Folklor Edebiyat Dergisi
Kurtuluş Kıymet
Eski Mezopotamya’da odak noktasını Aşk Tanrıçası İnanna/İştar ve Çoban Tanrısı Dumuzi’nin oluşturduğu bir bereket kültünün varlığı anlaşılmaktadır. Bu kültle ilişkili olan edebi metinler belli başlı üç başlık altında değerlendirilebilir: Birincisi, çiftin evliliği etrafında dönen aşk şarkılarıdır. Bunlar kutsal evlilik töreni olarak adlandırılan şarkı ve methiyelerdir. İkincisi, İnanna veya İştar’ın yer altına inişini anlatan ve Dumuzi’nin ölümü ile sonuçlanan edebi metinlerdir. Üçüncüsü ise, üzücü sonla ilgili ağıt ve yakarılardır (Kramer 1970: 135; Çığ 1998: 14-15).
Kuşkusuz İnanna, Mezopotamya’nın en önemli tanrıçasıdır. Sümerlilerin ortaya çıkışından, Mezopotamya uygarlığının sonuna kadar varlığını korumuş ve önemini giderek artırmıştır. Uruk kentinin en eski belgelerinde bile ismine rastlanmaktadır. İsmi “gökyüzünün hanımefendisi” anlamına gelen tanrıçanın, başta gelen kült merkezi Uruk kentidir. Bütün Mezopotamya’da onun adına tapınaklar dikilmiştir, ama en önemlisi Uruk’taki Eanna tapınağıdır. Aşk, cinsellik ve bereket tanrıçası olarak bilinir. Aynı zamanda savaşla ilişkili sayılmış, kralların ve yönetici sülalelerin koruyucusu olmuştur. Eşi Çoban Tanrısı Dumuzi olan tanrıça, Sami kültürlerdeki İştar ile bir tutulmuştur. İnanna/İştar’ın en yakın dengi Kenanlı Astarte, daha sonra Yunan Afrodit ve Romalı Venüs’tür. İnanna, cinselliğin ve çoğalmanın tanrıçası olarak, Mezopotamya kutsal evlilik töreninin merkezindeydi. Adına yazılmış şarkılar içinde özel bir bölüm oluşturan kutsal evlilik törenleri adlı metinlerde tanrıça, ülkeye bereket getirmek ve yaşamı yenilemek için sembolik olarak kral ile cinsel açıdan birleştirilirdi. İnanna, diğer herhangi bir Mezopotamya tanrısına göre çok daha fazla bir şekilde şiirlere ve şarkılara ilham kaynağı olmuştur. En güzel methiye ve yakarılar onun onuruna düzenlenmiştir. Ayrıca onunla ilgili çok sayıda mit günümüze ulaşmıştır (Leick 2003: 86-88; Leeming 2004: 40-41; Pettinato 2005: 4402-4406; Penglase 2005: 13-14; Nardo 2007: 145-146; Holland 2010: 118-122).
- Sponsorlarımız -
Sümerliler, aşk ve savaş tanrıçası ile krallarının yapacağı sembolik bir evliliğin ülkelerine bolluk getireceğini düşündüler. Bu evlilik töreni ilk kez Uruk’ta, kentin dördüncü kralı Dumuzi tarafından gerçekleştirildi. Çoban tanrısı haline getirilen Dumuzi’nin tanrıça ile yaptığı evlilik töreni geleneksel hale geldi. Ur-Nammu, Şulgi ve İddin-Dagan gibi ünlü krallar için de yapıldı. Her ne kadar ayrıntıları bilinmese de kutsal evlilik töreni, bir kentin tapınağında, kralla İnanna’nın rahibesi arasında cinsel birleşmeyi gerektiriyordu. Krallar bunun için Uruk kentine dahi yolculuk etmişlerdir. Kutsal evlilik, Sümerliler için zamanla ulusal bir tören haline gelmiştir. Şairler tarafından yıllar boyunca anlatılan, şarkı ve müzikle kutlanan bu sembolik eylem (Yunanca hieros gamos = kutsal evlilik), zamanla farklı biçimlerde Sümerce ve Akadca olarak kaydedilmiştir (Kramer 1970: 135 vd.; Kramer 1998: 242-260; Çığ 1998: 14; Holland 2010: 119). İlk defa M.Ö. 3. binin ilk yarısında meydana geldiği düşünülen bu törene ait Sümerce yazılı belgelerse, sözünü ettiğimiz döneme değil, M.Ö. 2. bine aittir. Bununla birlikte eldeki metinlerin, M.Ö. 3. binin son yüzyılında kaleme alınmış belgelerden çoğaltılmış olması muhtemeldir (Kramer 1970: 136).
