“Meşşai felsefe, mantık ve matematiğe dayanır. Yani onun esas karakteri akılcı (rasyonel) olmasıdır. Doğuşundan sonra kısa sürede Sünni telâkkiye uygun bir yapıya bürünmüş; böylece İslâm düşünce dünyasının hâkim ve yaygın felsefesi olmuştur”[1].
“Meşşai filozoflar felsefenin tanımını hem teorik hem de dini-pratik açıdan ele alarak yapmışlardır. Buna göre felsefe, teorik olarak ”insanın, varlıkların hakikat, mahiyet ile sebeplerini bilmesi” ve pratik olarak ise ”davranışlarının gücü yettiği ölçüde Allah’ın fiillerine benzemesidir.” Bu bağlamda Meşşai filozoflar felsefenin teorik amacının var olanlar üzerinde bilgi edinip düşünerek bunların yaratıcısı olan Allah’ın varlığını ve sıfatlarını kanıtlayıp kavramak; pratik amacının ise hukuka ve ahlaka uygun davranışlar sergilemek olduğunu söylemişler ve savunmuşlardır”[2].
Aristo (Grek filozofu Aristoteles, MÖ.384-322), Atina’da Lykeion (lise) adıyla kurduğu felsefe okulunda derslerini okulunun geniş revakları arasında gezinerek veriyordu. Bu nedenle felsefesine Yunanca, “gezinmek, yürümek” anlamında “peripatetizm” denilmiştir. “Peripatetizm”, Helenistik dönemde, İslâm ve Hristiyan Ortaçağında Aristo doktrininin adı olmuştur. VIII.yy’da Abbasilerde Tercüme Hareketiyle sistem Arapça “Meşşai” olarak isimlendirilmiştir.
Aristo’nun eserlerinin Arapçaya çevrilmesi, İslam düşüncesinde kelam felsefesi denilen Rasyonalist eğilimin oluşmasında rol oynamıştır. Özellikle “Organon” ve “Metafizik” yapıtlarının Ehl-i Sünnet öğretisinin gelişiminde temel bir rol oynadığı görülmektedir. Sokrates öncesi felsefeler ile dinin uyuşmazlığı sözkonusu iken, Aristotales felsefesi, uzun bir aradan sonra resmî İslam felsefesi olarak şekillenmiştir[3].
- Sponsorlarımız -
Meşşai felsefe, IX-XII.yy arasında kuruluşunu ve gelişimini tamamladı ve önemli temsilcileri yetişti: Ebu Yusuf, Yakub b. İshak el-Kindi (ö. 873?) Meşşai ekolün ilk filozofu olarak kabul edilir ve kendisine “Feylesûfu’l-arab” (Arap filozofu) olarak hitap edilmiştir. Diğer ünlü zatlar, Filozof Ahmed el-Serahsî (ö. 899) ile Filozof Ebu Nasr el-Fârâbî (870-950) dir. Aristo birinci öğretmen (muallimi-evvel) kabul edildiği gibi, Filozof Ebu Nasr el-Fârâbî (870-950) de ikinci öğretmen (Muallim-i sâni) unvanıyla şöhret bulmuştur. Meşşailik; Fârâbi’den sonra da, daha çok ahlak meseleleriyle uğraşan İbn Miskeveyh (ö. 1030) ve filozof tabip İbn Sina (980-1037), İbn Bacce (ö. 1138), İbn Tufayl ve nihayet son büyük temsilcisi İbn Rüşd (1126-1198) ile olgunluğuna ulaşıp tamamlanmıştır. İbn Rüşd’den sonra İslâm düşünce hayatındaki felsefe hareket; sönmeye başlamış; dogmatik-skolastik bir mahiyete bürünerek verimli dönemlerindeki önem ve değerlerini kaybetmiş; Kelâm ilminin içinde eritilmiştir[4].
