısöküm de olamaz. Bu anlamda Joyce’un yapıtları, Derrida tarafından kuramsallaştırılan anlamın yapısökümünün görülmemiş bir boyutta cisimleşmesi olarak değerlendirilebilir.
Two Words for Joyce’ta, farklı zamanlarda ele aldığı Babil Kulesi söylencesi temelinde ve Finnegans Wake‘ten seçtiği iki sözcük (He war) çevresinde, Joyce’un bu okunması ve anlaşılması en zor yapıtının yapısöküm örneğini verir. Derrida’ya göre Joyce “olayı”, dillerin ayrılması ve karışması olayıdır. Joyce ile ilgili olarak sık sık Babil Kulesi söylencesini dile getirmesinin ardında bu düşünce vardır. Çokanlamlılığın temeli olarak gördüğü Babil söylencesini “Wake and Babil” (1979) ve “Des Tours de Babel”[5] (1985) başlıklı makalelerinde de açımlamıştır. Joyce’u da edebiyatta cisimleşen çokanlamlılığın örnek modeli olarak görür.
Derrida’ya göre Babil Kulesi sadece dillerin çoğulluğu ile ilgili bir figür değildir, o aynı zamanda tamamlanmamışlığı ve bir şeyi sona erdirmenin, tamamlamanın, bütünlemenin olanaksızlığını da gösterir. Joyce da bütünlüğün, aynı zamanda belirsizliğin ve çokanlamlılığın paradoksal bir figürüdür. “Babil, bir özel ad, ancak bugün Babil dediğimizde neyi adlandırdığımızı biliyor muyuz ya da kimi? (…) Böylece o, mitin kökeni (olduğu) miti, metaforun metaforu, anlatının anlatısı, çevirinin çevirisi vb. olur. (…) Babil Kulesi, hangi dilde inşa edilmiş ve yıkılmıştır?”[6] Hem bir, hem çok; hem birlik, hem de fark. “Şehir, Tanrı’nın (babanın) ve ‘kargaşa’ olarak adlandırılan şehrin babasının adını alır.”
- Sponsorlarımız-
Derrida’nın Joyce’la ilişkisindeki ikinci nokta, daha önceki birçok çalışmasında da görülen baba-oğul sorunudur. Derrida, bu iki yönlü ilişkiyi, yapısökümünü gerçekleştirdiği birçok alanda tanımlayacaktır: Sokrat ve Platon, “idea” (logos) ile temsili, söz-yazı vb. metafor, kaybolan babanın temsilidir; Babil, kutsal babanın adıdır (Des Tours de Babel); sanat ürünü, yaratıcısının dölüdür; “yazının tanrısı Thoth, hem baba, hem oğul, hem de kendisidir.”[7] Bu anlamda Derrida’nın tüm felsefesi, babanın “yokluğu” ya da ölümü ile olanaksız bir karşılaşma olarak ortaya çıkar.
“Çok geç, Joyce ile her zaman çok geç,” cümleleriyle başlayan Two Words for Joyce, şöyle devam eder: “Sadece iki sözcük söyleyeceğim. Hangi dilde ve kaç dilde olduğunu henüz bilmiyorum.” Yarı İngilizce olduğunu belirttiği bu iki sözcük (He war), ne anlama gelmektedir? Eril bir o, savaş mı açmıştır, savaş mı ilan etmiştir, yoksa o savaş mıdır? Kitabın Babil’e özgü atmosferinde yankılanan bu sözcükler, “aynı anda hem İngilizce, hem Almancada yazılmış; tek sözcükte (war) iki sözcük, böylece çift isim, çift fiil, başlangıçta bölünmüş bir isim ve bir fiil.”
Finnegans Wake‘te “kutsal kitap ritminin taklit edildiği” cümleler içinden seçilen bu sözcükler, “YAHWEH savaş ilan ettiği anda; kendilerine ad vermek için bir kule inşa etmek istediklerini bildiren Shem’i cezalandırdığı anda; YHWH* kendisini adlandırdığı anda”dır. “İlk ya da başlangıç olan” ve Derrida’nın “Tanrı’nın imzası” (gösterileni olmayan gösteren) olarak nitelediği bu iki sözcük, kulenin yıkılışının ardından Babil Kulesi’ni inşa edenlerin zihinsel karışıklığını örnekler. “Peki bu iki sözcüğü nasıl okumak, nasıl duymak, nasıl seslendirmek gerekir?” Nasıl duymak gerekir sorusu kendisini çoğaltmakta, dahası tüm paragrafta yankılanmaktadır. “Konuşmanın anlamı nedir ama önce dinlememin anlamı nedir? Birinin, sesini yükselten babaya, yüksek sesle konuşan Tanrı’ya kulak (ear; e ar, he ar) vermesi.”