İnanna ile ilgili mitler arasında en önemlilerinden bir tanesi, onun yer altına inişini anlatır. Bu söylence Sümerliler’den Akadlılar’a geçmiş, oradan da Doğu Akdeniz’e ve Hurriler aracılığı ile de Anadolu’ya Hititlere aktarılmıştır. Çok büyük farklar olmakla birlikte Yunan ve Mısır dünyasında da benzerleri görülmektedir. Ayrıntılı bir şekilde kaleme alınan öykü, hem Akadca nüshası sayesinde hem de Sümercesinin neredeyse tamamlanmış olması nedeniyle iyi bilinmektedir.
Çok fazla parçadan oluşan, farklı dönemlere ait olan ve ayrı ayrı müzelerde yer alan nüshaların tekrar bir araya getirilip, öykünün tamamlanması uzun yıllar almıştır. Bu konuda başta S. N. Kramer olmak üzere çok sayıda araştırıcının katkısı olmuştur (Kınal 1965: 1-2; Wolkstein-Kramer 1983: 127-135; Kramer 1988: 144-145). Sümerce tabletlerin çok büyük bir kısmı, ünlü dinsel merkez Nippur’dan gelmektedir ve M.Ö. 1750 civarına tarihlenmektedir (Wolkstein-Kramer 1983: 127). Ur kentinde bulunan tabletlerin de dört tanesi bu öyküye aittir (Wolkstein-Kramer 1983: 134). Öykünün Sümercesi 400 satırın üzerindedir (Dalley 2000: 154; Pettinato 2005: 4403-4404). İki Akadca yazmadan Orta Asur Çağı’na tarihlenen son derece kısa bir parçadır. Mite yeni bir bilgi katmayan bu tablet Asur kentinde bulunmuştur (Speiser 1969: 107; Pettinato 2005: 4403). Ninive’deki Asurbanipal’in kütüphanesinden gelen ve M.Ö. 8.-7. yüzyıla ait olan Yeni Asur yazması, İştar’ın yer altına inişi olarak bilinir. 138 satır uzunluğundaki metinde belli başlı olaylar ve tanrılar aynıdır (Speiser 1969: 107; Pettinato 2005: 4403- 4404; Holland 2010: 155).
İnanna’nın yer altına inişi mitini şu şekilde özetlemek mümkündür: Venüs yıldızı, Gökyüzünün Kraliçesi, hırslı tanrıça İnanna hâkimi olduğu göklerden yer altına inmeye karar verir. Kutsal yasaları toplar, kraliçelik elbiselerini ve takılarını giyerek yola koyulur. Dönüşü olmayan bu ülkeye yapılacak olan yolculuk metinde, “yukarıdaki büyükten, aşağıdaki büyüğe inmeyi aklına koydu” şeklinde başlar. Yer altının sahibesi ise ablası, ölüm tanrıçası Ereşkigal’dir. Ablasının kendisini öldüreceğinden korkan İnanna, yola çıkmadan önce, ulağı Ninşubur’a eğer üç gün içerisinde dönmezse tanrılar meclisinde yakarmasını, sırasıyla Enlil, Ay Tanrısı Nanna ve bilgeliğin tanrısı Enki’nin huzurunda, tanrıçası için ağlamasını emreder. İlk iki tanrı yardımcı olmazsa, “hayat yiyeceğini ve hayat içeceğini” bilen Enki’nin, kendisini yaşama döndüreceğinden emindir. Harekete geçen İnanna ölüler diyarında ablasının tapınağının önüne gelir. Burada baş kapıcı Neti ile karşılaşır ve neden burada olduğu sorulur. Bir bahane uyduran tanrıça, Ereşkigal’den alınan talimatla içeri alınır. Ölüler diyarının yedi kapısından geçerken, her bir kapıda elbiseleri ve takıları sırasıyla üzerinden alınır; bu konudaki itirazları fayda etmez. İnanna, ablasının karşısına çıktığında çıplaktır, yani bütün güçleri elinden alınmıştır. Yer altının yedi yargıcı Anunnakiler ölüm bakışlarını diz çökmüş tanrıçaya çevirdiklerinde İnanna ölür ve cesedi bir kazığa asılır. Üç gün üç gece geçtikten sonra tanrıçanın ulağı Ninşubur, aldığı talimat gereğince önce Enlil ve Nanna’nın, ardından