RAMAZAN GÜNDOĞAN
Sözcük olarak; yinelenen imge, simge, model ya da evrensel deneyimleri tanımlayan “arketip” kavramı, “ilk örnek” ya da “ilk imge” anlamına gelmektedir (Tecimer, 2005:93). Jung, kolektif bilinçdışına göre şekillenen temel formları isimlendirmek için arketip ifadesini seçer (Wher,2012:47). Jung, arketip sözcüğünü sonradan kullanmaya başlar. Arketip kavramını St. Augustin’in “Ana Düşünceler” kavramından esinlenerek kullanır. Jung bu düşüncelerin, nesnelerin belli biçimleri veya sabit duran, değişmeyen nedenleri olarak görür. Bu düşünceler biçimlenmemiştir. Stabil durumdadır ve süreklidir. Sonsuzca vardır. Bu düşünceler yok olmasa dahi var olacak her şey o şekillere göre biçim alır ve yok olur. Ancak ruh ana düşünce ve kalıpları kavrayamaz ve akıl ruhu ile sezilemeyeceğini düşünür (Jung, 2006:46).
Jung’un görüşüne göre arketipler temelde bütün insanların ortak davranış özelliklerini başlatır. Sıradan deneyimlerini de başlatıp denetler ve aracı olan içkin nöropsişik bir merkez olarak aktarılır. Bu nedenle arketipler uygun şartlarda inanç, sınıf, coğrafya, ırk veya tarihsel bir dönem fark etmeden insanlarda birbirine benzer düşüncelerin, mitolojik motiflerin, imgelerin ve duyguların ortaya çıkmasına neden olur (Stevens, 2014:72).
Jung’un arketip olarak adlandırdığı şey, yaşamı, insanlığın geçmiş dönemlerince koşullanmış bir şekilde kavramak ve bu durumu yaşamak eğilimidir. Sezgilerin doğuştan geldiği koşullar ve önceden var olan kavrama biçimlerini arketipler açıklar. İçgüdülerin bireye özgü belirli bir hayat sürdürmeye itmeleri gibi arketipler de kavrama ve sezgiyi, bireye özgü biçimlere iterler. Varsayım olarak kabul edilirler; çünkü arketipler bilinçdışında yer alırlar. Onları ruhumuzda ancak tekrar tekrar ortaya çıkan belli tipik imgelerle fark edebiliriz. İlk imgeler olarak açıklanabilir fakat Jung bu durumu bilinç ve bilinçdışını da kapsayacak şekilde arketipler olarak adlandırır (Fordham, 2015: 28).
- Sponsorlarımız -
Jung, kişisel bilinçdışından çok daha derinlerde, bilincin sınırlarının tamamen dışında bulunan kolektif bilinçdışının, kimi zaman bireysel düzeyde kendini düşler ve fantezilerle açığa çıkardığını ileri sürer. İnsanlığın ortak mirası olarak kolektif bilinçdışını görür. Toplumsal düzeyde ise kendini mitoslar, efsaneler, sanat yapıtları ve dinsel motiflerle ortaya çıkarır. Jung’a göre evrensel olgularda bulunan arketipler kolektif bilinçdışını oluşturur. Bu özellikleri sebebiyle arketipler, birçok farklı mitosun içerisinde bulunan birbirine benzer motifleri, temaları ya da imgeleri oluştururlar. Farklı zamanlarda ve farklı toplumlardaki mitoslarda tekrar eden bu ögeler, ortak bir anlam yaratırlar. Yine birbirine benzer psikolojik tepkileri harekete geçirerek, birbirine yakın kültürel işlevleri de yerine getirebilirler (Tecimer, 2005:95).
Jung’un kullandığı arketipler belli bir seviyeye kadar Platon’un İdealar’ıyla arasında benzerlik gösterir. Platon’a göre, İdealar insan yaşamı başlamadan önce tanrıların zihninde var olan saf ve akli formlardı. Bu nedenle de sıradan dünyamızda olup bitenlerden çok daha ileri ve aşkın bir düzlemdeydiler. Arketipler, bir şeyin genel özelliklerini barındırmaları nedeniyle kolektif yapıdadır. Aynı zamanda belirli tezahürlerinde içkin olarak da kaldılar. Örneğin, her insandaki parmak izinin ve o hatların genel ve anlaşılabilen bir dokusu vardır. Ancak bu izlerin her biri aslında kendine özgüdür. Bundan dolayı hırsızlık yapmaya kalkışan biri yakalanmak istemiyorsa eldiven takmayı unutmaz. Arketipler bir anlamda evrensel ve insana özgü, tek bir ve genel olanın bileşiminden meydana gelir. Tüm insanlığa özgü görünürler ancak her insanda değişik bir şekilde açığa çıkarlar. Jung’un arketiplerinin Platon’un İdealarından ayrıştığı nokta, ereksel ve dinamik yapılarından kaynaklanır. Arketipler, çevresel etkenlere bağlı yaşamsal döngü ilerledikçe, bireyin kişiliğinde ve davranış biçimlerinde kendilerini gerçekleştirmek amacıyla daha etkin bir arayış içerisine girerler (Stevens, 2014:74).
