ARİF YAĞYUDAN
Tapınak Şövalyelerinin bin yıllık hikayesi…
Saint Sêpulcre Order
Lügat manasına baktığımızda “kutsal mezar” anlamında olduğunu görüyoruz. Yaklaşık 1099 yılları civarında kurulan bu örgüt; “Saint Sepulcre Order” orijinal adıyla bilinmektedir. Türkçe manası; “Kutsal Mezar Tarikatı” Latincesi ise: “Ordo Equestris Sancti Sepulcri Hierosolymitani” (OESSH) olarak geçer.
Bunların amacı ise Hristiyanlıktaki inanca göre Hz.İsa’nın çarmıha gerilişi ve mesihin mezarının Kudüs’te olması ve bu mezarın Kutsal Mezar Kilisesi içinde bulunması sebebiyle buranın koruyuculuğunu üstlenmiş bir tarikattır. Papalık tarafından 1113 yılında tanındığı söylenir. Birinci Haçlı Seferi ile birlikte Kudüs’e gelmişler ve Kudüs’te Haçlı Krallığı’nı kurmuşlardır. Bu tarikatın kurucusu Godfrey of Bouillon‘dur. Bouillon, 1060 yılında Bolonya’da doğmuş, Kudüs’e girmelerinden bir yıl sonra yani 1100 yılında öldüğü söylenir.
Malta Şövalyeleri diğer adıyla Hospitalier
Aziz Yuhanna Şövalyeleri Tarikatı olarak da bilinir. Sonradan isimleri Rodos Şövalyeleri olarak da anılmıştır. 1099’da kurulan bu örgütün amacı Kudüs’ün Godfrey of Bouillon tarafından alınmasıyla birlikte, Aziz Yuhanna kilisesi yakınında hasta hacıların tedavisiyle ilgilenme amacını güdüyordu. Bu amaçla burada açtıkları hastane ile gelişme gösterdiler. Haçlıların Kudüs’e yerleşmesiyle birlikte askeri bir örgüt olarakta dönüşüme başlayan bu şövalyeler, İtalyanların Filistin yolu üzerine hanlar, hastaneler kurmuştur. Burada tedavi olan bazı hacı ve şövalyeler mallarının bir kısmını bu örgüte bağışlamış ve bu örgüt zenginleşerek gelişmiştir. Daha sonrasında Müslümanlara karşı yapılan savaşlarda bu örgüt etkin bir rol oynamıştır. Hıttin savaşında Selahaddin Eyyubi’ye yenilmiş ve 1291’de de Akka’nın düşüşü ve yıkılan Haçlı prensliklerinin ortadan kalkması üzerine bu bölgeden ayrılarak Filistin’e yakın olması düşüncesiyle Kıbrıs’a gitmişlerdir. Tapınak Şövalyeleri ve Malta Şövalyeleri siyam ikizi gibidirler. Aynı amacı gütmüşler, aynı inancı paylaşmışlardır. Malta Şövalyeleri ve Tapınak Şövalyeleri ekonomi alanında da birçok yeniliğin altına imza atmışlardır. Bu konuları Tapınak Şövalyelerini anlatırken daha detaylı bir şekilde açıklamaya çalışacağız. Ancak şu bilinmelidir ki, finans sektöründe bugün bile kullanılan “çek sistemi” yine bu örgütlenmenin buluşudur.
- Sponsorlarımız -
Malta Şövalyeleri 1309’da Rodos adasını ele geçirmiş ve burayı bir üs haline getirerek ve burada bir de hastane kurarak adayı bağımsız bir devlet gibi yönetmeye başladılar. Ancak Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlı devleti Rodos’u ele geçirince (1522) şövalyeler yeni yurt arayışına girdiler. Rodos’un düşüşünden yaklaşık sekiz yıl sonra yani 1530‘da, Kutsal Roma Germen İmparatoru 5. Karl, Malta adasını tarikatın üyelerine bağışladı. İşte bu noktadan sonra Rodos Şövalyeleri artık Malta Şövalyeleri olarak anılmaya başlandı.