Aristo’dan sonra talebeleri okula başkanlık yaptılar. Burdan yetişenler, birçok bilim dalında eserler verdiler. Bir fikir vermek bakımından konu/kitap başlıkları (Mantık, fizik, metafizik, ahlâk, siyaset ve edebî sanatlara (belâgat ve şiir), botanik, meteoroloji, mineraloji, psikoloji, matematik ve müzik, adalet, iyilik ve mutluluk, pedagoji, felsefede “en yüce iyi” kavramı) özetle böyledir.
Rodoslu Andronikos (MÖ.40) Liseye başkan ve Roma’da Aristo’nun eserlerinin editörü olarak ün kazandı; filozofun külliyatını yeni baştan düzene koydu, kataloğunu yaptı ve onun düzenlediği şekliyle günümüze ulaştığı kabul edilmektedir. Aristo’dan sonraki 200 yıllık süreçte, bu okuldan yetişen 20’den fazla filozoftan hiçbiri Aristo’nun seviyesine ulaşmamıştır.
İskenderiye Okulunda(MÖ.303) Aristo felsefesi okutulduğu halde Aristo’nun Tanrı-varlık ilişkisi, âlemin ezeli olduğu, ruhun mahiyeti ve akıbeti hakkındaki görüşleri; yerli Mısır ve orada yaşayan Yahudi inançlarıyla bağdaşmadığından okulda Eflâtun felsefesi hâkim olmuştur. Ayrıca Stoa ve Yeni Pisagorculuk etkinlik kazanmıştır.
Filozof Plotin (MS.204-270), Eflâtun’un (Platon, MÖ.427-327) felsefesini yeni baştan yorumladı ve Pisagor, Eflâtun, Aristo, Stoa felsefelerinden aldığı bazı unsurlarla eklektik bir sistem kurdu(Yeni Eflatunculuk). Plotin’in sadık öğrencisi Furfuriyus (Porphyrios), Yeni Eflatuncu sistem içinde Eflâtun’la Aristo’yu uzlaştırmaya çalıştı. Yeni Eflâtunculuğun ortaya çıkışından katıksız Aristocu sayılan İbn Rüşd’e kadar geçen süreçte saf bir Aristoculuk yoktur, fikirler eklektiktir. Bizans İmparatoru Justinianos Atina felsefe okulunu kapatınca (MS.529) buranın hocaları İran’a sığınmış ve İskenderiye Okulu felsefî düşüncenin merkezi olmuştur[5].
- Sponsorlarımız-
İslâm öncesinde Doğu Hristiyan Kiliselerinde (Nesturî ve Yakubi) mantık okutulduğu için Aristo’nun bazı eserleri Süryanice’ye çevrilmişti. Hz. Ömer devrinde Mısır fethedilince(642), İskenderiye Kütüphanesi’nden gelmiş bazı felsefî eserler bir Kilise kitaplığında bulundu. Bu kitaplar Halife Ömer b.Abdülaziz zamanında Antakya, Nusaybin, Harran ve diğer Suriye şehirlerindeki Kilise okullarına gönderilmiştir.
Emevîlerle başlayan tercüme hareketi, Abbasiler döneminde giderek genişlemiş, hızlanmış, yaygın hale gelmiştir. Eserler, Grekçe’den Süryanice’ye, oradan da Arapça’ya çevrilmiş ve böylece İslâm toplumu “mantıkî kıyas”la tanışmıştır. Tercüme faaliyeti, şahsi olmaktan çıkmış ve Halife Me’mûn döneminde “Beyt’ül hikme” adıyla resmî bir kurum(830) olmuştur. X.yy. sonlarında seksenden fazla Grek, İran ve Hint bilgin ve düşünürlerinin (Eflâtun’dan 12, Aristo’dan 20’den fazla) eserleri Arapça’ya çevrilmiştir.
