DR TUNCAY AKGÜN
İbn Rüşd’e göre, âlemin icad (meydana getirilişi) edilmesi konusunda inen ayetlerden âlemin mutlak anlamda ezeli ya da mutlak anlamda yoktan (sonradan) yaratıldığına dair bir sonuç çıkarılamayacağını söyler. Bunu söylemekteki amacı, Gazali gibilerinin âlemin sonradan yaratıldığını şeri delillerle ortaya koyduklarına dair öne sürdükleri iddiaların önüne geçmektir. Çünkü Gazali bu konuyu insanlara böyle izah etmiş, üstelik bununla da kalmayıp filozofları küfür ile itham etmişti. Filozofların dehrilerden de bir farkı olmadığını ifade eden Gazali, (124) onları Müslümanlara şirin gözükmek için gerçek düşüncelerini saklamakla suçlamıştı. İbn Rüşd’e göre Gazali’nin filozofları dehrilik (ateizm) ile suçlaması manasızdır. Çünkü filozoflara göre, cisim ister ezeli, ister hâdis olsun varlığı yönünden kendi kendine var olmuş değildir (125). İbn Rüşd’ün bu konudaki görüşünü şöyle özetleyebiliriz: Bunlar felsefi (spekülasyona açık) metafizik konulardır. Dolayısıyla bunları şeriatla irtibatlandırarak insanları düşüncelerinden dolayı mahkûm etmenin bir anlamı yoktur. Âlem hakkında şeriatın açıklamış olduğu “sonradan var oluş”, dış âlemde gözlenen (duyulara yönelik) var oluş türlerindendir. Yani insanlar metafizik bir olay olan yaratılışı anlamlandıramayacakları için şeriat böyle bir yola başvurmuştur(126).
İbn Rüşd’e göre âlemin sûretinin (şeklinin) hakikatte muhdes (sonradan olan) olduğu anlaşılmaktadır. Burada ‘sûret’ kelimesi rastgele seçilmiş bir kelime değildir. Âlemin maddesi değil sureti sonradan olmuştur. Çünkü madde, madde olması bakımından sonradan olmuş bir şey değildir. Bu biçimde meydana getirilmiş olsaydı bir başka şeye muhtaç olur ve bu da sonsuza kadar devam ederdi. Maddenin oluşmuş bir şey olmasının şartı onun suretle birleşmesidir. İşte âlem ilk oluşunda suretle birleşmediği için ezelidir. Çünkü oluşmanın anlamı, bir şeyin kuvve halinden fiil haline dönüşmesi ve değişmesidir. Dolayısıyla bir şeyin yokluğunun varlığa dönüşmesi ve var olmakla nitelenmesi, yani onun oluştuğunun söylenmesi mümkün değildir. Bu durumda geriye birbirine karşıt suretleri üzerinde bulunduran ve bu suretlerin, kendisinde birbirini izlediği bir şeyin bulunması kalmaktadır(127).
İbn Rüşd’e göre âlemin hâdis olduğuna, varlıklar vücuda gelmeden evvel hiçbir şeyin bulunmadığına, her şeyin “adem-i mahz” denilen mutlak ve sırf yokluktan yaratıldığına dair bir ayeti veya sahih bir hâdisi delil olarak getiremeyenler, “Kânellahu vela şey’e ma’ahu” (Allah vardı, onunla beraber hiçbir şey de yoktu)∗ şeklinde bir hâdis rivayet etmişlerdir. Bu hadis nasslar bakımından, Meşşâîler karşısında zayıf bir durumda kalan kelamcılar tarafından sık sık kullanılmışsa da, yine kelamcılar tarafından kabul edilen bir kaideye göre, sahih bile olsa, böyle bir hadis, bu çeşit konularda delil değildir. Zira ahad bir haberdir. Onun için de tekfirde ölçü değildir. Üstelik Kur’an’da Âdem’in topraktan, cinin ve şeytanın ateşten, Müslim tarafından rivayet edilen bir hâdiste de meleklerin nurdan yaratıldığı anlatılmış, fakat ‘adem-i mahz”dan (mutlak yokluktan) var edildiğine işaret dahi edilmemiştir(128).