Hospitalier Şövalyeleri, en parlak dönemlerini bu adada geçirdiler. Resmi kaynaklara göre ise 1798 tarihinde Napolyon Bonapart’ın Malta’yı ele geçirmesiyle tarikatın merkezi Roma’ya taşındığı(1834) söylenir. Malta tarikatı, günümüzde devlet olarak olmasa da halen varlığını sürdürmekte ve hatta Birleşmiş Milletler’e gözlemci statüsünde katılmaktadır. Kendisini tarafsız ve insanlar için bir yardım kuruluşu olarak tanımlayan bu tarikatın 100 küsür civarında ülke ile ilişkisi bulunduğu belirtilmektedir. Ancak bize kalırsa, iş bu kadar basit değil, artık şövalyeler kılıcı bıraktı ama mazideki mücadelelerine saygı ve bağlılıktan dolayı maziden kalan bu yadigarın kontrollü bir şekilde devam etmesini istiyorlar. Şu bilinmelidir ki artık şövalyeler, takım elbiseli, kravatlı ve bond çantalı bir haldedir. Bu devrin şövalyeliği bunu gerektirir. Çünkü hem tehlikesi az, hem kazancı bol, hem de etki alanı daha fazla.
D’espagne Knight
Bu şekildeki söylem Fransızca bir söylemdir. İngilizcesi ise İspanyol Şövalyesi demektir. Şu bilinmelidir ki, çeşitli tarikatlar ve çeşitli isimleri sizlere anlatmaya çalıştık. Ancak, bu isim ve tarikatların hepsinin çıkış amacı Haçlı seferleriyle birlikte doğunun zenginliğinden pay almak ve din eksenli bir amaç uğruna yapılmıştı. İşte bu yüzden isimler ve tarikat isimleri farklı olsa da çıkış amaçları aynıydı. Ancak daha sonra amacı değişen ya da bir tarikat üyesinin diğer bir tarikata geçmesi gibi durumlar yaşandı, bazı tarikatlar ise değişen dünyaya ayak uyduramayarak tarih sahnesinden zamanla silindiler.
İspanyol Şövalyeleri tek bir örgüt olarak görmek doğru değildir. Bunlar bölge veya şehir bazında hüküm süren şövalyelerdir. Endülüs Emevi Devleti zayıflaması ve daha sonra yıkılışı ile beraber ortaya çıkmışlar ve İber Yarımadası olarak anılan İspanya ve Portekiz topraklarında hüküm sürmüşlerdir. Bu şövalyelerin kurdukları bazı örgütlenmelere; Calatrava Yoldaşlığı, Alcàntara Tarikatı, Santiago Tarikatı gibilerini örnek gösterebiliriz. İspanyol Şövalyeleri, Endülüs Emevi Devleti’nin yıkılışından sonra, yine bu coğrafyada kurulan Gırnata Emirliği ya da diğer adıyla Beni Ahmer Devleti (Kızıloğulları Devleti) ile çetin mücadelelere girişmiş ve doğuya ilerleme şansını pek yakalayamamıştır.
Teutonic Knights Order
“Töton Şövalyeleri Tarikatı” diğer adıyla; “Kudüs Azize Meryem Hastanesi ve Töton Şövalyeleri Tarikatı” olarak geçer.Bu tarikat Cermen-Roman dini tarikatıdır. Kuruluş amacı Katolik hacılara, hac yolunda yardım etmek, hasta ve yaralıların bakımlarını sağlamak üzere hastane kurmaktır. Ortaçağ’da Haçlı Seferlerine katılarak isimlerini duyurdular. Asıl üyelerin sayısı her zaman sınırlıydı, ancak ihtiyaç durumunda gerek gönüllülerin gerekse paralı askerlerin katılımıyla sayıları hayli artmaktaydı. Avrupa’da sekiz yüzyıla yakın süre varlığını korumuş bir şövalye örgütüdür.
Genelde Alman şövalyelerden oluşmaktaydı ve Ortadoğu’dan çekildikten sonra Balkanlar’da faaliyet gösterdiler. Ayrıca Polonya üzerinde büyük nüfuzları vardır. Orta Çağ‘da 3. Haçlı Seferi esnasında (1190) Orta Avrupa’da Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu‘na bağlıydılar. Papa III. Innocentius tarafından şövalye olarak kabul edildiler ve 19. yüzyılda Napolyon dönemine kadar yaşamayı başardılar. Bir Orta Çağ kurumuna göre bayağı uzun bir süre sayılır.
