YAKUP EMRAH
Ey Kürtler Amerika’ya Güvenmeyin!
Biz Kürtlere “gösterilen” ve popüler kültür araçlarıyla “sunulan”, hatta “pazarlanan” ABD’yi bilmek ve onu kavramak mümkün değildir. Baudrillard’ın ana argümanı, postmodern çağda, “gerçek” olan ile gerçeğin yapay olarak yeniden yaratılmış bir versiyonu olan “hipergerçek” arasında artık ayrım yapamayacağımızdır ve Kürt için hâlihazırda ki hakikat budur. Bir başka deyişle, hipergerçeklik, düş-hayal ile gerçek ya da hakikat arasındaki ayrımların yapılamadığı ve varlığı ortaya çıkmadığı durumu hakikatin yitimini tanımlamaktadır.
Baudrillard’a göre, insanlar artık gerçekliği doğrudan deneyimlemiyorlar; onun yerine, semboller, görsel medya, reklamlar, simülasyonlar ve diğer sembolik ifadeler aracılığıyla bir tür “üçüncü dünya” olarak adlandırdığı bir dünyayı algılıyorlar. Bu kavram, medya, reklamcılık, tüketim kültürü ve iletişim teknolojilerinin etkisi altında gerçekliğin kaybolduğunu ve insanların simülasyonlar ve semboller tarafından yönlendirildiğini öne sürer. Hiper-gerçeklikte, insanlar artık gerçek ve sembolik dünya arasındaki sınırları ayırt etmekte zorlanırlar ve semboller gerçekliği aşırı derecede çarpıtır. Örnek olarak, birçok kişi televizyon programları, reklamlar ve diğer medya etkileşimleri yoluyla tanıdık yerlere veya olaylara katılıyormuş gibi hissedebilirler. Bu, gerçeklikle sembollerin bu şekilde iç içe geçtiği bir hiper-gerçeklik durumunu yaratır.
- Sponsorlarımız -
Bu bağlamda gerçeklik ile sunulan imge arasındaki uçurum o kadar fazla ki, hakikatin ulaşılmaz uzaklığında duran Kürt, içlerindeki körlüğü fark etmedikçe bu uçurumu aşamayacaktır. Körlük, Kürt algısının sınırlılıklarını temsil etmektedir ki Kürtler gerçekliği hatalı bir şekilde algılıyorlar. Bu da gerçekliğin tam anlamıyla kavranamamasına yol açmaktadır. Çünkü tek gerçek, Amerika’nın Kürtlere ihanetidir. Kürtlere sunulan düş-hayal artık sona gelmektedir. Gördüğümüz sahneler gerçek değil sadece Sarumanın sihirli asasında çıkan Amerika’nın sunulanları, pazarlananlarıdır. Yani hiper-gerçekliktir.
J.R.R. Tolkien’in epik eseri “Yüzüklerin Efendisi”, bu minvalde birçok derin felsefi tema ve sembolizm içermektedir. Saruman, Orta Dünya’nın büyücüleri arasında yüksek bir konuma sahip olan İstari’den biridir. Ancak, gücünün ve bilgeliğinin cazibesine kapılarak karanlık tarafın tuzağına düşer. Saruman’ın sihirli asası, bu gücün sembolüdür ve aynı zamanda hakikatin çarpıtılmasının bir aracıdır. Sihirli asa, büyücünün kontrol ve manipülasyon yeteneklerini simgeler, ancak aynı zamanda bu gücün kaynağı olan hakikati de çarpıtır.
Saruman’ın hedefi, Sauron’un hükümeti altında güç ve zenginlik elde etmektir. Bu hırsı, hakikati çarpıtmak ve adeta bir gölge gibi kendi gerçekliğini yaratmak için kullanır. Sihirli asa, Saruman’ın kendi isteği ve hırsları doğrultusunda gerçeklikle oynamasına aracılık eder. Bu durum, hakikatin ne kadar dirençli olursa olsun, gücün ve iktidarın insanları nasıl saptırabileceğini gösterir. Saruman’ın sihirli asası aynı zamanda bilgi ile ilişkilidir. Ancak bu bilgi, hakikatin arayışı yerine kendi çıkarları doğrultusunda manipüle edilen bir bilgi türüdür. Bu, bilginin nasıl kötüye kullanılabileceğini ve gerçeğin nasıl bükülebileceğini gösteren sarsıcı bir hakikattir. Saruman, kendi gerçekliğini oluşturmak için bilgiyi kullanarak gerçeği çarpıtan bir karakter olarak ortaya çıkmaktadır.
Baudrillard’ın simülasyon kuramı, gerçekliğin kaybolduğunu ve simülasyonun gerçeği gölgede bıraktığını iddia eder. Saruman’ın sihirli asası da gerçekliği değiştirerek, doğanın asıl gerçekliğini gölgede bırakır. Amerika’nın Kürtlere karşı ihanetleri ise yine aynı hikayede ki Rohanlıların çıkmasıyla bitecektir.