“Katıksız bir Meşşai sayılan İbn Rüşd dışında genelde İslâm filozoflarının metafizik sistemleri eklektiktir. Tabiat ilimleri ve mantık alanında ise Aristocudurlar. Her filozofun eklektisizmi farklı tonlar taşır. Meselâ Kindî’nin varlık anlayışı Kur’ânî perspektifle örtüşürken Farabi, İbn Sina ve İhvân-ı Safa’da, Yeni-Eflatuncu sudûr teorisi ağır basmaktadır. Ruhun bedenden önce var olduğu, ölümden sonra ilâhî âlemde varlığını sürdüreceği tezini savunan Kindî, Ebû Bekir er-Râzî, İhvân-ı Safa ve bütün İşrakīler Eflâtun gibi düşünür. Meşşai bazı düşünürlerin ahiret hakkındaki görüşleri de farklıdır”[6].
- Advertisement -
“Tanrı-varlık ilişkisi bağlamında, Aristo’nun gerek bilgisiyle gerekse iradesiyle varlıkla irtibata geçmeyen pasif tanrısı ile İslâm Meşşaileri’nin zatında tek ve benzersiz, sıfat ve fiillerinde kâmil olan Tanrı anlayışı arasında benzerlik kurulamaz.”[7].Ruh-beden ilişkisi ve önceliği ile ölümden sonraki durum hakkındaki Aristocu görüşü İslamiyet’le açıklamak sorun olmuş, teviller yetersiz kalmıştır.
Mustafa Kaya[8], Aristo ve Eflatun’un ruh-beden ilişkisi hakkındaki görüşlerini özetlemektedir: “Aristoteles’e göre insan, ruh ve beden olmak üzere iki ayrı öğeden oluşan bir varlıktır. Beden madde, ruh ise onu biçimlendiren, ona “insan” niteliği kazandıran formdur. Bu nedenle yaşamın ilkesi olan ruh amaç, beden ise araç konumundadır. Bedenin ereği niteliğinde olan ruh, ona hareket yeteneğini verir, onu belli bir ereğe doğru yönlendirir. Aristoteles, Platon’da görülen ruh-beden ayrılığını ortadan kaldırır, ruh ile bedeni bir tözün iki ayrı öğesi olarak ele alır. Ruhun bütünlüğünü, parçalardan oluşmadığını savunan Aristoteles, ruhun bitkisel, hayvansal ve akılsal olmak üzere üç işleve sahip olduğunu belirtir. Bitkisel ruh, insan varlığının doğma, büyüme, beslenme ve varlığını sürdürme gibi hayati fonksiyonlarını düzenler. Hayvansal ruh’un temel işlevi ise duyumlamadır. Ruhun üçüncü ve son fonksiyonu ise akıl yürütmedir. Aristoteles’e göre insan ruhunun en belirgin özelliği akıl ile donatılmış olmasıdır. Akıl ise etkin (faal) ve edilgin (pasif) olmak üzere ikiye ayrılır. Edilgin akıl, duyulara bağımlıdır; duyularla sağlanan verileri derleyip toplar, bir düzene sokar. Buna karşılık kendi kendini yöneten etkin (faal) akıl ise deneyle elde edilen bilgileri evrenselleştirir, imgelemleri nesnelerden soyutlar ve böylece bilime ulaşmaya çalışır”.
(Arslan Topakkaya ve Emel Karakaya)-“Platon, ruh-beden problemi üzerine sistematik bir bakış açısı getiren ilk filozoftur. Ruh anlayışını, varlık felsefesine bağlı olarak geliştirmiştir. Platon’a göre ruh-beden birlikteliğinde üstünlük ruhtan yanadır. Ruh kalıcı, beden ise geçicidir. İnsan ruhu akıl, irade ve istek olmak üzere üç bölümden oluşur. Bu bölümler kişinin yaşam tarzlarına ve toplumsal hiyerarşide belli sınıflara tekabül eder. Platon’ a göre ruh ölümsüzdür ve ahiret hayatı ruhlar için son durak değildir. Ruhlar defalarca tekrar bedenlere dönerler(Reenkarnasyon-Tenasuh, öu). İslam dini de ruhun gerçeği, mahiyeti, sır ve incelikleri üzerinde durmuştur. Fakat Kur’ân-ı Kerim’ de bu gerçek geniş olarak ve açıklayıcı bir şekilde bulunmamaktadır”[9].