- Sponsorlarımız-
Tapınak Şövalyeleri
Bir Fransız soylusu olarak bilinmesine rağmen, hakkında detaylı bilgi bulunmayan Hugues de Payen tarafından kurulduğu bilinmektedir. Payen, Tapınak Şövalyeleri tarikatı ya da örgütünü başlangıçta 9 kişi ile kurmuştur. Bu örgüt, kurulduğunda gizemli ve mistik öğretilerlerle anılmıyordu, tam tersine Hristiyanlığın Katolik mezhebine bağlı üyelerden oluşuyorlardı. Örgütün görünürdeki amacı ise Kudüs’e hacı olmaya giden Hristiyanları korumaktı. Papalık tarafından da 1129 tarihlerinde tanınan bu örgüt, kısa zamanda büyümüş ve etkisi artmıştır. Ayrıca bilinmelidir ki bütün bu Haçlı seferlerine katılan yoldaşlıklar, örgütler ve tarikatlar daha sonrasında Tapınak Şövalyeleri bünyesinde olmuş ve böyle anılmıştır. Birinci Haçlı Seferlerinden sonra birçok Hristiyan, hacı olmak için Kudüs’e gitmeye başlayan hacılar, savaşlardan dolayı asayişin sağlanamadığı bu güzergahta haydutların yağma ve talanlarına uğruyor, katlediliyorlardı. İşte bu sıralarda Hugues de Payen ve dostu Godfred Saint-Omer ile birlikte kuracakları tarikata destek için Kudüs’ün kralı 2. Baudouin‘e müracaat ettiler. Amaçlarını ise hacıları korumak olarak belirttiler.
İşte bundan sonra Kudüs kralı onlara destek verdi ve Müslümanlarca Zeytin Dağı bilinen yeri onlara verdi. Burada Süleyman Tapınağı‘nın kalıntıları olması sebebiyle tarikatın bir diğer adı İsa’nın ve Süleyman Tapınağı‘nın askerleri olarakta bilinmektedir. Ayrıca kurulan bu tarikat henüz çok küçük ve geliri ise sadece yapılan bağışlara bağlı bulunuyordu. İşte bu yüzden bir diğer adları da “İsa’nın Fakir Askerleri” olarak geçer.
- Advertisement -
Tapınakçıların bu simgesi hakkında iki iddia bulunur. Birinci iddia bu simgenin ne kadar fakir olduklarını belirtmek ve bir ata iki kişinin bindiğini açıklamak amacıyla olduğudur. İkinci iddia ise daha sansasyoneldir. Bu iddiaya göre Hugues De Payen ve dostu Godfred Saint-Omer eşcinseldir ve birbirlerine bağlılık duymaktadır.
Tapınakçıların fakir ve bağışlara bağlı halde kalmaları pek uzun sürmedi. Tarikatın kurucu üyelerinden birisinin Papa’nın nezdinde etkisi ve olumlu izlenimi büyüktü. Bu yiğen, Sistersiyan tarikatının kurucularından ve başkeşiş olan Clairvauxlu Bernard’tır. Bernard, Fransa’nın Troyes kentinde toplanan konseyde Tapınak Şövalyeleri’ni Papa’ya anlattı ve Papa tarafından resmi olarak onaylandıkları söylenir. Ancak, Papa 2. İnnocentus’a şantaj ve tehditle bu onayı vermek zorunda bırakan da Tapınakçılar olduğu iddiasında bulunanlar da vardır.
İşte Papa’nın aldığı bu karar, Tapınakçılar için dönem noktası oldu. Bu süreçten sonra Tapınak Şövalyeleri maddi açıdan Avrupa’daki soylu ve bazı krallar tarafından çok büyük destekler gördüler. Bir de pek bahsedilmeyen bir konu daha vardır ki o da Tapınak Şövalyeleri’nin Süleyman Tapınağı’nın kalıntıları arasında buldukları büyü kitaplarıdır. Bu büyüler, öyle tahmin edebildiğiniz basit ve bireysel büyüler değildir. En karanlık, en acımasız, en zalim ifritlerle yapılan iş birlikleri ve onlara tapınma şartıyla mühürlenen büyülerdir. Bu büyüler için yapılan bazı iğrençliklerden bahsetmek, yazının güttüğü gaye açısından büyük öneme sahiptir.
