AYŞE ÖZTEKİN
Â’yân-ı sâbite, İbn Arabî’den çok önce muhtelif din ve felsefelerde ya da çeşitli kelâm ekollerinde kullanılan bazı ıstılah ve ibârelerle içerik itibariyle yakın anlamlar taşısa da, Afîfî ve Suad Hakim’in de vurguladığı gibi ilk kez İbnArabî’nin kullandığı bir kavramdır.
Afifi â’yân-ı sâbite kuramının sadece İbn Arabî’ye özgü bir kuram olduğunu vurgulamaktadır. O bu görüşe İbn Arabî’den önceki çeşitli din ve felsefelerdeki kuramları araştırarak varmıştır. Bununla birlikte İbn Arabî’nin bu kuramının doğrudan Kur’an-ı Kerim’den kaynaklandığı düşünülmektedir: “Yeryüzünde ve kendinizde gerçekleşecek hiç bir olay yoktur ki, Biz onu varlığa getirmeden (yaratmadan) önce, bir Kitap’ta olmasın! Bu, Allah’a göre çok kolaydır. O halde, yitirdikleriniz için üzülmemeniz ve size verdikleri ile de şımarmamanız için, (bu gerçeği hiç bir zaman aklınızdan çıkarmayın!) Allah, kuşkusuz, kendini beğenip övünen hiç kimseyi sevmez.!” [57 el-Hadîd: 22-23]21
Açıkça görülmektedir ki, Yüce Allah “Biz onları yaratmadan önce” sözü ile olabilecek tüm olayların kuvve halinde bulunduğunu ifade etmektedir. Bu kuvve halindeki olaylar ancak Allah’ın onları yaratmasıyla fiil haline dönüşebilmektedirler. Bu bağlamda söz konusu ayetin İbnArabî’nin kuramına bir temel ve kaynak oluşturduğunu düşünmek mümkündür. Bu hususun başka bir çalışmada ayrıntılı bir biçimde incelenmesi yerinde olur.
- Sponsorlarımız -
Jung’un ortak bilinçdışının arketipler kuramı, her ne kadar İslâmî kaynaklara ve yazarlara atıfta bulunmasa da, hem hakikatin (gerçeklerin) zaman ve mekân ötesi olduğu ve ilâhiolanın, bağı kurabilen tüm insanlara açık olduğu bilgisinden hareketle hem de bir bilim adamı olarak yaptığı araştırmalarla aralarında asırlar olmasına rağmen yakın sonuçlar elde ettiğini gözler önüne sermektedir. Jung bu kuramıyla Batı Dünyası’nda kişiliği ilâhî boyuta yüceltme onuruna ulaşmıştır. Burada önemli olan, psikoloji biliminin ileri gelen, dünyaca tanınmış bilim adamlarından biri olan Jung ile ondan asırlarca önce yaşamış, hem kendi dönemine hem de sonrasına damgasını vurmuş bir mutasavvıf ve düşünür olan İbnArabi’nin çok yakın kuramlar geliştirmiş olmaları ve ikisinin de insanı ve özünü esas alan bir konuda çalışmış olmalarıdır.
Jung’u izleyen ve içlerinde Abraham Maslow, Robert Frager, Stanislav Grof’un da bulunduğu bir grup düşünür, psikolog ve bilim adamı 1960’ların sonlarında transpersonel psikoloji (benötesi psikoloji) adını verdikleri yeni bir psikoloji ekolü kurmuşlardır. Transpersonel kavramını ilk kullanan, William James olmuştur. Bununla birlikte bu ekolün, insanların yaşadıkları ‘doruk deneyimler’den bahseden Maslow’unçalışmalarından beslendiği söylenebilir. İnsan psişesininboyutları ile ilgili anlayış zamanla genişletilmiş; sosyal, ırksal, kolektif ve filogenetik anılar ve arketipik dinamikleri kapsayan bu alanda (Transpersonel -Benötesi Psikoloji) çalışmalar yapılmıştır.