Müslüman bazı düşünürler, nübüvveti felsefi bir konu olarak ele aldılar ve vahyi rasyonel açıdan yorumlayarak, bilgi kaynağı olduğunu savundular. Ancak Farabi ve İbn Sina, sudûr teorisini benimsedi ve vahiy açıklamasında “faal aklı” vahiy meleği Cebrail olarak kabul ettiler.
Aralarındaki farklılıklara rağmen Meşşailerin ortak özellikleri şunlardır[10]:
1. Meşşailer felsefi/bilimsel usulde Aristo mantığını kullanmışlardır.
2. Meşşailer felsefi sorunların çözümünde akla öncelik tanırlar. Akılla-nas arasında uyumsuzluk olduğunda aklı tercih, nassı te’vil ederler. Dinle-felsefeyi uzlaştırmak isterler.
3. Meşşailer(Kindî ve İbn Rüşd hariç), âlemin Allah tarafından yaratılmış olduğu fikrine karşı “sudûr/feyiz” teorisini savunurlar
4. Meşşailere göre evren sınırlı ve sonludur. Evren bütünüyle doludur ve boşluk yoktur. Evrenin dışında ne doluluktan ne boşluktan söz edilebilir.
5. Meşşailer, bedenden bağımsız bir ruhun varlığını savunurlar(spiritüalist).
6. Meşşailer nübüvveti bir felsefe problemi olarak görürler.
7. Farabi ve İbn Sina, kıyameti ve ahireti anlatan ayetlerin sembolik olduğunu ileri sürerler. Böylece “âhiret hayatının ruhaniliğini savunurlar”.
8. Meşşailer, insanın sahip olduğu aklın “faal aklın” etkisinde olduğunu ileri sürerler.
9. Ahlâk felsefesinin temeli “mutluluk”tur. Yaşama-olaylara iyimser bakarlar. İyilik genel ve temel bir kavramdır, esastır ve “kötülük ise cüzi ve ârızî bir olgudur”.
10. Meşşâî filozofların bilimler sınıflandırması: İslam kültür dünyasında bilimler, dinî ve aklî olmak üzere iki kategoriye ayrılmıştır. Tefsir, hadis, fıkıh, kelam gibi ilimler dinî ilimlerin; tabiat bilimleri, tıp, astronomi, felsefe gibi ilimler ise aklî ilimlerden sayılmıştır. Meşşâî filozoflar bilimler tasnifinde Aristo’yu kabul etmişler ve bilimleri; teorik, pratik ve üretime dayalı olarak üçe ayırmışlardır. Buna göre; matematik, tabiat bilimleri ve metafizik nazari/teorik; ahlak ile siyaset ise pratik bilimleri oluşturmaktadır[11].
11. Meşşailer Tanrının Varlığını akıl yoluyla ispata çalışmaktadırlar. Bu mantıkta üç ilke vardır: Bir şey; “vardır-yoktur-mümkün”dür. Mümkün varlık, ya vardır ya yoktur. Tanrı, Zorunlu Varlık (Vacib’ul vücud)dur, olmadan olmaz ve herşey O’ndan sadır olur. Akıl esas/baz alınarak yaratılış/inzal “felekler ve on-akıl” teorisiyle anlatılmaktadır.
Sonuç olarak, felsefî ve ilmî konularda hâkim düşünce Meşşailik’tir. İşrakiyye felsefi okulun kurucusu Şehâbeddin es-Suhreverdî, “Meşşai yöntemini bilmeyenlerin kendi eserlerini anlayamayacağını” bildirmiştir. Suhreverdi; Doğu mistisizmi, tasavvuf, Eflatun ve Aristo fikirlerini bağdaştırarak İşrakiyye Okulunu kurmuştur. Böylece Yaratılış ve ontolojik olarak İslam düşüncesinde; Eflatun ve Aristo’nun teorileri yanında, eklektik olan üçüncü bir yol (İşrakiyye) doğmuştur.
