MURAT YILDIZ
Bütün Batı metafizik geleneği Nietzsche’nin felsefesinde özetlenir. O, “Tanrı öldü” diyerek onto-teo-lojinin başarısızlığını ifade etmiştir. Heidegger’e göre, bu ifade, bir ateizmin deklarasyonu olmaktan çok, felsefe tarihi aleyhine verilmiş bir hükümdür:
Tanrı fikirler ve idealler alanının ismidir. Bu doğaüstü alan, Platon’dan bu yana, ya da daha kesin olarak, Platoncu felsefenin daha sonraki Grek ve Hıristiyan yorumundan bu yana, doğru ve gerçekten hakiki bir dünya olarak düşünülmüştür. Onunla kıyaslandığında doğal dünya, yalnızca burada-ve-şu anda-olan, değişen ve bundan dolayı sadece görünüşten ibaret olan ve gerçek olmayan bir dünyadır.
“Tanrı öldü” ifadesi, doğaüstü dünyanın etkili gücünün olmadığı anlamına gelir. O, hayat bahşetmez. Metafizik, Nietzsche için, yani Platonculuk şeklinde anlaşılan Batı felsefesi son bulmuştur (27).
- Sponsorlarımız -
Bu alıntıda, Heidegger ‘Tanrı’ sözcüğünü mecazî (figuratife) anlamda kullanır. Ancak o, bu kullanımın, Hıristiyan teizminin, Batı felsefesine (ve gerçekte, bütün Batı kültürüne) nüfuz etmesinden dolayı, haklı olduğunu düşünür. Geleneksel metafizikte Tanrı kavramına verilen bu önem, eğer metafiziğin üstesinden gelinecekse, bu Tanrı’ya saldırılması gerekir. Dolayısıyla Heidegger, geleneksel onto-teo-lojik Tanrı kavramının pek çok yetersizliğini göstermede tereddüt etmez.
Metafizikte Tanrı’ya atedilen bir çok fonksiyon arasında, ‘ilk sebep’ le ilgili olan bir şey vardır:
Doğanın nihaî sebebi, azamî en yüce ve dolayısıyla şeylerin doğasının, varolan ilk sebebi, daima Tanrı diye adlandırdığımız şeydir. Bir şeyin doğasındaki bir sebebin rolü, o şeyin gayri mümkün olmamasını (varolmasını) belirlemektedir. Tanrı, bütün varlıkların ilk mevcut sebebi şeklinde bir sebep olarak adlandırılır (28).
Tanrı, ilk sebep olarak, Tanrı’nın kendi ötesinde bir sebebi olmadığı için, kendi kendisinin sebebi (causa sui) olarak görülür. Tanrı’yla ilgili bu betimleme, felsefe ve teoloji tarafından kabul edilmesine rağmen, Heidegger’e göre, her ikisi için de yeterli değildir:
Bu, ‘kendi kendisinin sebebi olan’ bir sebeptir. Bu [metafizik] felsefede Tanrı için uygun bir isimdir. Bu Tanrı’ya İnsan ne dua eder ne de kurban sunar. Bu ‘kendi kendisinin sebebi olan’ın önünde, insan ne ibadet eder ne de ilahi söyler. Bundan dolayı felsefenin Tanrı’sını, ‘kendi kendisinin sebebi olan’ Tanrı’yı, terk etmek zorunda olan ‘Tanrı-sız’ düşünce, belki de, ilahî Tanrı’ya daha yakındır. İşte bu, sadece, Tanrısız düşüncenin Tanrı’ya, onto-teo-lojinin kabul etmek istediğinden daha fazla serbestlik tanıyacağı anlamına gelir (29).
- Sponsorlarımız-
Aşağıda gösterileceği gibi Heidegger, metafizik ilk sebep olarak kabul edilen Tanrı’nın reddedilmesinin, bir ateizm deklerasyonu olmadığını ve gerçekte sadece dinsel inanç açısından, ‘ilâhî bir Tanrı’ nın (divine God) pekala var olabileceğini kabul eder. Fakat açıktır ki Tanrı’nın, ‘kendi kendisinin sebebi’ şeklinde betimlenmesi, Hıristiyan inancının metafizik felsefeyle talihsiz bir karışıklığını temsil eder. Teoloji için bu Tanrı kavramının yetersizliğine işaret etmekle Heidegger, onun felsefede de bir yerinin olmadığını göstermek istemektedir.
