DILHAD FIRAT
Yeni bir yüzyıla adım attığımız bu günlerde; geçmişi ile yüzleşen, hatalarını gören ve o hataları tekrarlamayacak bir topluma mı uyanacağız yoksa ihanete, toplumda çalkalanan bu haksızlık ve öfkeye karşı hiçbir şey yokmuş gibi yaşamaya devam mı edeceğiz? Bilinmez. Elbette ki hep beraber yaşayarak göreceğiz bunu. Ama gelin geçmişimize ve bu geçmişin içide ki hatalara beraber değinelim.
Dört parçada süren bu kavga aslında iki parçaya bölünmemiz ile başladı.
Uzun uzadıya sıkıcı tarih anlatılarında bulunmayacağım. Kendimizi, kim olduğumuzu tanımlamaya çalışırken girdiğimiz bu büyük kavram kargaşasında kaybolmuş bu kadim coğrafyanın insanları olarak görmemiz gereken bir gerçek var: Kendimizden olana “Öteki” olarak baktığımızda başladı bu hikaye diyebilirim.
- Sponsorlarımız -
“Kasr-ı Şirin”. İran Kürtleri ve Türkiye Kürtleri arasına ince bir çizgi çeken o antlaşma. Osmanlının Doğu sınırları belirlenirken arada farkında olmadan hem günümüz Türkiye’sinde yaşayan Kürtler hem de İran bölgesinde yaşayan Kürtler arasında yüzyıllar sürecek ayrı bir “asimilasyon” politikası başladı. İran’daki Kürtler, Farslaştıkça bu tarafta kalanlar zamanla Türkleşti veya Araplaştı ve zamanla birbirimizi anlamadığımızı sandığımız farklı lehçeler ve sözde “farklı diller” bile türedi. Yine başarısız hikayelerin ve koskoca ihanetlerin tarihini başlatan o ikinci antlaşma ise Lozan’dı…
Bir Lider seçememek aslında biz “Kürtlerin” bir laneti değil!
Katılırsınız veya katılmazsınız: Yaşadığımız coğrafyada hiçbir zaman “kişi kültü” Kürtler adına bir birlik oluşturmadı. Bunun sosyolojik sebebini yakın zamanda yaptığımız bir araştırma sonucu ulaştığım ses kaydında Şeyh Said’in oğlu Şeyh Ali Rıza çok basit ve mantıklı bir şekilde dile getirmektedir. Gelin kısaca kulak verelim.
“Kürtlerin ülkeleri Korunaklıydı, çetindi, yaşaması zordu, iklimi sertti. Kürtler cesur bir kavimdi, kendilerine yapılan saldırıları her bir Kürt Emiri tek başına defedebiliyordu. Bu yüzdendir birlik olma gereği duymadılar. Ve bir araya gelip birlikte birleşik bir devlet kurma gereği duymadılar. Herkes kendi yerindeydi… Abbasi Halifesinden sonra Ali Osman halife oldu. Din Kürtlerle Osmanlı arasında iyi bri anlaşma zemini oluşturdu. Zaten dinin ahkamıdır (kuralıdır). Hangi diyarın kadısı hakımi varsa o halkın dilini örfünü kültürünü bilmeli. O memleketin ihtiyaçlarını, şikayetlerini bilmeli. Memleketi öyle sevk etmeli. [1]
Evet her şey gayet basit bir mantıkla ortada. Bugün iddia ediyorum ki biz Kürtler için en büyük sorun ne dil ne de Kültürdür. Dil öğrenilir ve bunun en büyük örneği İsrail’dir. Kültür zaten yaşar ve devam eder. Asıl mesele şudur ki; biz bir türlü karar veremedik! Bugün bir türlü ne olduğumuza, kim olduğumuza karar verememek en önemli sorunumuz oldu. Dinimiz, dilimiz, ortak atamız ve ortak vatan toprağımız neresi? Buna karar veremedık. Ülkümüz ne bunu da anlamlandıramadık.
- Sponsorlarımız-
Ne yazıktır ki neden karar veremediğimiz sorusunun cevabı da net bir şekilde tarihi okuyanlarınız ve irdeleyenleriniz için apaçık ortadadır. Aslında Kürt sorununun doğuşuna sebebiyet verip çözümünü zorlaştıran asıl durumun bu paradoks olduğunu beyan etmek zorundayız.
Ve bugün daha fazla geç kalınmadan ne yapılmalı?
Her şeyden önce atalarımızdan devraldığımız barış öğretisini devam ettirmek tek şartımızdır. Ortak bir karar ile dört parçada kurgulanacak yeni bir düzen için hep birlikte masaya oturmalı ve bu sorunları kalem ile kelam ile çözülmesi ise tek yolumuzdur. Orta Doğu’da ve Mezopotamya’da barışın kilidi olan Kürt meselesinin çözümü ve toplumun huzura kavuşması dilerim ki hepimizin iyiliğine ve faydasına olacaktır. Şeyh Said’in oğlu Şeyh Ali Rıza’nın da dediği gibi. Önce Dilimizi sonra kim olduğumuzu unutmadan! Eski adetlerde geleneğimizde olduğu gibi sorunlarımızı birbirimizi severek kendi aramızda çözmeliyiz. Yalan yanlış bize ait olmayan hislerin ve öğretilerin peşine takılmadan gerçek köklerimize sarılarak yola devam etmeliyiz.
- Advertisement -
[1] Dılşad-Dılhad Fırat, Şeyh Said Oğlu Şeyh Ali Rıza Hatıraları Babam Şeyh Said Sayfa 13-14 (40 Kitap Yayınları)