Ebû Hamid el-Gazzalî (ö.1111) Farabi ve İbn Sina’nın “dini felsefeleştirdiği ve felsefeyi dinleştirdiği”ni ileri sürerek felsefeyi ve felsefecileri red etti ve “Felsefenin Sefaleti” adıyla bir eser yayınladı. Böylece felsefenin önünü kesti ve sonra da bir ilerleme olmadı.
“Gazzali; Evrenin başlangıçsız olduğu (kıdem-i âlem), Allah’ın ilminin sadece tümelleri kapsadığı yahut O’nun bütün eşyayı ancak küllî bilgiyle bildiği ve ahiret hayatının sadece ruhanî bir hayat olduğu şeklinde anlaşılan görüşleri dolayısıyla filozofları tekfir etmiş, diğer on yedi meseledeki görüşleriyle de bid‘ata saptıklarını öne sürmüştür. Meşşailiğe yöneltilen bu eleştiriler ve tartışmalar sonraki kelamcılar tarafından da devam ettirilmiştir”[12] .
İşte bundan sonra felsefe sönmüş ve içtihat kapısı kapanmış, İslami düşünce çembere alınmış ve hala durgunluk devam etmektedir.
Gazalinin İslam Felsefesindeki yeri ve önemi[13]
Ebu Hamid el-Gazali (1058-1111), İslam dünyasının önemli düşünürlerinden biri olarak kabul edilen bir İslam filozofu, teoloğu, hukukçusu, mistik ve Sufi bilgindir.
İslam felsefesi içindeki yeri ve önemi/taraftarlığı, Büyük Selçuklu Döneminde Bâtınilere karşı yaptığı savaşta, verdiği “tekfir fetvaları” ile kılıçlara kalemle yardımcı olmakla meydana çıkmıştır. Gazali Türk Müslümanlığının şekillenmesinde ve devlet olarak başarılı olmasında ilmiyle/kalemiyle hizmette bulunmuştur. Onun sisteminde Din-Siyaset ilişkisi öne çıkmıştır.
Gazalinin düşünceleri:
1. İslam dünyasında bazı filozoflar, özellikle Mu’tezile ekolü, teolojik sorunlarda akılcı yaklaşımları benimsemiştir. Gazali, bu dönemdeki felsefi tartışmaların İslam toplumunu bölmesinden ve dini değerlerin sorgulanmasından endişe duymuştur. Bu nedenle akılcılığa karşı geleneksel İslam düşüncesine geri dönüşü savunmuş ve kendisinden sonrakilere etkili olmuştur.
İslam’ın Altın Dönemi; Abbasî Halifeliği döneminde 8. yüzyılın ortalarından başlayıp 14. yüzyılın sonlarına kadar devam eden, İslam ülkelerinin bilimsel, ekonomik, kültürel, siyasi ve dinî yönlerden zirvede olduğu dönemi ifade eder.
2.Bilgi ve İmanın Uyumu: Rasyonalist/akılcı filozoflar, akılcı düşünceyi vahiy ile uyumlu hale getirmeye çalışırken, Gazali bunları eleştirmiş ve “akıl-vahiy” arasında bir dengenin kurulması gerektiğini savunmuş ve ancak böylece doğru bilgiye ve gerçek imana ulaşmanın mümkün olabileceğini ileri sürmüştür.
3.Tasavvuf ve Mistisizm: Gazali’nin felsefi düşüncesinde, tasavvuf ve mistisizm önemli bir yer tutar. O, Sufi geleneğin etkisinde kalmış ve mistik düşünceyi İslam felsefesiyle birleştirmeye çalışmıştır. Gazali bundan sonra “İhyayi Ulum’ul Din” kitabını(4 cilt) yazmıştır.