Geleneksel Hıristiyan Tanrı kavramının metafizik rolü en yüce değer ya da en yüksek iyi olarak ifade edilen Tanrı betimlemesinde gayet açıktır. Gerçi bu terimler insanlarla ilişkisi açısından Tanrı’yı yüceltiyor görünüyorsa da aslında onlar tam tersini yapıyor, çünkü;
Tam olarak bir şeyin ‘değer’ olarak nitelendirilmesi yoluyla kesinlikle o şey itibarını (dignity) kaybeder. Bunun anlamı şudur; bir şeyin değer olarak tespit edilmesi vasıtasıyla, kişi, insanın takdir edilmesi için sadece salt bir obje olarak değerlendirilen şeyi kabul etmektedir…. Bütün değer biçmeler, olumlu olduğu zaman dahi, nesneyi öznelleştirir. Varlıklara kendisi olma iznini vermez, fakat, onları kendi eyleminin objesi olarak, onları değerli kılar (30).
- Advertisement -
İnsan öznesinin yüceltilmesi özellikle modern felsefenin bir niteliğidir. Ancak Heidegger, bunun büyük ölçüde metafiziğin tam da doğasından kaynaklandığını düşünür. Söz konusu metafizikte, Varlık’a değil de varlıklara (özellikle insan öznesine) bir ilgi vardır. Böylece, değerler metafizik felsefede Varlık (ya da Tanrı) tarafından değil insan tarafından belirlenir. Bu, özellikle metafizik Tanrı kavramı için doğrudur:
…Tanrı’nın en yüce değer olarak yorumlanması Varlık’ın kendisinden dolayı düşünülmüş değildir. Bu, Tanrı’ya mutlak bir hakarettir. Bunda, varlıkların varlığı olarak düşünülen, Tanrı en yüce değere ‘indirgenir’. Tanrı’ya yapılabilecek en büyük hakaret, O’nun bilinemeyen olarak düşünmek ya da O’nun varlığının ispat edilemez olduğunu ortaya koymak değil, aksine, gerçek olarak düşünülen Tanrı’yı en yüksek değer düzeyine çıkarmaktır (31).
Gerek teoloji, gerekse felsefe, Tanrı’yı değer olarak betimledikleri için hatalıdır: teoloji hatalıdır; çünkü bütünüyle yetersiz olan felsefî kategorilerle İncil’in Tanrı’sını yorumlamıştır; felsefe hatalıdır; çünkü kendi gerçek mahiyetine yabancı olan bir kavramın (yani inanç Tanrı’sının), -asli görevi olan, Varlık sorusunu sormayı- bir kenara itmesine onay vermiştir.
Hıristiyan Batı’nın onto-teo-lojik felsefesinin başarısız olduğu şeklinde Nietzsche’nin göstermiş olduğu kahince feraset, pratik olarak bugün herkesçe bilinen bir söz olmuştur. Metafizik Tanrı kavramı itibardan düşmüştür. Hıristiyanlık özellikle Tanrı kavramıyla ilgili olarak, metafizik felsefeye o kadar yakınlaştı ki, birinin reddedilmesi zorunlu olarak, diğerinin de reddedilmesi sonucunu getirdi. Sonuçta ise, “bir yandan, dünya görüşü, sonsuz, belirlenmemiş (unconditioned) ve mutlak olarak düşünüldüğü kadarıyla, Hıristiyanlıktan arındı; öte yandan kurumsal Hıristiyanlık, Hıristiyan inancını ideoloji (Hıristiyan dünya görüşü) olarak yeniden yorumladı ve kendini çağdaşlaştırdı” (32). Söylemeye bile gerek yok ama Heidegger bunun, Hıristiyanlık için doyurucu bir çözüm olmaktan çok uzak olduğunu düşünmektedir; ancak bu onun için olmasa bile teologlar için bir problemdir. Onun meşguliyeti felsefenin, Hıristiyanlıkla bağlantısının koparılmasıdır; ve o, eğer Hıristiyan teolojisi, felsefe ile arasında uygun bir mesafeyi koruyacaksa ancak o zaman, felsefenin Hıristiyan inancıyla ilgili öğretilere baş vurarak kendi problemlerini çözmeye yöneleceği konusunda daha az tehlike olacağını düşünmektedir.
