“[…] ‘Tanrı’ya şikâyette bulunmak’, geleneksel Çin edebiyatında yazarın doğrudan Tanrı ile konuştuğu ve şahit olunan adaletsizlikler hakkında ona sorular yönelttiği köklü bir gelenektir. Çinli yazar Zhang Cınciye, ülkesindeki Sufilerin yaşadığı uzun ve ıstıraplı tarihin bir nedeni ve izahı için Tanrı’ya yönelir ve üç soru sorar: ‘Ey Tanrım, İbrahim’in oğlunu kurtaran o kurbanlık kuzu bize ne zaman görünecek? Yoksa biz, cahiliye yolunun takipçileri olarak, kuzu olmak kaderine mi sahibiz? Bu ne anlama geliyor? Yoksa günah işleyen, haksızlık ve bozgunculuk yapan bu baskıcı gücün mutlu İsmail olduğu anlamına mı geliyor?’ […]”
[Stefan Henning’in Comparative Studies in Society and History dergisinin 51. sayısında (2009) yayımlanan Çinli yazar Zhang Cınciye ile ilgili makalesinden.]
* * *
1871 yılında, Çin’in kuzeyindeki Ningşia eyaletindeki, Cahiriyye olarak bilinen Çinli Sufi tarikatının beşinci lideri, umutsuzluğun eşiğinde, kalesinde kapana kısılmıştı. Devlete karşı başarısız bir isyanın ardından, kaçan bazı Müslümanları himayesine almış ve onları koruyacağına söz vermişti.
- Sponsorlarımız -
İmparatorluk ordusu, onların peşine düştü ve Cahiriyye taraftarlarını acımasızca cezalandırmaya koyuldu: Şehirlerini ve kalelerini kuşattı, ezici bir güçle karşılarına çıktı ve kaçış yollarını kesti. Kuşatmanın şiddetlendiği ve imparatorun ordusunun surların dışında kamp kurduğu bir gece, Ma Hualung adındaki rehber şeyh, imamın yanına giderek, ona bayramda sunulabilecek en değerli kurbanı sordu. İmamla kısa bir sohbetin ardından rehber, gerçek kurbanın bir koyun ya da deve değil, oğlunu ölüme adayan İbrahim Peygamber’in örneği olduğunu anladı. “Toplumu kurtarmaya karar verdim, kendimi kurban olarak sunacağım,” dedi. Ardından kapıdan çıktı ve teslim olmak üzere düşman kampının komutanına doğru yürüdü.
Ma Hualung hemen idam edilmedi; ölmeden önce iki ay boyunca ağır işkencelere maruz kaldı. Bu süre zarfında imparatorluk ordusu, ulaşabildikleri bütün torunlarını -toplamda üç yüzden fazla akrabasını- öldürdü. Fakat buna rağmen, liderin bu büyük fedakârlığı, savaşı etkili bir şekilde durdurmuş ve topluluğu yok olma tehdidinden kurtarmıştı.
Bu anlatı, Çinli yazar Zhang Cınciye’nin ünlü eseri Ruhun Tarihi’nde yer alan Cahiri tarikatının mirasına dair pek çok hikâyeden biridir. Eser, 1990’ların ortalarında yayımlandığında Çin’de çok satanlar listesine girmeyi başarmıştı.
Cahirilik, 18. yüzyılda Yemen’e seyahat edip orada eğitim gören ve dönüşünde kendi cemaatini kuran Çinli bir “veli” aracılığıyla Çin’e getirilen bir Sufi tarikatıdır. Tarikatın adı, “konuşmak” ilkesinden gelir ve öğretileri, kişinin hayatını inançlarına ve ahlaki değerlerine göre şekillendirmesine, bunları her ne pahasına olursa olsun açıkça yaşamasına dayanır. Bu nedenle Cahirilik, cesaret ve fedakârlığa büyük önem verir. Tarikatın, hepsi de devlet karşısında şehit düşmüş bir dizi lideri -rehberi- olmuştur. Anthony Garno, Zhang Cınciye ve Cahiri Tarikatı üzerine yaptığı araştırmada, Çing devlet arşivlerinde ve yazışmalarında tarikatın sadece bir isyan veya onlara karşı yürütülen bir savaş bağlamında anıldığını belirtir.