4.İslam Felsefesindeki Gerçekçi ve Mistik Boyut: Gazali, İslam felsefesini mistisizmle harmanlayarak, bilgi ve maneviyat arasında bir denge kurmaya çalışmıştır.
5.Etkisi ve Mirası: Gazali’nin düşünceleri, özellikle İslam dünyasında, felsefe ve teoloji alanlarında uzun süre etkili olmuştur.
6.Dindeki İçtihat ve Taklid Tartışmaları: Gazali’nin döneminde, İslam dünyasında farklı fıkıh mezhepleri arasında içtihat ve taklid/takip konusunda tartışmalar yaşanmıştır. Gazali, dini konularda taklidin, (sadece otoriteye göre hareket etmenin) zorunlu olduğunu savunmuş ve böylece devlet inancına taraf olmuştur.
Gazali ve Sünni İslamiyet: Gazali, İslam dünyasının en önemli Sünni İslam düşünürlerinden biridir. Gazali’nin düşünceleri, Sünni İslam düşünce geleneğine önemli katkılar sağlamıştır.
Sünni İslam’da geleneksel teolojik düşüncenin özellikleri[14]
- Kur’an ve Hadis Önceliği: Geleneksel teolojik düşünce, İslam’ın kutsal metinlerine, yani Kur’an’a ve Hadislere öncelik verir.
- Tevhid İlkesi: Geleneksel teoloji, İslam’ın en temel ilkesi olan tevhidi vurgular. Tevhid, Allah’ın birliği ve tekliği anlamına gelir ve İslam’ın anahtar kavramlarından biridir.
- Akıl ve Vahiy Dengesi: Geleneksel teolojide akıl ve vahiy arasında bir denge kurulması gerektiği kabul edilir. Akıl, İslam inancını anlamada ve yorumlamada önemli bir rol oynar, ancak vahiy, yani Allah’ın bildirdikleri, akılla çeliştiği durumlarda vahyin önceliği kabul edilir.
- İslam Hukuku ve Fıkıhla Uyum: Geleneksel teolojik düşünce, İslam hukuku olan şeriatın anlaşılması ve yorumlanmasında önemli bir rol oynar.
- Kelam ve Mezhep Geleneği: Geleneksel teoloji, kelam (teolojik tartışma) ve mezhep geleneğine dayanır. Bu, İslam düşüncesini sistematik bir şekilde açıklamayı ve savunmayı amaçlar. Kelamcılar, Allah’ın varlığı, sıfatları, insanın özgür iradesi gibi temel konuları analiz ederek teolojik argümanlar geliştirir.
- Tasavvuf ve Ruhani Boyut: Geleneksel teoloji, İslam’ın içerdiği ruhani boyutu da dikkate alır. Tasavvuf, İslam’ın mistik ve içsel yönünü temsil eder ve geleneksel teolojik düşünce, İslam tasavvufunun teolojik temellerini inceler. Tasavvufçular, Allah’a ulaşmayı hedefler.
- Eleştirel Düşünce ve İslam Yenileşmesi: Geleneksel teolojik düşünce, eleştirel düşünceyi de teşvik eder. İslam dünyasında modernite ve çağdaş düşünceyle birlikte İslam Yenileşmesi (Islah) hareketleri ortaya çıkmıştır. Bu hareketler, geleneksel teolojik düşünceyi güncel sorunlarla bağdaştırmayı amaçlar ve İslam’ı çağın gereksinimlerine uygun hale getirmeyi hedefler.
Sünnilikte ve Şiilikte aklın rolü[15]:
Sünnilik ve Şiilik arasında, aklın rolü ve önemi konusunda farklı anlayışlar bulunmaktadır. Bu farklılıklar, İslam düşünce geleneğinin temel mezhepleri olan Sünnilik ve Şiilik arasında teolojik ve felsefi görüş ayrılıklarının bir yansımasıdır.