Derrida, yazıdaki bu genelleşmiş çokanlamlılığın, anlamın ortak çekirdeği temelinde bir dilden başka bir dile çevrilemeyeceğini, bu iki sözcükte olduğu gibi, aynı anda birçok dilde konuş(ul)makta olduğunu belirtir. “Dilin çoğulluğu gerçeği, kendisinin bir dile ya da dile çevrilmesine artık izin vermeyecektir.”
“Bu sözcükleri çevirirsek ne olur? Hiçbir şey, her şey. (…) Kitabın tümünde ve başka bir yerde bu iki sözcük ile iletişim kuran tüm anlamsal, sessel ve yazısal oluşumları duyulur hale getirmek (ya da duymak) mümkün müdür? Asıl sınır, bir dilin başka bir dilin gövdesine aşılanamayacağı ile ilgilidir.”
Bu anlamda, bu iki sözcüğün tek bir dil sistemine çevrilmesi, işaret (mark) olayının silinmesidir; (onun) yasasının işareti ya da (onun) işaretinin yasası.
- Advertisement -
Derrida’nın, konuşmalarında ve yazılarında ele aldığı dille ilgili sorunsallarından biri de çeviridir. Des Tours de Babel‘de sorunu Babil Kulesi söylencesine temellendirerek ele alır. Ona göre çeviri, hem olanaksız, hem de gereklidir. Olanaksızdır, çünkü farklı dil şemalarının indirgenemez olması nedeniyle anlam aktarımı doğru (ve tam) olarak gerçekleştirilemez ama aynı zamanda bu farklılık içinde bir işlem, yani bu farklılık olduğu için gereken bir işlemdir. Derrida’ya göre çeviri, gösterilen ile gösteren arasındaki farkı uygular.
Night Watch‘ta, Joyce ile ilgili yazılarının çoğunda ele aldığı yazı ile bütünlük arasındaki ilişki sorununu ele alır Derrida. Ona göre yazmak, belirli bir ölümü kabul etmektir, yazar da kendi doğumuna karşı eylemde bulunan biri olarak görülebilir. Doğmak, olmak ya da köken (başlangıç) kadar sabit görülürse, yazmak, hiç doğmamış olmayı, bir başlangıcı olmamasını istemektir. Yani yazmak, katıksız bir köken ya da başlangıcın yıkımı, anne katilliğinin bir biçimi olur. Ancak anne katilliği, ilginç bir belirsizlik taşır. Bir yandan, olanaksız bir kendine yeterlik ve özkimlik arayışıyla bağımlılığın tüm işaretlerini söküp atmak isteyen öznenin kaynağı, bütünlük ve tamamlanma isteğiyle harekete geçer; diğer yandan da yazmayı farklı türde bir doğuş; doğmanın, doğmuş olmanın başkasından geldiği katıksız bir köken olmaksızın doğuş haline getirir.[8]
Derrida’nın bu yazıda sözünü ettiğimiz Joyce okumalarına baktığımızda şunu söyleyebiliriz: Derrida, Joyce okurken, tüm felsefesini kurarken olduğu gibi yine kökene, başlangıca doğru yola çıkıyor, tüm yapıları söküp Baba’nın sesini arıyor, Babil Kulesi’nin yıkıntıları arasında dolaşıyor, dillerin çoğullaştığı o âna geri dönüp çevirinin olabilirliğini tartışıyor; felsefî sorunların tekil gerçekleştirimi ya da sahnelenişi olarak gördüğü edebiyat sularında anne katilliğinin izini sürüyor. Bir anlamda, Joyce okumalarında âdeta tüm felsefesini yeniden kuruyor.
Bu anlamda, Joyce olmadan yapısöküm de olamaz diyen Derrida’nın bu sözlerine karşılık, Derrida olmadan da tıpkı onun gibi dilin yapılarını sökerken tüm kültürü ve tarihi parçalayıp toplayan Joyce’u anlamanın pek mümkün olamayacağı öne sürülebilir.
[1] Bu metin, Derrida’nın Acts of Literature adlı yapıtında yer almaktadır. Kitap, 2010 yılında Türkçeye kazandırılmıştır (Edebiyat Edimleri, çev. Ali Utku, Mukadder Erkan, Otonom Yayıncılık; James Joyce: Sanatçının Mektupları, çev. Kudret Emiroğlu, Notos Yayınevi, 2015).
[2] Akt. Andrew J. Mitchell, Sam Slote, (ed), Derrida and Joyce:Texts and Contexts, 2013.
[3] J. Derrida, Two Words for Joyce.
[4] A.g.e.
[5] Bu makaleye internet ortamında bu adla ve ana metin İngilizce olarak ulaşılabilir.
[6] J. Derrida, Des Tours de Babel.
[7] J. Derrida, Platon’un Eczanesi, Toplumbilim Dergisi: Derrida Özel sayısı, Çeviri: Zeynep Direk, s. 63-81, İstanbul, 1999.
* YHWH, Tevrat’ta geçen ve İbranice dört harften oluşan Tanrı’nın söylenemez adı.
[8] Akt. A. J. Mitchell, S. Slote, A.g.e.