MİRPENÇ AKŞİT
Fârâbî de karşılıklı güç dengesi ve karşılıklı korku sonucu meydana gelen sahte ve geçici adâlet anlayışın, hakim olduğu bir zamanda büyüyen bireyler, gerçek adâletin pratik karşılığını görmedikleri için gerçek adâleti tam olarak bilmeyeceklerdir. Çünkü korku çoğu zaman gerçek adâletin önünde bir perde olarak var olacaktır. Nitekim modern devletlerde devlet ve vatandaş ilişkisini belirleyen temel unsur da korkudur. Zira onlara göre korku sevgiden daha etkili olacağı düşüncesi hâkimdir. Machiavelli’ye göre “her şeyden önce toplumun kalbine sevgi yerine korku düşürülmelidir, hükümdar sevimli olmaktansa korkutucu olmalıdır.” Çünkü insan korktuğuna sevdiğinden daha çok hizmet eder. Hobbes’a göre “ bir devlete katılırken her insanın itaat etmeyi akdettiği kişiye gücünü ve elindeki araçları bırakması gerekiyordu; böylelikle emredilecek kişi onların araçları ve gücü sayesinde korku salarak onları birleştirebilirdi.” Hobbes buradainsanların bir arada tutulması için sevgi, din birliği, yurttaşlıkveya yasalara değil de korkuya ve güce bağlaması gücü kutsallaştıran ve gücü yaptığı her şeyin doğru olduğu anlayışına götüren çok vahim bir öneridir. İnsan doğasının akıl ve tutkudan meydana geldiğini söyleyen birinin böyle bir öneri de bulunması şaşırtıcı olduğu kadar paradoksal bir durumdur. Tanrı krallığı hususundaki görüşlerini temellendirirken aslında ilk kralın İsa Mesih değil de Âdem’in hükümdarının Tanrı olduğunu kabul eder. “Devlet olmadıkça, herkes herkese karşı daima savaş halindedir. Buradan şu açıkça görülür ki, insanlar hepsini birden korku altında tutacak genel bir güç olmadan yaşadıkları vakit, savaş denilen o durumun içindedirler ve bu savaş herkesin herkese karşı olan savaşıdır.”
Fârâbî’nin değindiği şekilde olan ve Machiavelli ve Hobbes ‘de değinilen korku temelli bir egemenlik anlayışı cahil devletlerin karakteristik özelliği olduğunu belirtir. Onlar bu adâlet anlayışı ile yanıltılmış ve aldatılmış olacaklardır. “Aynı şekilde, bu kişilerin ruhları ve ahlaki yapılanmaları sahte adâlet temeli doğrultusunda şahsiyet kazanacaktır. Bu durumda, bu insanlar içinde adâlete uygun davrananlar ya güç dengesinden veya karşılıklı korkudan dolayı bu şekilde davranacaklar demektir. Fârâbî’ye göre, bu şehrin mensupları arasındaki güç dengesi kamçılanmış olacak, herkes geçici adâleti ve bu adâletle ortaya çıkan kanunları kendi lehine yıkmak için çaba sarf edecek, güçlüler kazanacak, zayıflar ise ezilecektir.”Erdemli şehirde, adâlet erdemli şehri kuşatan sevgi aracılığıyla erdemli şehrin kanunları ve ilk başkanın kendisi, hakiki adâleti ortaya koyduğundan dolayı yetişen nesil de sahte adâlet anlayışına yönelmeyeceklerdir. Yeni yetişen nesiller de doğru adâlet anlayışı çerçevesi içinde büyüyeceği için, sahte adâletin giderilmesi kolay olacak ve erdemli şehirde bu adâlet anlayışı köksüz kalacaktır. Fârâbî’nin toplum sisteminde, bu hiyerarşik yapı bir çıkar çatışması ve karşıtlığın sonucu değildir. Aksine, karşılıklı yarar ve toplumsal ahengin bir neticesidir. Şehrin bütün mekanizmaları sevgi bağı ile birbirine bağlanır ve adâlet ve âdil fiillerle kontrol ve muhafaza edilir. Filozofumuza göre, adâletin temel ve genel gayesi, ister rasyonel, ister doğal, ister ilâhî anlamda olsun, bu dünyada ve öteki dünyada insanın mutluluğa ulaşmasını sağlamak içindir. Bu anlamda, adâlet etiğin ötesine geçer, siyaset alanına girer. Bu nedenle Aristoteles ve Platon’un düşüncesinde hareketle yani bir bakış açısıyla filozofumuz, adâlet teorisini etik (ahlak) ile başlangıç, (tedbir el menzil) ekonomi ile gelişme ve nihayet politika (siyaset) ile kemâle erdiren birbirini takip eden üçlü bir mertebe içinde geliştirmişlerdir. Bu şeklide adâletin önem ve işlevini hem birey hem aile hem de toplumun selameti için ortaya koymuşlardır.
Fârâbî’nin adâlet teorisinde rasyonel adâlet kavramı ideal formu içerisinde tam olarak anlaşılıp gerçekleştirilirse ilâhî adâlet kavramı ile eşleşebileceğini ortaya koyar. Aynı zamanda bir toplumda adâletin uygulanması ve sürekliliği için âdil bir hukukun zorunluluğunun gerekli olduğunu işaret eder. Bu hukuk başlı başına bütün insanlara eşit olarak muamele eden ve yüce insan nitelikleri ile donanımlı âdil bir yönetici tarafından uygulanmadığı sürece tek başına adâleti sağlamaya yeterli değildir. Erdemli toplumda adâlet sevgiye tabi olarak ifade edilmiştir. Aksi takdirde devlet tüm insanlardan aldığı güçle insanlarda bir korku tekeli olur ve insanları barış içinde tutmayı sağlarsa bu durumun sahte bir adâlet anlayışı doğuracaktır. Bu adâlet anlayışı ise erdemsiz olan devletlerin özellikleridir.