Sünnilikte Aklın Rolü: Sünnilikte, akıl (akli düşünce) önemli bir rol oynar ve İslam’ın temel inançları ve hükümleri çıkarmada önemli bir kaynaktır. Sünnilik, akıl ve vahyin uyumlu olduğunu savunur ve akılcı düşünceyi dini inançlarla uzlaştırmaya çalışır. Sünni İslam âlimleri, Kur’an ve Hadisleri anlama ve yorumlamakta akıl önemlidir.
Sünnilikte aklın rolü, özellikle kelamcılar (teologlar) ve fıkıh (İslam hukuku) mezhepleri arasında önemlidir. Kelamcılar, İslam teolojisinin temel meselelerini aklın yardımıyla açıklamaya çalışırken, fıkıh mezhepleri, İslam hukukunun akıl ve nakil (vahiy) yoluyla yorumlanmasını gerçekleştirir. Sünnilikteki farklı fıkıh mezhepleri (Hanefi, Maliki, Şafii, Hanbeli gibi), aklın kullanımına yönelik farklı yaklaşımlar gösterebilir, ancak genel olarak akılcı düşünce önemsenir.
Şiilikte Aklın Rolü: Şiilikte de akıl, önemli bir role sahiptir, ancak Sünnilikten farklı olarak aklın rolü Şiilikte daha belirgin ve öne çıkan bir özelliktir.
Şiilik, İmam Ali ve onun soyundan gelen On İki İmamların liderliğini kabul eder ve İmamet kavramını öne çıkarır. İmamet, İslam toplumunda siyasi ve dini liderliği içeren bir rolü ifade eder. Bu bağlamda, İmamların liderliğinin akıl yoluyla anlaşılması ve tanınması gerektiği Şiilikte önemli bir noktadır. İmamların, peygamber Muhammed’in seçilmiş varisleri olduğu düşünülerek, onların akılcı ve ilahi bilgiye sahip olduğuna inanılır.
Şiilikte akıl; İmamet ve İmamın velayeti gibi kavramlarla birleşerek, İslam’ın temel öğretilerini anlama ve yorumlama sürecinde önemli bir role sahip olur. Şii İslam âlimleri, İmamet konusunda akılcı argümanlar sunarak İmamların liderliğini destekler ve aklın rehberliğini önemserler.
Özetle, hem Sünnilikte hem de Şiilikte akıl, İslam’ın temel inançları ve hükümlerini anlama ve yorumlama sürecinde önemli bir role sahiptir. Her iki İslam anlayışında da akıl, düşünce geleneğinde teolojik ve felsefi tartışmalarda merkezi bir konuma sahiptir.
*
Meşşailiğin Sünni İslam inancı doğrultusundaki açıklanmasından ayrı olarak, Şiî İslamiyet ’de farklı bir değerlendirme yapmıştır. Zerdüşt geleneğinin “Nur ve Akıl” teorisine göre İmamet Kurumu açıklanmış ve uzun süreç içinde öne çıkan düşünürler tanıtılmıştır. İrani düşüncede İslam öncesinde de (Zerdüştilik inancında) akıl inancın temelidir ve keşif/keramet vardır. Dolayısıyla Yunan Filozoflarının tanınmasından önce İran’da “aklın önceliği” hep var olmuştur. Meşşailik, İslamiyet içinde bu eski fikri düzenleme/açıklama fırsatı vermiştir.
İran Ehl-i Beyt taraftarı olarak ve eski kültür birikimlerini kullanarak İslamiyet’i yorumlayarak yaşamaktadır. Tarihi süreçte oluşan Oniki İmam doktrini, inanca esas olmuş ve hukuk sistemi buna göre oluşturulmuş, itikat buna göre yön almıştır. Bu nedenle Şiî düşünce de eklektik olmakla birlikte daha çok İranîdir.
Şiî Meşşaî[16] anlayışta din, akıl ile anlaşılacaktır, İslam hukuku ve doktrinleri, aklın rehberliğiyle yorumlanacaktır. Bazı hadislerin ve rivayetlerin güvenilirliği tartışılır ve bunlar, akılla çelişiyorsa veya başka güvenilir bilgilere aykırıysa, red edilir, ahlaki değerlere ve insana özgü güzel niteliklere vurgu yapılır. Kişisel ahlaki mükemmellik, toplumun refahı ve İslam toplumunun adalet ve iyilik üzerine kurulması önemlidir.