İşte son yüzyıl içerisinde Kürtlerin yaşadığı hayal kırıklıkları ve başta ABD olmak üzere Batı’nın Kürtler tarafından ihanet olarak nitelenen uygulamaları:[1]
- Sponsorlarımız-
1- Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’ndan zararlı çıkması ve çöküşü ardından 1920’de imzalanan Sevr Antlaşması, Türkiye’deki Kürtlere Suriye, Irak ve İran dışında bir bölgede özerklik kurmaları için alan sağladı.
Kürtler, Ankara’nın karşı çıkışı ve Washington’ın desteği sonrasında 1923’te Lozan Antlaşması’nda ilk kez hüsrana uğradı. Zirâ Lozan Antlaşması, Suriye ve Irak’taki Bereketli Hilal’in Paris ve Londra tarafından paylaşılmasına kapı açtı. Büyük güçlerin kendilerine vaat ettiği bu bölge en nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti’nin oldu.
ABD gibi İngiltere de Ağrı Kürt Cumhuriyeti’ni bir kenara bırakarak Ankara ile ilişki kurmayı tercih ettiklerini gösterdi. Dolayısıyla Türkiye’den güneydeki komşu ülkelere, bilhassa kuzeydoğu Suriye’ye büyük bir Kürt göçü gerçekleşti. Hatta Baasçı Şam, Kürtlere karşı söyleminde bu göç hususuna odaklanarak onların Suriyeli olmadıklarını ifade eder.
- Advertisement -
2- ABD, 1958’de iktidara gelmesi ardından Abdülkerim Kasım rejimine karşı Iraklı Kürtleri, sonrasında ise 1963’te devrilmesini sağlayan darbeyi destekledi.
Irak’taki yeni Baas rejimi, Kürtlere karşı sert bir tavır aldı. Sovyetler Birliği’ne doğru bir akım olduğunda Washington, Irak’taki durumu istikrarsızlaştırmak amacıyla Kürtleri silahlandırma ve destekleme hususunda o sırada Şah tarafından yönetilen Tahran ile iş birliğinde bulundu. ABD’nin Kürtlere yönelik bu desteği, Camp David Sözleşmesi’nin imzalanması ve Mısır’ın Arap denkleminden çıkması sonrasında Irak içinde huzursuzluk yaratmak amacıyla yenilendi. Eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in ifade ettiğine göre, Kürtlere verilen askeri destek ile Kürtlerin zaferi değil, Bağdat egemenliğinin zayıflatılması amaçlandı. Bayık Komisyonu’nun ABD Kongresi’ne sunduğu raporda bu husustaki ayrıntılar ve bu politikanın, savaşmaya devam etmeleri için teşvik ettikleri Kürt işbirlikçilerine intikal etmediği iddiası yer alıyordu.
ABD daha sonra Aralık 1975’te Irak eski Cumhurbaşkanı Ahmed Hasan el-Bekir’i temsil eden Saddam Hüseyin ile İran Şahı arasında kaydedilen bir anlaşmaya sponsor oldu. Böylece Tahran, yeni ABD Başkanı Gerald Ford yönetiminin onayıyla Irak Kürtlerine verdiği desteği bıraktı.
3- Iraklı Kürtler, 80’ler ve 90’larda pek çok kez ABD’nin ihaneti ile karşılaştı. Başkan Roland Reagan yönetimi, Bağdat’ın Irak Kürdistanı’nda kimyasal silah kullanmasına sessiz kaldı.
1991’deki Körfez Savaşı’ndan sonra Iraklıları Bağdat’a karşı harekete geçmeye teşvik eden George H. W. Bush yönetimi ise daha sonra onları terk etti. Bush, Irak ordusunu ve Irak halkını meseleyi kendi ellerine almaya, diktatör Saddam Hüseyin’i istifaya zorlamaya bizzat çağırdı. Ancak Irak’ın güneyindeki Şiiler ve Suriye sınırı yakınlarındaki Kürtler ayaklanınca pek bir şey yapmadı. ABD, 90’ların ikinci yarısında Kürt varlığının artmasına imkan sağlayan bir hava ambargosu uyguladı. Kürtlerin bu yükselişinin Suriye, Türkiye ve İran arasındaki koordinasyon ile karşılanması, sınırlarda ‘mini Kürt devletlerinin’ ortaya çıkmasına sebep oldu.
4- 11 Eylül 2001 olayları ardından Başkan George W. Bush Irak’ın işgali emrini verdi. Kendileri ve siyasi liderleriyle koordinasyon kurulması ardından Kürtler Irak rejim değişikliğinin başlıca kazananları arasında yer aldı. ABD’nin DEAŞ’a karşı savaşta onlara itimat etmesi üzerine kazanımları pekişmiş oldu.
[1] [1] İbrahim Hamidi-AAWSAT