Jung, arketiplerin sürekli aynı kalmadığını, insan beyninin ve bilincin evrimlerle geliştiği ve değiştiği binlerce yıl boyunca biçimlendiğini düşünür. Bu arketip imajların ortaya çıktıkları çağa göre değişikliğe uğradıklarını ya da tümden değiştiklerini vurgular. Özellikle ruhsal ekonomilerin etkisinde kalarak bazıları kare, daire veya araba tekerleği gibi soyut ya da geometrik bir şekilde belirirler. Bu arketipler kendi kendilerine ya da biraz özenle bir araya getirilmiş olarak tipik ve önemli bir simge oluştururlar. Arketipleri imajlarda gördüğümüz gibi duygular biçiminde de görürüz. İnsanların doğum ve ölüm, ergenliğe geçiş dönemi, büyük tehlikeler, doğal engellere karşı alınan zaferler gibi, bilindik ve önemli durumlarla karşı karşıya kaldıkları zamanlarda etkileri özellikle belirgindir. Bu gibi durumlarda Auvergne mağaralarının duvarlarına resmedilmiş bir arketip imajı, günümüz insanının rüyalarında ortaya çıkabilir (Fordham, 2015:29).
Arketipler evrenseldir. İnsanlar, aynı temel arketip imgelerine kalıtımla sahip olur. Dünyanın herhangi bir yerinde doğmuş bebekte, kalıtım yoluyla ona geçen bir anne arketipi bulunur. Bu önceden tasarlanmış anne imgesi, gerçek annenin de ortaya çıkmasıyla bebeğin onunla ilişkileri ve deneyimiyle asıl olan anne imgesine evrilir. Annelerle olan yaşantılar, çocuk yetiştirme yöntemleri, aileden aileye değiştiğinden anne arketipinin ifadesinden bireysel ayrılıklar ortaya çıkar. Jung, ırksal ayrışım yer aldığında, türlü ırkların ortak bilincinde temel ayrılıkların belirdiğini söyler (Hall ve Nordby, 2016:42).
Arketipleri bir bütün olarak düşündüğümüzde, insan ruhunun ortaya çıkmamış güçlerinin toplamını ifade ettiklerini söyleyebiliriz. Tanrı, insan ve evren arasındaki ilişkiler bakımından atalarımızdan bize miras zengin bir bilgi hazinesidirler. Bu bilgi hazinesini açıp, onu yeni bir sürece uyandırmak, bilinçli olarak bütünleştirmek, insanı tekilliğinden kurtarıp, sonsuz kozmik sürece katmak, bilimden ve ruhbilimden de öte bir şey, bir yaşam türü olmaktadır. İnsanın tüm yaşantısının ilk kaynağı arketip, bilinçdışındadır. Oradan da yaşamlarımıza dokunmaktadır. Yansıtmalarını çözümlemek, onları bilinç yüzeyinin üzerine çıkarmak gerekir (Jung, 2006: 52).
- Sponsorlarımız-
Doğrudan bir görünüm olarak kolektif bilinçdışının görüntüsü; arketiplerin ilk imajları olarak rüyalar, zihnin beklenmedik durumları ya da psikolojik fantezilerdir. Böylelikle bu imajların kendilerine ait bir güçleri ve enerjilerinin bulunduğunu, hareket ettiklerini, kavrayışlarının olduklarını, konuştuklarını ve amaçlarının olduğunu da görürüz. Bizi büyülerler ve bilinçli niyetimizi bütünüyle karşıt bir eyleme doğru sürüklerler. Hem yaratıcılık hem de yıkıcılık, bir sanat yapıtı biçiminde bir patlama esinleyebilir. İnsanlığın, geçmişte ve şu an üzerinde büyüdüğü, Tanrılarını ve şeytanlarını yarattığı, onlar olmadan insanın var olamayacağını; güçlü ve etkili o düşüncelerinin tümünü dile getiren, ortaya çıkaran gizli hazinesi olarak görülür. Bu yüzden Jung bilinçdışını, bireyin sadece eskilerini attığı bir bodrum odası olarak görmez. Bilinç ve insanlığın yaratım ve yıkıcı ruhunun da kaynağıdır. Kolektif bilinçdışını tanımlamaya çalışmak, olanaksızı gerçekleştirmeye çalışmaktır. Çünkü onların ne dayandığı sınırları ne de hakiki yapısı hakkında bilgi sahibi olabiliriz. Jung’un çalışmalarının büyük bir bölümü bu göreve ayrılır. Arketiplerle ilgili olarak bizim düşüncelerimizin dahi arketipleri açıkça kavrayamadığını savunur. Çünkü düşüncelerimiz onu icat etmemiştir. Buna karşın rüyalarda ve fantezi dizilerinde görünen farklı imgelerle, insanlar için belli bir önemi olan, tarih arasındaki benzerlikler, dünyanın her tarafındaki mitlerle bağlantılar oluşturulabilmesini ve imgelerin ayırt edilmesini mümkün kılar. Jung, araştırmalarından sonra, bunları insan düşüncesine ve davranışına etki eden belli başlı arketipler olarak belirler ve persona, gölge, anima ve animus, ben olarak adlandırır (Fordham, 2015: 32).