Bu düşüncelerle yaşanan İslami İnanç kültüründe önemli filozoflar yetişmiştir:
Molla Sadra (Sadreddin Şirazi, 1571-1640): Meşşai felsefenin en önemli isimlerinden biridir. Varlık felsefesi ve metafizik alanında önemli çalışmalar yapmıştır.
Mir Damad (Muhammed Bağir İbn-i Muhammed Taqi, 17.yy): Bir Meşşai filozoftur. Mantık, metafizik, teoloji ve dil felsefesi alanlarında çalışmalar yapmıştır.
Seyyid Hüseyin Nasr (1933< ): İranlı, Amerikada yaşayan bir filozoftur ve çağdaş Meşşai felsefenin önde gelen birisidir.
Allameh Tabatabai (1903-1981): İranlı bir Meşşai filozoftur ve İslam düşüncesinin önemli isimlerinden biridir. Kuran tefsiri, felsefe ve İslam hukuku gibi konularda çalışmaları bulunmaktadır.
Murtaza Mutahhari (1920-1979): İranlı bir filozof, teolog ve sosyologdur. İslam felsefesi, varlık felsefesi, ahlak ve siyaset konularında önemli eserleri bulunmaktadır.
Allame Hilli (Şeyh Ala’eddin Ali ibn Hilal el-Mazandarani) (1250-1325): İslam hukuku, mantık ve felsefe alanlarında önemli çalışmalar yapmıştır.
Molla Sadra (Sadreddin Şirazi, 1571-1640): “Hikmet-i İşrakiye” sistematik felsefi okulunun önemli bir ismsidir. Metafizik, ontoloji, epistemoloji, kozmoloji ve teoloji konularında önemli katkılar yapmıştır.
Mir Damad (Muhammed Bağir İbn-i Muhammed Taqi, 17.yy): Meşşai bir filozoftur. Mantık, metafizik, teoloji ve dil felsefesi alanlarında önemli çalışmalar yapmıştır.
[1] http://sosyolojisi.com/messailik-messaiye-kaynagi-ortaya-cikisi-etkileri-islam-felsefesi/10674.html;
[2] Sümeyye Düzgün; https://wannart.com/icerik/9174-islam-felsefesindeki-aristo-izleri-messailik/10.08.2019
[3] Necip Taylan, Ana Hatlarıyla İslam Felsefesi -Kaynaklar, Temsilcileri, Tesirleri-, Ensar Neşriyat, İstanbul 1991
[4] http://sosyolojisi.com/messailik-messaiye-kaynagi-ortaya-cikisi-etkileri-islam-felsefesi/10674.html;
[5] Mahmut Kaya: Meşşaiyye, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c.29, s393-396.
[6] İbid; Kemal Sözen: İslam Meşşâî Felsefe Geleneğinde Metodik İlkeler ve Değeri, İbn Haldun Çalışmaları Dergisi, 6 (1) 2021, 27-45; kemalsozen37@gmail.com
[7] İbid.
[8] Mustafa Kaya:”Aristoteles’in Ruh AnlayışI”, Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sayı. 18, ss. 91-98
[9]Arslan Topakkaya ve Emel Karakaya: “Din-Felsefe İlişkisi Bağlamında Ruh Kavramına İki Farklı Yaklaşım: İslam Ve Platon Örneği”, Temaşa Erciyes Üniversitesi Felsefe Bölümü Dergisi (2015 ): 25-50
[10] Mahmut Kaya: Meşşaiyye, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c.29, s393-396.
[11] Sümeyye Düzgün; https://wannart.com/icerik/9174-islam-felsefesindeki-aristo-izleri-messailik/10.08.2019
[12] Mahmut Kaya: Meşşaiyye, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 29, s.393-396