Aşkın, manevi yönüyle bağını koparan insanın kendi doğasına da yabancılaşacağı hususu göz önüne alınırsa insanı insan yapan özün, Allah’ın içimize üflediği nefha olduğu; bu yüzden de Allah’a yakınlıkla gerçek benliğimize yakınlık arasında doğru bir orantı olduğu söylenebilir. Grof’un ‘ruhsallık’ olarak kavramlaştırdığı din anlayışını Allport ‘İçsel (intrinsic) din -dışsal (extrinsic) din’ olarak ikiye ayırmıştır. Intrinsic ve Extrinsic sözcüklerinin sözlük anlamlarına bakıldığında ‘intrinsic’in gerçek, aslında olan, yaradılıştan, hakiki ve ‘extrinsic’in eğreti, dıştan gelen, geçici anlamlarının olduğu görülebilir. Kendi dilimizdeki kullanımı ve anlamını daha iyi ifade ettiği gerekçesiyle bu kavramı “gerçek, öz, asıl din” olarak kullanmak anlamlı bulunmuştur. Bu bağlamda Akdemir’in de Rum Suresi 30. Ayet ile temellendirdiği gerçek din, insanın Allah’ın yarattığı üzere olan kendi doğasına yönelmesi anlamına gelir. O halde özümüzle, doğamızla bağlantıda olmak, onu keşfetmek, geçici ve dıştan gelene değil de asıl olana yönelmek ve ona göre yaşamakla mümkündür.
Bu anlayış insanın özyapısına, potansiyeline, yeteneklerine odaklanan ve bunların gerçekleşmesi için yüksek deneyimleri yaşama ve yaşatma yöntemlerini uygulayan transpersonel- benötesi psikolojinin yaklaşımıyla desteklenebilir. Holotropikhallerle ilgili araştırmaların en önemli imalarından biri, günümüzde psikotik olarak tanı konan ve ayrım gözetmeksizin baskılayıcı ilaç tedavileriyle tedavi edilen rahatsızlıkların bir çoğunun aslında kökten bir kişilik dönüşümü ve spritüel bir açılmanın sıkıntılı evreleri olduğunun farkına varılmasıdır. Bunlar doğru biçimde anlaşılır ve desteklenirse, bu psikospritüel krizler duygusal ve psikosomatik iyileşme, dikkate değer psikolojik değişimler ve şuur eylemleriyle sonuçlanabilir.
Kendini gerçekleştiremeyen, potansiyellerini varoluşa çıkartamayan insan, İbn Arabi’nin benzetmesiyle nefesini tutarak veremeyen insan gibidir. Ruhumuzun çoğunlukla yaşadığı sıkıntı da genellikle kapasitemizi kullanamayıp ilerleyememekten, enerjimizin sabit bir noktaya sıkışıp kalmasından kaynaklanır. Bu aynı zamanda fiziksel ve zihinsel hastalık demektir. İyileşme ise kapasitemizi kullanmak, içimizde gizil olarak bulunan güçleri uyandırmak, özümüzün varoluşa çıkmasını isteme ve gerçekleştirme seçimiyle ilgilidir. Ancak o zaman içimizdeki bu gizil güçler, Yüce Allah’ın sürekli bir biçimde yaratmalarıyla fenomen aleminde /bilinç düzeyinde eylemler olarak tezahür edecektir.
- Sponsorlarımız-
Günümüzde ben ötesi psikoloji kapsamında insanın aşkın boyutuyla ilgili sürdürülen çalışmalar, insanın asıl kaynağı ile ilgili bu gerçeği hatırlamasına yöneliktir. Öte yandan Batı’nın İslâm Dünyası’ndaki çalışmalarla yıllar sonra buluşmuş olması sevindiricidir. Zira ilâhî olandan kopuk bir varoluşun anlamlı bir varoluş olmayacağı açıktır.