MAHMUT MEÇİN
Muhyiddin İbn Arabî, tüm mevcudatın birliğini savunan “Vahdet-i Vücud” anlayışıyla yegâne varlığın Allah olduğu, diğer bütün varlıkların ise onun birer yansıması olduğu düşüncesinin mimarı olarak İslam düşünce tarihinde önemli bir yere sahiptir.
İbn Arabî’ye göre insanın ölüm sonrası gideceği ilk durak olan berzah âlemindeki varoluş tarzını, bütünüyle bu dünyada yaşadığı hayatı belirleyecektir. Dünya hayatını insanın kendini/nefsini biçimlendirdiği bir süreç olarak gören İbn Arabî ölümden sonra organik beden aradan çekilince, insanın berzahta “kazandıklarının elinde bir rehine ve amellerinin elinde esir olarak kalacağını” söyler (400). İnsanın meleke haline gelen davranışlarının ahiret âleminde lezzet veya elem duymasına sebebiyet vereceğini, mutluluğun ise ancak insanın ilim ölçüsüne bağlı olduğunu ifade eder (401).
Şeyh-i Ekber lakabıyla da bilinen İbn Arabî’ye göre insan büyük kâinatın tüm özelliklerini kendisinde toplayan küçük âlemdir. Maddi, misali ve aklî olmak üzere üç mertebeye ayırdığı büyük âlemin her bir durağını kat eden insan, her bir âlemde o âleme münasip bir bedene bürünüp o bedeni idare ettiğini söyler. Maddi dünyada organik bir bedene sahip olan insan berzah âleminde ise o âleme uygun misali bir bedene sahip olacaktır. Ahiret âlemindeki beden dünyevî bedene bileşim ve yapı bakımlarından benzemeyip uhrevî bir beden olacak, ancak suret bakımından dünyevî bedenin aynısı olacaktır (402). İbn Arabî, uhrevî bedenin her ne kadar suret bakımından göz, kulak, burun, ağız, eller ve ayaklardan müteşekkil dünyevî bedenle aynı olsa da terkibin ve mizacın, ahiretin şartlarına uygun olması için yeni bir yaratılışın (neş’et) meydana geleceğini belirtir. Sûretin değişmezliğini de şu anki insan sûretinin en mükemmel şekilde olduğu teziyle açıklar (403).
- Sponsorlarımız -
İbn Arabî’ye göre ölüm, dünya ve ahiret yaratılışlarının arasında yer alan “arada” veya “askıda” bir durumdur. Ruhların rüyada cesetleri tamir ettiği/dinlendirdiği gibi berzahta da ruhlar hayali/berzahî cesetleri tamir ederek onları dirilişe hazırlar (404). Bu berzah süresi, ikinci yaratılış yani büyük kıyamet denilen nihai diriliş için ceninin anne karnında geçirdiği süre gibidir. Allah nasıl ki cenini anne karnında evre evre doğum için farklı yaratılış süreçlerinden geçiriyorsa berzahtan ahirete geçişte de ruh peyderpey büyük kıyamet denilen diriliş için hazırlık süreci geçirmektedir (405). Ölen kişi için “küçük kıyameti koptu” denilmesinin nedeni büyük kıyametin ona zuhur etmesi, başka bir deyişle berzahtan büyük kıyamete dek sürecek olan hazırlık sürecine başlamış olmasındandır (406). İbn Arabî’ye göre insan çeşitli âlemlerde farklı yaratılış evrelerinden geçmesine rağmen kişisel kimliğini korumaktadır. Bu yaklaşımıyla nefs ve beden bütünlüğüne dayanan Kur’ân’ın insan anlayışına da mutabık olan İbn Arabî, Hak’tan sadır olan ilk insanî ruh ile taşınan bu kimliğin âlemler arasında cereyan edebilen esnek ve uyumlu bir cevher olduğunu söyler. İbn Arabî, insanî kimliğin teminatı olan bu cevherin kalıcı olduğunu ve İslamî rivayetlerde ahirette kişisel kimliğin koruyucusu denilen “acbü’z-zeneb” (407) kavramına denk geldiğini savunur (408).
Cehennem azabı konusunda kendine özgü görüşleri olan İbn Arabî, Allah’ın‚ cehennem ehline bulundukları yerde kalmaları şartıyla Rahman sıfatının bir gereği olarak onlara nimet bağışında bulunacağını savunur. Bu nimetin onların cehennemde sürekli bir uykuya daldırılmaları ve rüyalarında onları hoşlarına gidecek rüyalar görmeleri şeklinde olacağını söyleyerek kaldıkları yer cehennem olmasına rağmen gördükleri rüyanın onları mutlu edeceğini öne sürer. O bu düşüncesini “Kim Rabbine günahkâr olarak gelirse onun için cehennem vardır; orada ne ölür ne de yaşar” (409) mealindeki ayete dayandırır ve şöyle örneklendirir: Hasta olan ve son derece rahatsız edici yatakta uyuyan bir kimsenin eğer yüzünde mutluluk belirtisi varsa o kimsenin rüya gördüğüne inanılır. Oysa haline ve yatağına bakıldığında onun acı içinde olması gerekir. Buna göre cennet nimeti hakiki nimet iken cehennem nimeti ruhanî ve hayalîdir. Cehennemde insanlar ne tam azap ne de nimet içindedir, âyette geçtiği gibi orada ne yaşar ne de ölürler. Cennetteki insanlar ise mutlak nimeti tadarlar (410).
Kaynaklar: 400 Koç, a.g.e, s. 110. 401 Kırmanî, Ali Rıza, “Meâd-ı Cismanî ez Didgâh-ı İbn Arabî”, Mâ’rifet-ı Felsefî, Yıl 4, S. 6, (Yaz 1388), s. 80. 402 İbn Arabî, Futûhat-ı Mekkiye, Daru’s-Sadr, Beyrut, ts., c.2, s. 183; Koç, , a.g.e, s. 110; Kırmanî, a.g.m. s. 81. 403 Karadaş, Cağfer, “Muhyiddin İbn Arabî’nin İtikadı” Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi (İbnu’l-Arabî Özel Sayısı-1), yıl: 9 [2008], S. 21, s. 91. 404 Molla Sadrâ, Esfâr, c.9, s. 336. 405 İbn Arabî, Futûhât, c.3, s. 250; Molla Sadrâ, Esfâr, c.9, s. 336; Koç, a.g.e, s. 110. 406 Molla Sadrâ, Esfâr, c.9. s. 336; Koç, a.g.e., s. 110. 407 Bkz. Yusuf Şevki Yavuz, “Acbü’z-zeneb”, DİA, c.1, s. 319-320; Çapku, a.g.e. s. 58-59; Ayrıca tezimizin 3. bölümünde Molla Sadrâ’nın konu ile ilgili görüşleri, s. 117 vd. 408 Kırmanî, a.g.m. s. 82. 409 Kur’ân, Taha, 20/74. 410 Karadaş, a.g.m., s. 91- 92