FIRAT KAYA
Bugün veya 100 yıl önce, hatta daha öncesine gittiğimizde, genellikle aynı sorunlarla karşılaşırız. Güç ve otoritelere karşı özerkliğini koruması gereken din erki, teokrasi devlet biçimlerinde devletin memuru haline gelerek aristokratların çıkarlarını dinin üstünde tutarak, bir nevi otoriteyi kutsallaştırmıştır. Uydurulan hadisler ruhban sınıfının kutsal metinler dışına çıkarak sözlü ve yazılı bir ruhban geleneğinin başlamasına sebeb olmuştur. Günümüzde halk Kur’an’ın ne dediğine değil hocanın ne dediğine inanır hale gelmiştir.
Dinin iktidar ideolojisi haline gelmesi, kutsal olmayan ama kurumsallaştırılan gün ve geceler üzerinden günahların affedilmesi, tarikat ve cemaatler eliyle itaate karşı tövbe alınma retoriğinin yaygınlaşması, İslam coğrafyasının akıldan, bilimden ve felsefeden uzaklaşarak sadece ibadete sıkıştırılması, düşünmekten uzak biat kültürünün yerleşmesine neden olmuştur. İslamda reformun öze dönüşün artık kaçınılmaz bir hal almış ve kaçınılmaz olmuştur. Başımızı kuma gömerek bu sorunlardan kaçamayız! Tarihe baktığımızda Aynı yolları geçen Avrupa, bu sorunları nasıl aşmıştır? Hangi teknikleri ve yöntemleri kullanmıştır? Bugün birçok Müslüman alim ve ulemanın bahsettiği tarihselcilik ve sadece Kur’an! geçmiş dönem Avrupası’nda karşılığı var mıydı? Ya da nasıl sonuçlanmıştır? Bu soruların cevabını ararken, Augustine nin öğretilerini sistemleştiren martin luther’in hayatına ve üç sola doktrinine bakacağız.
Avrupa’da ruhban sınıfının geriletilmesi kolay olmadı ve bu konuda büyük bedeller ödendi. Martin Luther’in ünlü hikayesi vardır: “Cehennemi Satın Aldım Benimdir!” Duruşma sırasında yargıçlara seslenir: “Milleti cehennemle korkutup, cenneti para karşılığı satıyorsunuz. Sıkıysa cehennemi satsanız ya?” Yargıçlardan biri sorar: “Cehennemi kim alır ki?” Martin Luther cevaplar: “Ben alıyorum, neyse parasını vereyim!” Bedava verdiler! Martin kapının önüne çıkar ve duruşma sonucunu merak eden binlerce kişiye şöyle der: “Cehennemi satın aldım, benimdir. Bundan sonra oraya kimseyi almayacağım, korkmayın.”
Bu hikaye, Müslüman coğrafyasında genellikle bir fıkra veya gülünç bir olay olarak anlatılır. Oysa Luther’in yaptığı çok derin ve düşünmeye değer bir eylemdi. Avrupa, Luther’in düşüncelerine değer vererek aydınlanma dönemine girdi ve bugün Batı ile Doğu arasındaki temel uçurumu açmasının en temel doktrinlerinden biri oldu. Luther, Augustine mezhebine inanan biri olmakla beraber, Augustine’in düşüncelerini sistemleştirerek reform hareketini başlattı ve adeta bir domino taşı etkisi yaparak dalga dalga tüm Avrupa’ya yayıldı.
- Sponsorlarımız -
Luther Reformasyon hareketini başlatmış ve bu hareket, Katolik Kilisesi’nin öğretilerine ve uygulamalarına karşı çıkarak kiliseyi yeniden şekillendirmeyi amaçlamıştır. Luther’in bu hareketi başlatırken vurguladığı üç temel ilkeye “üç sola” denir. Bu solaları incelediğimizde!..
1. Sola Fide (Sadece İman): İnsanın kurtuluşu sadece imanla mümkündür. İyi işler veya kilise ritüelleri kurtuluşun nedeni değil sonucudur. Herkes, sadece iman ederek kurtulabilir. Kilise veya papazlara ihtiyaç yoktur.
2. Sola Gratia (Sadece İlahi Lütuf): İmanın temeli Tanrı’nın lütfudur. İnsanlar kendi çabalarıyla kurtulamazlar; kurtuluş sadece Tanrı’nın lütfuyla mümkündür.
3. Sola Scriptura (Sadece Kutsal Metin): Kutsal Kitap, inanç ve uygulamaların tek otoritesidir. Kilise geleneği veya insan yapımı öğretiler yerine sadece Kutsal Kitap’a dayanmak gereklidir. Luther, Katolik Kilisesi’nin endüljans uygulamalarına karşı çıkmış ve sadece Kutsal Kitap’ın yeterli olduğunu savunmuştur.
Martin Luther, 95 Tez ile Papalık otoritesini eleştirmiş ve Kutsal Kitap’ın otoritesini vurgulamıştır.
- Sponsorlarımız-
• Luther, Kutsal Kitap’ın yorumlama tekelini Katolik Kilisesi’nin elinden alarak doğrudan Tanrı ile iletişim kurmayı savunmuştur.
• Sola Scriptura, Reformasyon’un temelini oluşturmuş ve Hristiyan dünyasını derinden etkilemiştir.
• Sola Scriptura, Hristiyanlıkta Kutsal Kitap’ın merkezi rolünü vurgular.
- Advertisement -
• Bu ilke, kilisenin otoritesini sorgulayan bir dönemin başlangıcını simgeler ve Hristiyan düşüncesini şekillendirmiştir.
Hayatını düzenlemek için iyi bir insan olmak için ruhban sınıfına ihtiyacın olmadığını. İstediğin her şey, elinin altında bulunan kutsal metinlerde mevcuttur. Martin Luther, bu üç temel ilkeyi vurgulayarak Avrupa’da ruhban sınıfının dayandığı temelleri sarsmış ve yerle bir etmiştir. 1517’de başta bahsettiğimiz hikayeyi hatırlayalım: Luther, kilisenin kapısına çıkarak rahiplerin günahları affetme yetkisinin olmadığını ve endüljans uygulamalarının yanlış olduğunu söylemişti. Bu eylemiyle Vatikan’ın dikkatini çekti ve 10. Leon tarafından aforoz edildi. Luther, aforoz kağıdını halkın gözü önünde yırtarak Vatikan’a meydan okudu. Bu dönemde Prusya kralına yazdığı mektupla Luther’in idam edilmesini isteyenler oldu, ancak Saksonya prensi onu korudu. Luther’in fikirleri köylüler ve şovalyeler arasında hızla yayıldı. 1527’de şovalyeler ve köylüler kiliseyi basarak malları yağmaladılar ve bu olay sonucunda Vatikan, protestanlığı yayıldığı yerlerde resmen kabul etmek zorunda kaldı.
Hristiyan Avrupa’da ruhban sınıfının ayakları altında ezilirken aristokratlar ve ruhbanlar lüks ve şatafatlı bir hayat sürdüler. Luther, demir perdeyi aralayarak bu duruma son verdi ve kilisenin otoritesini sarsarak yeni bir dönemi başlattı.