Çinli yazar Zhang Cınciye, tarikatla tanışıp bir müridi olduktan sonra, tarikatın tarihini şehit rehberler silsilesi üzerinden yazmaya karar vermiştir. Eser, ilk rehberin 18. yüzyılın ortalarında Çing devleti tarafından öldürülmesiyle başlar ve 1920’de ölen yedinci rehberle son bulur.
- Sponsorlarımız-
Zhang’ın kendi hayat hikâyesi de bir o kadar ilgi çekicidir: Hui ismini taşıyan Müslüman Çinli bir aileden gelmesine rağmen, gençliğinde ateşli bir komünist ve Kültür Devrimi sırasında Mao Zedong’un sadık bir takipçisiydi. Bu sadakatini günümüzde de sürdürmektedir. Hatta Zhang Cınciye’nin Kızıl Muhafızlar terimini ilk kullanan kişi olduğuna dair güçlü bir teori de vardır. Bu terimi 1960’larda Mao’ya yazdığı bir mektupta kullanmıştır: “Yani biz sizin Kızıl Muhafızlarınızız.”
Kültür Devrimi ve “ideolojik aşamadan” sonra Zhang, bir antropolog ve edebiyatçı oldu. İç Moğolistan’da (1970’lerde gönderildiği ve ilçelerinde, köylerinde çalıştığı civar bölgede) yaşayan halkın göçebe yaşamı, hikâyeleri ve folkloru hakkında kitaplar ve öyküler yayımlamıştır. Zhang, Çin edebiyatında bu dönemde ortaya çıkan ve “köklere dönüş” kuşağı olarak adlandırılan, hikâyelerin kırsal kesime, çevreye ve etnik azınlıklara odaklandığı daha geniş bir akımın parçasıydı. Bu yazıların çoğu, Çin’de gelişmekte olan materyalist ve tüketim toplumunun üstü kapalı bir eleştirisiydi. Bu yazarlar, merkez ve çekirdekten ziyade çevre ve kenarları vurguluyor, anlamı ideoloji ve aşkın ideallerden çok tikel ve yerel olanda arıyorlardı.
Zhang, Kuzey Çin’e yaptığı ziyaretlerden birinde tesadüfen kendini Cahiri mezhebine mensup Müslümanların yaşadığı bir köyde buldu. Onları tanıyıp misafirperverliklerini tattıktan sonra, kar fırtınasının hüküm sürdüğü soğuk bir kış gecesinde hayatını değiştirdiğini söylediği manevi bir deneyim yaşadı. Bu deneyim, onun İslam’a dönmesini, Yol’u benimsemesini ve cemaatin bir üyesi olmasını sağladı. Bu köylüler, daha sonra aylarca onunla oturup tarihlerini, atalarının hikâyelerini ve rehberlerinin fedakârlıklarını anlattılar. Zhang da bu anlatıları kaleme alıp belgeleyerek, roman, tarih ve arşiv karışımı ünlü kitabı Ruhun Tarihi’ni ortaya çıkardı.
- Advertisement -
Yakın zamanda Çin’deyken Zhang Cınciye’nin eserini bulmaya çalıştım ancak başarılı olamadım. Kitabın 1990’ların sonunda Taipei’de yayımlanan tek bir İngilizce çevirisi var ve yasal olmayan kopyaları mevcut değil. Pekin’de bir eski Çin tarihi uzmanı, Zhang’ın eserinin bugün popüler olmadığını, zira kültür kurumlarının onun yazılarından ve fikirlerinden hoşlanmadığını dile getirdi.
