Yakup Emrah
Bütün iktidar biçimleri mutlaka “ötekiye” ihtiyaç duymaktadır. Bu İktidar biçimi varoluşsal bir tehlikeye girdiği zaman politik yalnızlık temelinde öteki’yi gündem edecektir. Bu noktada Roma devlet hukukunda Hostis Deklarasyonu olarak bilinen “düşman ilan etme kurumu”nun olması ötekiyi daha derinlikli anlamayı sağlıyor.
Yaşayan herkesin kendini sevmesi gibi iktidarlarda kendini sevmektedir ve bu radikal sevgi kendine tapıcılığı doğurmaktadır. Bundan dolayı olumsuzluklarını bu tapıcılıkla ötekinin omuzlarına bırakmışlardır. Yani bütün ötekiler olumsuzdur. Yine İktidarlar, bunu büyük bir kollektif narsisizmle yapmakta ve hayali düşman imgeleriyle varlıklarını muhafaza ettiklerini düşünmektedirler.
Bu grup narsisizmin nesnesi yine kendisidir. Kendi tarihini, büyüklüğünü, mitolojisini, başarılarını tanrısal bir kutsallıkla savunur. Bunun bilinçdışı temellerinde korkunç bir arzu yatmaktadır. Şöyle ki; narsist toplum/grup, ödemiş olduğu bedelleri temelde vatan, millet, din, ideoloji, sınır için değil aslında kendi çıkar ve menfaatleri adına yaparlar. Yaptıkları şey, kötülük kaynağı olan gölgelerini tek bir liderin, tiranın, önderliğin gölgesiyle birleştirmektir. Her an ölüm sloganları atanlar, şizofrenik derecede kini ve nefreti kutsayanlar temelde kendi çıkarları adına yapmaktadırlar. Aynı argümanlara sahip aynı narsist grup çıkarları adına diğer gün daha güçlü bir iktidar aklının yanında durabilirler ve yeni iktidarlar için ölebilir ve öldürebilirler. Tarih bu barbarlığın kötü sahneleriyle doludur.
- Sponsorlarımız -
Bunu daha iyi anlamak için Sigmund Freud’un “ölüm içgüdüleri” üzerinde durmamız gerekecektir. “Zihinsel İşleyişin İki İlkesi Üzerine Formülasyonlar” adlı makalesinde bilinçdışı zihinsel süreçlerin en temelde haz elde etmeye çabaladığını iddia etmektedir. Fakat bu haz/ mutluluklar peşinde koşma ve hayatta kalma içgüdüsü insanoğlunun bütün psişik süreçlerini anlamlandırmak için yetersizdi. Freud daha sonra ölüm içgüdüsü üzerinde çalışmalarda bulunur. Freuda göre ölüm tam olarak tanımlanamadığı için bilinçdışı ölümsüzlüğe inanmıştır ve bu ölümsüzlüğe inanma durumu ise saldırganlık ve yıkım olarak somutlaşmıştır. Yani insanın bütün bir gayreti hayatta kalma savaşıdır. Freud buna Thanatos adını verir. Karşıt içgüdüyede Eros (yaşam içgüdüsü) adını verir.
Thanatos’u kendilerine Tanrı kabul eden iktidarlar yada toplumlar; ölüm içgüdüsüyle, kendi içlerinde ki yaşamı ölümsüzlük adına öldürmüşlerdir. Yoketme arzusu, güç sahibi olma tutkusu, aşağılama, hor görme, acı verme gibi sadist yaklaşımlar, kibir, sermaye seviciliği, sapkınlıklar gibi tutumlar Thanatos’tan kaynaklanmaktadır. Thanatos’un kitleye dönüşmesi ise Nazi Almanyası, Faşizm, Stalinizm gibi toplumlar inşa etmektedir ve bu Tanrının emir buyurduğu ibadet ise şiddettir.
Bu minvalde diyebiliriz ki, Kürtler toplumsal narsisizmin ve toplumsal içgüdülerin derin kuşatmasına rağmen kendi kollektif ruhu’nu canlı tutmaya çalışmaktadır. Ama kötü ruhlar Kürtlerden Hegel’in ifade ettiği “başkaları için varolma” tutumunu istemektedirler. Bilinç dışına kadar sömürgeye tabi tutulan Kürt birey, diğerlerinin narsist ve nekrofili (ölüm sever) tutumlarıyla her geçen gün daha çok öteki olmaktadırlar.
Bütün ötekiler gibi Kürtlerde olumsuzdur. İktidarların ise ötekiden/Kürtten istedikleri şey mazoşist eğilimdir. Çünkü bütün iktidarlar Sadisttirler. Sadist kişilik karşısında ki kişiye acı yada zarar vermekten haz duyarken; Mazoşist kişilik ise kendisine acı verilmesinden ve zarar görmesinden zevk duyar. Mazoşist kişilikleri yaratan sadist kişiliklerdir. Terkedilmişlik ve yalnızlık duygularını gündem eden sadistler, mazoşistlerden daha büyük bir gücün parçası olarak kendi değersizliklerini ancak kendileriyle aşabilmelerini ve böylelikle güçlü olabileceklerini bir şeytan edasıyla ilham ederler.
Toplumsal narsizm ve toplumsal içgüdülerle toplumu yönlendiren kötü ruhlar, Erich From’un dediği gibi Kürtlerden kendi bireysel benliğinden vazgeçmesini, bir robot haline gelmesini, milyonlarca robot ile büyük bir uyumla kendilerini yalnız hissetmemelerini istemektedirler. Kürt için yalnızlıktan kurtulma terapisini, kendilerine benzemek olarak kararlaştırmışlardır. Ölüm içgüdüleri ve toplumsal narsisizminin yıkıcılığıyla Kürtlerden özgürlükten kaçışı önermişlerdir. Çünkü Kürtlerin bütün bir huzuru, özgürlük sorumluluğunun omuzlarından inmesiyle mümkün olacaktır.
- Sponsorlarımız-
Bunlara rağmen Kürt nekrofili (ölüm sever) değil biyofili (yaşam sever) olduğunu hem kollektif bilinçdışıyla hemde tarihsel gerçekliklerle göstermiştir. Yine ne toplumsal olarak sadisttirler ne de toplumsal olarak mazoşisttirler. Bilakis otoriteye “hayır” demenin, acının değil mutluluğun, ölümün değil yaşamın, zulmü değil adaletin sesi oldukları için bedel ödemektedirler.