da Enki’nin huzurunda yalvarıp yakarır. İnanna’nın öngördüğü gibi ona yardım etmeyi sadece Enki kabul eder. Enki, kurgarru ve kalaturru adlı cinsiyetsiz iki yaratığı tasarlar, onlara “hayat yiyeceğini ve hayat içeceğini” verir ve bu yiyecekle içeceği İnanna’nın cansız bedenine dökmelerini emreder. Sonuçta İnanna canlanır ancak; dertleri sona ermiş değildir. Çünkü Ereşkigal’in hüküm sürdüğü yer altından çıkmanın tek kuralı yerine yeni bir tanrı bulmaktır. Bu kural İnanna için de işletilmiş ve yerine birini getirmesi şartıyla, yiyecekten ve içecekten habersiz, merhameti olmayan, çirkin galla cinleri ile yeryüzüne çıkmıştır. Bu acımasız şeytanların baskısı altında önce Umma, ardından da Badtibira kentlerine gider. Son olarak koruyucu tanrısı Dumuzi olan Kullab’a varır. Burada Dumuzi’yi merasim elbiseleri içinde tahtına kurulmuş, adeta karısının başına gelen felaketi kutlar biçimde görünce sinirlenir ve Dumuzi’yi yanındaki cinlere teslim eder. Başına gelen bu beladan ötürü Dumuzi ağlamaya başlar ve Güneş Tanrısı, aynı zamanda kayınbiraderi olan Utu’ya yakarmaya başlar. Cinlerden kaçabilmek için ellerini yılan eline, ayaklarını ise yılan ayağına çevirmesini ister. Dileği kabul edilir ve bu şekilde kaçmayı başarır. Ne var ki hemen ardından cinler tarafından tekrar yakalanır (Kınal 1965: 3 vd.; Kramer 1969: 53-57; Jakobsen 1976: 55-60; Wolkstein-Kramer 1983: 52- 73; Kramer 1998: 135-144, 258-259; Çığ 1998: 15-17; Kramer 1999: 157-172; Kramer 2002: 202-205; Leick 2003: 91-93; Eliade 2003: 85-87; Black-Cunningham-RobsonZólyomi 2004: 65-75; Penglase 2005: 14-16; Pettinto 2005: 4403)
Metnin kırık olan ve kısmen tamamlanabilen son satırlarından anlaşıldığına göre, İnanna, Dumuzi’nin kız kardeşi Geştinanna’nın ricası ile onu aramaya kırlara gider. Bulamayınca bir sinek, ödül karşılığında Dumuzi’nin yer altında olduğunu söyler. Dumuzi, İnanna veya Ereşkigal’in emri ile yılın yarısını yer altında geçirmeye mahkûm edilir. Yılın diğer yarısında ise Dumuzi’nin kız kardeşi Geştinanna yer altında kalacaktır. Metin, tanrıça Ereşkigal’a iki satırlık bir methiye ile sona erer (Kramer 1966: 31; Jakobsen 1976: 60-61; Kramer 1998: 259; Leick 2003: 93; Black-Cunningham-RobsonZólyomi 2004: 75; Penglase 2005: 16)
- Sponsorlarımız-
Bu öykünün sonunu daha ayrıntılı bir biçimde başka metinler yardımıyla izlemek imkânı vardır. Bunlardan “Dumuzi’nin Rüyası” adı verilen öyküde Dumuzi, kötü olayların habercisi olan bir rüya görür. Kız kardeşi Geştinanna bu rüyayı yorumlar ve ölüler dünyasındaki cinlerin onu bulmak üzere olduklarını haber verir. Dumuzi’nin dört sefer tekrarlanan kaçma girişimi başarısız olur ve sonunda galla cinleri tarafından yanağına çivi ve sopalarla vurmak yoluyla öldürülür (Wolkstein-Kramer 1983: 74-84; Kramer 2002: 206-212). “Dönüş” adı verilen ikinci öykü ise Dumuzi için bir yakarı ile başlar. İnanna, Dumuzi’nin annesi Sirtur ve kız kardeşi Geştinanna onun için ağlarlar. İnanna ve Geştinanna onu aramaya koyulurlar. Bir sineğin yardımıyla Dumuzi kırda ağlarken bulunur ve İnanna onun, kız kardeşi ile dönüşümlü olarak yarım yıl yer altında kalmasına karar verir (Wolkstein-Kramer 1983: 85-89).