Zhang’ın Maoizm ve Cahirilik arasında bulduğu ortak nokta, hayatı belirli değer ve ilkelere göre yaşama ve çevredeki dünya ahlaksız olsa bile bu “ahlaki hayata” bağlı kalma fikriydi. Zhang, bu nedenle Cahiriye gibi bir grubun devletin “doğal” düşmanı haline gelmesinin ve liderlerinin şehit edilmesinin mantıklı olduğunu söylüyor; bunlar bir arada var olamayacak iki zıtlık: Yönetim ve bürokrasiye karşı kolektivite ve ruh, materyalizme karşı fedakârlık, itaate karşı aleniyet.
Stefan Henning, Çinli yazar hakkındaki çalışmasında Zhang Cınciye’nin Cahiriye tarihine kurban kavramına ve İbrahimî kurbana getirdiği kendi yorumuyla yaklaştığını yazıyor. Zhang, imparatorluk devleti kendi varlığını ve hukukunu dayatana kadar Cahiriye’nin bastırılmaya mahkûm olduğunu savunmuştur. Başka bir deyişle Sufi cemaati, karşıtının yaşaması ve Çin’in -materyalist devletin- olduğu gibi iyileşmesi ve istikrara kavuşması için kurban edilmesi gereken bir “sunu” idi.
Peki bu biyografi, bize devletin ve iktidarın doğası hakkında ne söylüyor? Sadece toplumun en iyi, en ahlaki ve en cesur unsurlarını ezerek kurulabilen ve mükemmelleştirilebilen bu varlık nedir?
Belki de çağımızda bu insanları en iyi anlayanlar bizleriz; imparatorun dinine uymayarak, varlığımızla dünyadaki düzen ve gücün düşmanı haline gelenler. Dün insanlar akıl hocalarını kaybettiler, zira o, bizi çevreleyen tüm sistemin ve siyasetten önce ahlakın gerçek antiteziydi.
Bir süre önce birisi bana Arapların ve halkın Gazze katliamına verdiği tepkinin, olayın ve tarihin seviyesine ulaşamamasından duyduğu şaşkınlığı ve hayal kırıklığını ifade etmişti. Bana göre bu, örgütlenme ve siyasallaşmadan yoksun olan ve her gün yoksullaştırma, boyun eğdirme ve yanlış bilgilendirme kampanyaları altında yaşayan Arap kitleleri ve “sıradan insanlar’ hakkında bir yargı değildir. Bilâkis, Arap-İsrail rejiminin geçtiğimiz on yıllar boyunca Arap kültürünü domine etme, radikal bir şekilde yeniden şekillendirme ve etkisizleştirme konusundaki başarısının bir kanıtıdır. Örgütlenme, teori üretme ve devrimci bir devlet yaratma sürecine dâhil olması gereken entelektüellerin ve seçkinlerin nasıl rejimin hizmetinde çalıştığını, etkisizleştirildiğini ya da vatanlarını terk etmeye zorlandığını gösteriyor.
Tüm bunların karşı tarafında ise şehit Hasan Nasrullah var. O, varlığıyla bu insanların ve temsil ettiklerinin düşmanı ve antiteziydi. O onlara düşmanlık etmese bile, onlar ona düşmanlık edeceklerdi. Bu özel, içgüdüsel bir düşmanlık türüdür. Görünüşte siyasi olsa da siyasetin ötesine geçer: Bağımlı hale gelmiş Araplara, Lübnan’daki ve başka yerlerdeki küçük burjuvaziye, Körfez ve Batı sermayesi tarafından satın alınmış herkese bakın. Şehitle olan düşmanlıkları diğer partilerle olan düşmanlıklardan daha derindi, zira şehit, karşı çıktıkları bir siyasi program değil, kendileriyle ve varoluş nedenleriyle tamamen çelişen bir yaşam ve hayat sistemi öneriyordu.