Bir felsefeci olarak Heidegger, metafizik Tanrı kavramının bütünüyle metafizik karakterinden dolayı, hem felsefe hem de teoloji için yetersiz olduğunu gösterebilir. Fakat bunun ötesinde, Heidegger’in metafizikten farklı olarak, Tanrı’nın nasıl betimlenebileceği konusunda olumlu olarak söyleyebileceği hiçbir şey yoktur. Felsefe için, metafizik Tanrı’nın ölmesi, Tanrı’nın ‘yokluğuyla’ sonuçlanmıştır. Bu ifade, şu anlama gelir:
Açıkça ve muğlak olmayan bir tarzda insanları ve nesneleri kendine toplayan ve bu toplamada dünya tarihi ile beşerî iskanı yöneten bir Tanrı’nın var olmadığı anlamına gelir. Fakat daha kötüsü, nesneler Tanrı’nın yokluğunda sunulur. Sadece Tanrılar ve Tanrı ölmüş değil, fakat ilahiyatın ihtişamı da dünya tarihinden silinmiştir. Dünya gecesinin bu vakti, muhtaç (needy) vakittir; çünkü o daha önce olduğundan daha muhtaçtır. Zaten o kadar muhtaç olmuştur ki artık, Tanrı’nın yokluğunu, bir yokluk olarak fark etmeyecek ve tanımayacak durumdadır (33).
Tanrısallığın (divinity) yokluğu, teoloji için olduğu kadar, felsefe için de anlamlıdır, çünkü o, bugün Batı uygarlığını karakterize eden teknolojik dünya görüşünün sadece bir yönüdür. Teknoloji, insanın varlıklara egemenliğine işaret eder ve böyle olunca, halis düşünce objesini, Varlığı, bütünüyle gözden kaçırır. Oysa, başka bir anlamda, Tanrı’nın ortadan kaldırılması felsefe için bir avantaj olabilir; çünkü bu durum, felsefenin teolojik meşguliyetlerinden kurtulması ve bununla kendi uygun konusu -Varlık sorusu- ile ilgilenmede özgür olması fırsatını sağlar.
Açıktır ki, Heidegger’in geleneksel metafiziğin teolojik niteliğini eleştirmesi, doğrudan doğruya onun, teoloji ve felsefe (yani inanç ve düşünce) arasında yapmış olduğu ayrımla ilgili anlayışından kaynaklanır. Geçmişte teoloji ve felsefenin birbiri içine nüfuz etmiş olması, her ikisi için de felaket olmuştur. Ve Heidegger, bu iki etkinliğin, eğer onlardan her birinin olması gerektiği gibi gelişecekse, birbirinden ayrılmasının başarılması gerektiğini düşünür. Onto-teo-lojinin bu şekilde eleştirilmesinin salt olumsuz olmayıp, bilakis hem felsefe hem de teolojinin daha uygun ifadelerinin gelişmesinde daha ziyade ilk adım olması, şimdi ele alacağımız Heidegger’in din felsefesinin olumlu yönlerinden -onun insan betimlemesi ve Tanrı tartışmasından- açıkça bellidir.
KAYNAKLAR: (27) Heidegger, “Nietzsches Wort ‘Gott ist tot’”, Holzwege, ss. 199 vd. (28) Heidegger, Der Satz vom Grund, Pfullingen (G. Neske, 1957), s. 55. (29) Heidegger, Identität und Differenz, Pfullingen (G. Neske, 1957), s.55. (30) Heidegger, “Brie Über den ‘Humanismus’” Wegmarken, s. 179. (İng. Çev. ss. 292 vd.) (31) Heidegger, “Nietzsches Wort ‘Gott ist tot’”, Holzwege, ss. 239 vd. (32) Heidegger, “Die Zeit des Weltbildes”, Holzwege, s. 70. (33) Heidegger, “Wozu Dichter?”, Holzwege, s. 248.