- Sponsorlarımız -
Kelamcılar, âlemin sonradan yaratılması konusunda şu esasa dayanmışlardır: “Sonradan yaratılanlardan yoksun olmayan şey sonradan yaratılmıştır; sonradan yaratılmış nesneleri içeren evren, sonradan yaratılmış şeylerden yoksun değildir; o halde evren sonradan yaratılmıştır.” İbn Rüşd’e göre onların ileri sürdükleri bu öncül kabul edildiği takdirde, yanılgılarından biri, onların bu önermeyi genelleştirmeleri olacaktır; çünkü bu âlemde sonradan yaratılmış nesnelerden yoksun olmayan şey, hiçbir şeyden değil, belli bir şeyden var olmuştur. Oysa onlar, evrenin hiçbir şeyden (yoktan) yaratılmış olduğunu ileri sürerler. Ayrıca filozofların ilk madde adını verdikleri bu dayanak, cisimlikten yoksun olmadığı gibi, onlara göre, mutlak cisimlik de sonradan yaratılmış değildir. Öte yandan “sonradan yaratılmış olan nesnelerden yoksun olmayan şey, sonradan yaratılmıştır” öncülü, ancak bu şey sonradan yaratılmış olan bir tek nesneden yoksun olamıyorsa, doğrudur. Cins bakımından bir olan sonradan yaratılmış nesnelerden yoksun olmayan şeyin ise, bir başlangıcı yoktur. O halde onların dayanakları olan sonradan yaratılmış olma sonucu nereden kaynaklanıyor? Kelamcıların ileri sürdükleri görüşlerden ortaya çıkan güçlükler, İbn Rüşd’e göre filozofların karşı karşıya kaldıkları güçlüklerden daha çoktur(129).
İbn Rüşd yaratma fiilini, “Tanrı’nın, yarattığı şeye karşı mutlak aşkınlığı üzerine temellendirir. Dolayısıyla, Tanrı’nın ilmi veya hür iradesinden sadece mecazi olarak bahsedilebilir. Buna ilaveten Tanrı, madde ve suretten bileşik olan metafizik terkibi yaratır ve ikinci dereceden nedenler, sadece bilkuvve halinde olanı örneklendirmek veya yok etmek üzere bu terkip üzerinde fiilde bulunurlar. Adem, vücuda nispetle bir olarak görünür ve hakiki bir yoktan yaratma yoktur”(130). İbn Rüşd yoktan yaratmayı ezeli yaratmanın karşısında görmez. Ona göre ezeli yaratmanın karşısında olan düşünce, zamansal yaratmadır. O ezeli yaratmanın kabul edilmesi şartı ile yoktan yaratmanın kabul edilmesinde bir sakınca görmez. Yani yoktan yaratma zaman içinde yaratma ile özdeşleştirilemez(131).
Kaynaklar: 121 İbn Rüşd, Faslu’l-Makâl fîmâ beyne’l-Hikme ve’ş-Şeria mine’l-İttisâl, ss. 40-41. 122 M. Saeed Sheikh, Islamic Philosophy, London: The Octagon Press, 1982, s. 133. 123 İbn Rüşd, Tutarsızlığın Tutarsızlığı, ss. 67-68. 124 Gazali, Filozofların Tutarsızlığı, s. 57. 125 Türker, a.g.e., s. 319. 126 İbn Rüşd, Tutarsızlığın Tutarsızlığı, s. 214. 127 İbn Rüşd, a.g.e., ss. 55-56. ∗ Bk. Aclunî, Keşfu’l Hafa, II, 130. 128 İbn Rüşd, Felsefe – Din İlişkileri – Faslu’l-makâl, s. 101. 129 İbn Rüşd, Tutarsızlığın Tutarsızlığı, s. 119. 130 Dominique Urvoy, İbn Rüşd”, İslam Felsefesi Tarihi, (Ed. Seyyid Hüseyin Nasr, Oliver Leaman) s. 399. 131 Oliver Leaman, Ortaçağ İslam Felsefesine Giriş, çev: Turan Koç, İstanbul: İz Yayıncılık, 2000, s. 105.