Dumuzi’nin dönemsel olarak ölüp dirilmesinin, mevsimsel döngüyü ifade ettiği söylenmiştir. Dumuzi yeryüzüne baharda çıkıp, karısıyla birleşerek, doğanın yeniden canlanmasını sağlar, hayvanlar çoğalır, tohumlar filizlenir ve hasat mevsimi gelir (Çığ 1998: 16-17; Dalley 2000: 154; Armstrong 2006: 40). ÇobanTanrısı yeniden ortaya çıkmak üzere yok olduğuna göre, bu durum, yaşam ve ölümün art arda gelişi ve insanların, hatta tanrıların bile bunu kabullenmesi gerektiğini de ifade etmiş olabilir (Eliade 2003: 88). İnanna’nın yer altına giderek kayboluşunun ise, Venüs yıldızının dönemsel olarak görünmez oluşunun neden bilgisel bir anlatımı olduğu da ifade edilmiştir (Leick 2003: 88). “Dumuzi’nin ölümü yalnız mitolojiler ve şarkılar içinde anılmakla kalmamış, aynı zamanda Sümer kentlerinde özel matem günleri yapılarak çeşitli törenlerle onun ölümü temsil edilmiştir.” (Kramer 1998: 259). 140 satırlık Asur nüshası, taklimtu ritüeli için bir talimat ile sona erer. Dumuzi ayında (Tammuz = Haziran/Temmuz) yapılan ayinde Dumuzi’nin heykeli yıkanır ve yağlanır, ayrıca Ninive’de sergilenir (Dalley 2000: 154; Holland 2010: 155; Mccall 2011: 109). İnanna’nın neden yer altına inmek istediği ise başka bir tartışma konusudur. Bunun metinde anlatılan görünürdeki sebebi, ablası Ereşkigal’in eşinin ölümü nedeniyle cenaze merasimine katılmaktır (Kramer 1998: 139). Ancak İnanna’nın asıl amacı, gücünü gökyüzünden yer altına kadar genişletmek istemesidir. Tanrıçanın hırslı kişiliği, güç için doymak bilmez karakteri (Black-Cunningham-RobsonZólyomi 2004: 65) ve metinde geçen, yer altının güçlerini arzuladığı yönündeki ifadeler buna kanıttır (Black-Cunningham-Robson-Zólyomi 2004: 71; Penglase 2005: 16).
Sümer’in neşesi, Aşk ve Savaş Tanrıçası, hırsın ve kavganın sembolü, gökyüzünün kraliçesi İnanna ve onun eşi Çoban Tanrısı Dumuzi ile ilgili bereket kültü yüzyıllar boyunca şairlere ilham kaynağı olmuştur. Kaleme alınan eserler çalgılar eşliğinde söylenmiş, nesilden nesile aktarılmış, hem onun hakkındaki hikâyeler, hem de eşi Çoban Tanrısı’nın uğradığı acı son karşısında yakılan ağıtlar başka kültürlerin de beğenisini kazanmıştır. İnanna-Dumuzi kültü ile ilgili metinler Mezopotamya’nın sınırlarını aşmış ve Ortadoğu’nun neredeyse tamamını kaplamıştır.
- Advertisement -
İnanna ve Dumuzi arasındaki evlilik yapılırken söylenen aşk şarkıları, Tevrat’ta Şarkılar Şarkısı adı verilen bölümle, konu ve cümleler bakımından büyük benzerlikler taşır. Böylesine açık saçık şarkıların bir din kitabında neden yer aldığı uzun süre zihinleri meşgul etmiş ve bu durum Sümer-Akad mitlerinin çözülmesi ile açığa kavuşmuştur. Tevrat’taki Şarkılar Şarkısı’nın tamamı veya bir kısmı, bir İbrani kralının, bereket tanrıçası ile yaptığı kutsal evlenme töreninde söylenen şarkılar olmalıdır. Mezopotamya kültüründen Kenanlılara aktarılan anlatılar, oradan İbranilere de geçmiştir (Çığ 1998: 17; Kramer 1998: 252).
Sümer belgelerinde görülen öteki dünya hakkında fikirlerin, İbranilerde benzerlerini görmek mümkündür. Dumuzi’nin ölümü ve tekrar dirilişi motifinin Filistin’e geçtiği anlaşılmaktadır. Kudüslü kadınların Peygamber Hezekiel döneminde Tammuz (Dumuzi) için ağıt yaktıkları bilinmektedir (Kınal 1969: 19; Kramer 1998: 259; Kramer 2002: 390).