Buradaki mesele “ideolojik” değildir: Tüm bu insanlar, ona karşı çıkmak ve onunla savaşmak için bir araya geldiklerinde, her şeyden önce kendi çıkarlarını ve toplumsal konumlarını savunuyorlardı ki bu, dünyadaki en basit ve en etkili ideolojidir (ve iktidar üzerine bahis oynamak çok fazla düşünce ve analiz gerektirmez). Bugün, İsrail ile aralarında, neyse ki çoğunun artık gizlemeye çalışmadığı gerçek bir “koşul birliği” var.
Bu nedenle, şimdi ellerindeki her şeyi size karşı kullanacaklar. Burada sadece İsrail’i kastetmiyorum; İsrail, sadece mızrağın ucu. Washington’da başlayıp Riyad ve Abu Dabi’de son bulan tek bir entegre sistemle karşı karşıyasınız. Bunları ayrı ve farklı olarak düşünürseniz yanılırsınız; size karşı birlikte ve eşgüdüm içerisinde çalışıyorlar, bu hakikati ne kadar erken anlarsak o kadar iyi olur. Düşmanınızın sizin için oyun alanını tanımlamasına izin verirseniz, yüzleşmeyi ve çatışmayı kazanamazsınız.
Daha da ötesi: Geçtiğimiz yıl yaşananlardan her Filistinli ve Arap’ın çıkarması gereken bir ders varsa, o da “aklıselim” ve teslimiyet çağrısı değil, tam tersidir. Gazze’de ve Gazze halkının başına gelenler Irak’ta, Suriye’de ya da acı çeken ülkemizin herhangi bir yerinde tekrarlanmamıştır. Buradaki mesele, ABD’nin bölgedeki herhangi bir güç birikiminin bedelinin öncelikle Filistinliler tarafından ödeneceği ve herkesten önce onlara karşı soykırım ve kitlesel şiddete dönüşeceğidir.
Buradan çıkarılacak bir ders varsa o da uzlaşma yanılsamasından vazgeçmek ve var olmayan orta yolu seçmemektir. Filistin sorununun kendi başına, manevra, müzakere veya kurnazlık yoluyla ya da Batı’dan bir şey ve bir anlaşma beklentisiyle çözülebileceği fikri hatalıdır. Ya da kısaca, Filistin’i özgürleştirmek ve aynı zamanda oğlunuzun BAE ve Dubai’de çalışmasını sağlamak istediğiniz ortak kalıp. Gazze savaşı bunları size açıkça göstermezse, hiçbir şey göstermez.
Kibirliler, halkı onun liderlerini öldürerek güçsüzleştiremezler. Bunu onları örgütsüzleştirerek, kolektif kapasitelerini parçalayarak ve -hepsinden önemlisi- insanların ilkelerden vazgeçmesini, korkmasını ve uyum sağlamayı öğrenmesini sağlayarak yaparlar.
Tarihsel anlamda henüz işin başındayız ve yaşanmakta olan büyük savaş henüz emekleme aşamasında. Önümüzdeki günler ve yıllar Seyyid Hasan Nasrallah’ın hayatının ve şehadetinin gerçek anlamını gösterecektir.
Bugün Çin’de sayıları yüz binleri bulan takipçileriyle Cahiriye tarikatı varlığını hâlâ sürdürmektedir ve geleneklerinden biri de her sabah namazında beşinci şehit rehberlerine hitaben bir dua okumaları ve elli dokuz saniyede rehberin esaret altında geçirdiği elli dokuz günü hatırlamalarıdır.
Hasan Nasrallah’ın yasını ise çoğu yoksul ve savunmasız olan tüm bir millet tutacak. Bazıları sessizce, bazıları da gizlice ağlayacak. Düşmanlarına ve katillerine gelince, biz ve zaman, onların icabına bakacağız.