FEYZA TOPRAK
New Age gruplarında yüzeye çıkan en temel kavramlardan biri “Doğa Ana” dır. Doğa ananın kozmik bir kişiliği vardır. Bu kozmik kişilik, Şamanizm ve benzeri inançlar tarafından, fiziksel ve metafiziksel evrenin bilinçaltının ve egonun bütünlüğü içinde düşündükleri bir yere atıfta bulunmak için kullanılır. Bu bütünlük, bireyin kişisel deneyimini aşan, bütüncül bir kavram içinde var olur. Bu büyük bir gizemde “evren” ve “Tanrı” terimi ile eş anlamlı kullanılır. Kaybolma tehlikesi altındaki özne, benliğini “bütün” ile birleştirerek kurtarmaya çabalıyor gibidir. Buna örnek olarak hem Şaman hem de Hint Vedik dini geleneğinden türetilen bütüncüllüğe referans veren bir New Age kavramına atıfta bulunabiliriz.
Hinduizmde bireysel benlik yani “Atman”, bireyin taktığı bir maskeden ibarettir. Bir illüzyon perdesi olarak kabul edilen kişinin ayrı ve özel varoluşunun, kişinin daha geniş doğasını veya Brahman’ını gizlediğine ve kişinin daha büyük benliğini fark etmesi için bu yüzden küçültülmesi gerektiğine inanılır (Campbell, 1976, s. 13). Brahman ve Atman aynı şeyi temsil eder. Sanskritçe Brahman kelimesi, evrene veya bütüne dair olan “ilahi ateş”i, Atman ise bireyi temsil eden “ilahi kıvılcım”ı anlatır. Bu “Ben tanrıyım ve tanrı benim” demektir (Campbell, 1976, s. 339). New Age tanrısı büyük benlik olarak ifade edilen şeydir. Büyük benliğin Tanrı olduğu yerde küçük benlik, günlük yaşamda büyük benliğini gerçekleştirmeyi arzulayan kişidir. New Age’in öznesi temelde Büyük (T)anrı’ya ulaşmak için yola çıkmış, onun tözünü taşıyan küçük (t)anrıdır. New Age maneviyatı Kuantum felsefesi ilkelerinden olan bütünsellik, dolanıklık ve edimsellik iması ve iddiasıyla bir tür “Kuantum mistisizmi” (Heelas, 1996) sunar. Kuantum mistisizmi bireylerin hem birbirinden hem de Tanrı’dan ayrı olmadıklarını savunur. Bunun psikanalitik temellerinin varlığında da söz etmeliyiz. Benlik oluşturma sürecindeki bazı dinamikler, geç kapitalist toplumun psikolojik ve ekonomik yaşam mücadelesi veren öznesinin kolaylıkla New Age inanışlara adapte edebilir. Freud’un narsisizm kuramını yorumlayan Kohut’un düşünceleri bu konuda bize ışık tutabilir.
Freud’a göre birincil narsisizm, bebeğin kendini sevmeyi deneyimlediği ve henüz nesnel gerçeklik bilgisini geliştirmediği bir aşamadır. Burada bebek kendisinin dünyanın merkezi olduğuna inanır fakat bu durum çok uzun sürmez, çünkü bebek her ihtiyaç duyduğunda anne bakım veremeyebilir. Sonunda bebek dünyanın merkezi olmadığını öğrenir. Bebeğin birincil narsisizmi ebeveyn tarafından ihlal edilse de Kohut, çocuğun iki içsel gerçeklik inşa ederek bu deneyimi atlatmaya çalıştığını söyler. Bu deneyimden ilki çocuğun doğuştan gelen sağlamlık, büyüklük ve mükemmellik duygusuna karşılık verenleri (ideallik nesneleri) ve onu onaylayanları (aynalayanları) kendilik nesneleri (self-object) olarak işaretlemesidir. Bunun haricinde çocuğun bir sakinlik, yanılmazlık ve her şeye gücü yetme imgesi olarak güvenebileceği idealize edilmiş bir ebeveyn imgesi oluşturması da gerekir (aktaran Capps, 2001, s. 250). İnsan yavrusu yaşamının ilk yıllarında çevresiyle bir “birlik” deneyimine ihtiyaç duyar. Yaşamın ilerleyen dönemlerinde benlik duygusunun gelişmesi için bu durum yerini “aynılık” ve “biz” olma ihtiyacının doğurduğu yeni deneyimlere bırakır. Kuantum mistisizmi bu benzerlik ihtiyacına cevap verdiğinden; tüm insanlar ve evren arasında bir birlik olduğu iddiasını ortaya koyduğundan kolaylıkla popülerleşmiştir. Kohut’a göre, bu benzerlik deneyimi “önemli bir özdeşliğe” ve “işlev benzerliği”ne odaklanır (Kohut’dan aktaran Hedayat-Diba, 1997, s. 217). Kohut, bu kabul ve onaylamanın, benliğin tam potansiyelini gerçekleştirebilmesi için olgunluk döneminde de var olması gerektiği fikrini ortaya atmıştır. Kohut’a göre, idealleştirme, aynalama ve ikizlikten oluşan bu üç aşamalı kendilik-nesnesi deneyimi, akıl sağlığının ve “tutarlı bir benlik duygusunun, olmazsa olmaz koşulu” dur (aktaran Jones, 2002, s. 22). Bu kendilik nesneleri yalnızca bebeklik döneminde mevcut değildir; aksine bir bireyin yaşamı boyunca, çevresindeki dünyayla birlik ve aidiyet duygusunu geliştirmesi için hayatidir. Ancak, bu kendilik-nesnelerinin doğası gerçekten de bireyin olgunlaşmasıyla değişir. James Jones’un (2002, s. 23) belirttiği gibi, “Olgunluk döneminin kendilik-nesnesi… zorunlu olarak bağımlı olmaktan ziyade, özgürlük, kendilik ve gerçekçilik ile karakterize edilir”. Benlik, kendini idame ettirmesine yarayan kendilik nesnelerinin seçimi konusunda yaşı ilerledikçe daha da mahir hale gelir. Artık bu kendilik nesnelerinden biri New Age maneviyatının Doğa Anası veya Tanrısı olabilir mi? veya Kuantum mistisizmi neoliberal özne için onu aynalayan bir kendilik-nesnesi işlevi görüyor olabilir mi?
- Sponsorlarımız -
Kendilik nesnesi “benliğimizin bir parçası olarak deneyimlediğimiz bir şeydir” ve kendi bedenimiz ve zihnimiz üzerinde sahip olmayı beklediğimiz bir kontrol ile ilgilidir (Capps, 2001, s. 250). Kuantum mistisizmine göre gerçeklik, bireyin öz bilincinin, olasılık evrenindeki sonsuz seçenekler arasından belirlediği şeydir. Kendilik nesnelerinin yansıtma işlevinin yanı sıra, çocuğun bir idealleştirme nesnesine olan ihtiyacı ortadadır. “Bu aşamada ebeveynin en önemli işlevi, idealleştirmenin ortaya çıkmasına izin vermek ve çocuğun ihtiyaçlarına sakinlik, güç ve kabulle karşılık verebilmektir” (Hedayat-Diba, 1997, s. 216). Çocuk, daha büyük bir varlığın parçası olduğuna inanmak ister ve “kendinde olmayan niteliklere sahip istikrarlı, sakin, güçlü, bilge, koruyucu bir kendilik-nesnesi tarafından kabul edilmek ve bu nesneyle birleşmek” ister (Julian, 1992, s. 91). Kuantum mistisizmi Tanrı’yı bir idealleştirme nesnesi olarak tanımlamaktadır. Günümüzde bu ihtiyacı görmek için neden dinlerin klasik Tanrı fikri değil de New Age tanrısallıklar fikri çekici geliyor sorusu kritiktir. Çünkü New Age felsefesinde insanlar ilahi olanın tezahürüdür. Herkes kendi realitesinin nihai yaratıcısıdır. Arzulanan şey her ne ise onu tezahür ettirmek öznenin işidir ve bu neoliberalizmin özneyi dönüşmesini zorladığı konuma çok uygun bir çözüm sunmaktadır. Bazı Pagan spiritüalistleri Tanrılara/Tanrıçalara tekil gerçekliğin veçheleri olarak tapabilirler, ancak bu kendilerini New Age teistleri olarak görenler arasında çok sıradan bir durum sayılmaz. New Age teistleri için dinin merkezi bir tanrısı yoktur, onun yerine evrendeki tüm yaşamın bir kombinasyonu olarak yaratan, nihai bir bilince inanç vardır. Buradaki düşünce, herkesin ruhsal olarak bağlı olduğu bu Tanrı’yı oluşturduğu yönündedir. Tapınmanın gerektiği merkezi bir tanrının olmaması, merkezin bizatihi “kendisi” olması neoliberal özneye iyi gelmektedir. Mistik olmayan dinlerin öne sürdüğü antropomorfik türden farklı olarak kuantum mistisizmi tarafından öne sürülen Tanrı’nın doğası, Tanrı’nın fevkalade aşkın ve tarif edilemez bir “varlık” olmasıdır. Bireyin New Age yönelimi, içindeki tanrısal özellikleri fark etmek, kendini bu yönde eğitmektir. Böyle bir dünya görüşü, daha önce içselleştirilmiş yapıları değiştirerek bireyin psikolojik gelişimini destekleme işlevini üstlenmeye taliptir.