Batı Sami mitolojisinin en önemli kaynaklarını oluşturan Ugarit metinleri arasında, Baal ve Ölüm adı verilen şiir bir tarım mitidir. Yağmurla özdeşleştirilmiş Tanrı Baal’ın öldükten sonra yeniden dirilmesi sonucu, toprağa hayat verişini ifade eder. Yağmur getiren Baal, bir gün, ölüm ve verimsizlik tanrısı Mot’un saldırısına uğrar. Mot, onu kolaylıkla etkisiz hale getirir ve ölülerin topraklarına inmeye zorlar. Bu olay karşısında tanrıların babası El bile çaresiz kalır. Baal’i aramaya kız kardeşi ve karısı, tıpkı İnanna gibi öfkeli tanrıça Anat ve Güneş Tanrısı Şapaş gider. Öfkeden kudurmuş olan tanrıça Mot’u orakla ikiye böler ve nasıl olduğu bilinmese de Baal’ı yaşama döndürür. Bu mitte Baal, toprağa düşerek yer altı dünyasına nüfuz eden, bitkileri dölleyerek onların yeşermesini sağlayan yağmurun kişileştirilmiş halidir. Yağmur mevsiminden sonra kavurucu Akdeniz sıcaklarında insanlar hayat getiren yağmuru taşıyan Baal’in yeniden canlanmasını beklerler. Mot ise kavurucu yaz sıcağı ve ölümle ilişkilidir. Öykü Baal ve Anat’ın cinsel birleşmesi ile sona erer (Sznycer 2000: 1108-1112; Armstrong 2006: 37- 38). “Her yıl ölen ve dirilen tanrı Baal’ın hikâyesi, her şeyden önce yazın kuraklığından sonra, toprağın bereketini ve bitkilerin her yıl yeniden yeşermesini sağlayan ve Ugaritlilerin hayatında çok temel olan yağmurun dönüşünün, mitik plana yansımasıdır.” (Sznycer 2000: 1112)
ycer 2000: 1112). Hem Mısır’ın kendi hiyeroglif kaynaklarından hem de Yunan anlatılarından bilindiğine göre Eski Mısır’da dirilerek yeryüzüne geri dönen bir tanrı mevcuttur. Mısır mitolojisinde İsis, Osiris, Seth ve Neftis dört kardeş tanrıdır. Bunlardan kral olan Osiris, Seth tarafından öldürülür ve yerinden edilir. Kardeşleri İsis ve Neftis onun için yas tutarken, Osiris de yer altında sonsuzluğun efendisi olarak hüküm sürmeye başlar. Bu duruma çok üzülen büyü tanrıçası İsis, ölü Osiris’le birleşerek ondan hamile kalmayı başarır. Doğan çocukları Horus’u ise büyüyene kadar bataklıkta saklar. Horus, Seth’e karşı mücadele edip taç giydikten sonra Osiris’i diriltir. Dirilen Osiris bitkilerin bereketini sağlamıştır. Daha M.Ö. 3. bin kadar erken bir tarihte o, bereketi ve büyümeyi simgeler olmuştur. Nitekim Osiris bu mitte tanrıları buğday ve arpa ile güçlendirdiğini ifade etmiştir (Eliade 2003: 123-124; Hart 2010: 46-58).
Klasik Batı dünyasında da bir tanrı veya tanrıçanın yılın bir kısmını yer altında geçirdikten sonra yeryüzüne çıktığında bolluk-bereketi getirmesi ve baharın başlamasını sağlamasına ilişkin örnekler mevcuttur. Kybele-Attis, Demeter-Persefon ve AfroditAdonis olarak bilinen bu söylenceler, toprağın bereketini, bitkilerin öldükten sonra yeniden dirilmesinin simgelerler. Bunlardan Attis’in ölen bedeninin, sevgilisinin ricası üzerine, Zeus tarafından hiç bozulmaması sağlanmış ve saçları büyümeye devam etmiştir. Persefon ise Zeus’un kararı ile yılın üçte ikisini yani bahar aylarını annesi Demeter’in, geri kalanını ise yani kışı, yer altında Hades’in yanında geçirmek zorunda kalmıştır. Yine Zeus’un kararıyla Adonis de yılın dört ayını yer altı tanrıçası Persefon ile geri kalan dört ayını ise Afrodit’in yanında geçirmiştir. Bu durumu kıskanan tanrılar onu öldürmüşler ve Adonis’in kanından bahar çiçekleri açmıştır. Baharla yeryüzüne dönen bitkisel varlığı simgeleyen Adonis’e özellikle Suriye’de kadınlar tapmışlardır. Onun adı, İbranice Tammuz’un Yunancalaştırılmış şeklidir (Erhat 1993: 11-12, 15-16, 85-86).