Bilinmelidir ki bu büyüler, “ruhunu şeytana adama” denilen tarzda büyülerdir. Siz belki buna satanizm diyebilirsiniz ama bilin ki şeytanla anlaşma yaparak bazı isteklerde bulunan ilk topluluk veya kişiler Tapınak Şövalyeleri değildir. Bu insanlığın yaratılışı ve çoğalmasıyla başlayan bir süreçtir. İyi ve kötü en baştan beri vardır ve olacaktır da…
Peki bu büyüler için şeytan veya onun çocukları olan ifritler(çok güçlü erkek cinler) neler istiyorlar? Cevap çok basit; insanlığını, imanını ve iyilik adına ne varsa ondan vazgeçmeni istiyorlar. İşte bu sebeple yapılan büyü ayinlerinde, insanın hayvandan bile aşağı seviyesine inmesini sağlayacak iğrençlikler yapılır. Tantra-seks ayinleri, çocuk veya kadın kurban etme, keçi kurban etme, Hristiyanların kutsal saydıkları ikonlara veya haça işeme, eşcinsel ilişki, utanç öpücüğü gibi pis işleri yaparlar.
Tantra-seks ayininde belli başlı çizilmiş büyü sembollerinin içerisinde, belli kriterlere göre seçilmiş bir kadın, tarikat üyelerinin birisiyle veya birkaçı ile çırılçıplak bir şekilde ilişkiye girer ve diğer tarikat üyeleri de bunu izler ve ritüel gereği yapmaları gerekenleri yapar veya söylemesi gereken sözleri söylerler. Aslında o kadın, o esnada vücuduna ifritlerin girmiş olduğu tarikat üyesi veya üyeleriyle ilişkiye giriyor, yani daha basit ifadeyle şeytan ve çocuklarıyla ilişkiye giriyor. Bu sahneye benzer bir sahne “Da Vinci Şifresi” adlı tapınakçıların hayatını kısa kısa anlatan filmde de gösterilmişti. Bu film, Dan Brown adlı yazarın ” The Da Vinvi Code” adlı kitabından uyarlanmıştır. Neden Leonardo Da Vinci orasını da siz düşünün…
Çocuk kurban edilmesi ise çocuk ruhunun henüz kirlenmemiş ve temiz olması sebebiyle, çocukta bulunan enerjinin şeytan ve çocukları olan ifritlere güç sağlaması sebebiyledir. Kadın kurbanlar öncelikle seks ayini için kullanılır ve bazen özel çocukların yetişmesi için tohum atılan bir sera gibi doğum zamanına kadar özenle bakılır ve tohumun filizlenmesi, yani o özel çocuğun doğmasından sonra da kurban edilir. Bu kurban edilme tarzı ise genelde kadının doğum zamanı karnı yarılarak çocuğu alma tarzında olur. Bu durum bazı korku filmlerinde görülür ve senaryo olarak bakılır. Ama böyle hastalıklı zihniyetler hep olmuştur ve olacaktır da…
Birçok komplo teorisyeni olarak anılan yabancı araştırmacılar, dünyadaki elit tabaka sayılan soyluların ve liderlerin birçoğunun satanist zihniyetli olduğunu, ruhunu şeytana sattığını iddia ederler. Bana kalırlarsa çoğunlukla haklı olduklarını söylemeliyim. Keçi kurban etme ise “Baphomet” adlı inandıkları tanrılardan bir tanrının adıdır. Sureti ise keçi suretindedir ve bunu onun için yaparlar.
Eşcinsel ilişki ise onlar hakkında en çok dillendirilen bir iddia olmakla beraber, araştırmacılar bu konuyu kabul eden ve etmeyen olarak ikiye ayrılmışlardır. Utanç öpücüğü ise ilerleyen süreçte ve tarikatın büyüdüğü ve Katolik Hristiyan öğretilerinden uzaklaştığı zamanlarda, tarikatın üst kadrosuna yeni kabul edilmiş ve kardeşlik gereği kardeşlerinle arada mesafe olmaması adına, yeni katılan üyenin kalçasına diğer kardeşler tarafından bir buse kondurulmasıdır. Tabi bu konuda da spekülasyonlar devam etmektedir, ben sadece iddialardan bahsediyorum.
Tapınakçılar, bu süreçten sonra iyice gelişti ve güçlendiler. Kudüs, Haçlıların elinden çıkınca önce Kıbrıs’a geçen Tapınakçılar, daha sonra Avrupa’da özellikle Fransa’ya yerleştiler. Fransa’da ilk başlarda hacıları korumaları sebebiyle çok olumlu karşılanan Tapınakçılar, zamanla bankerlik yapmaya, Katolik mezhebine göre de haram ve günah sayılan tefeciliğe başladılar, çek sistemini yürürlüğe koydular, hatta Avrupa’daki birçok krala borç verecek seviyede güce ulaştılar, borç alan krallardan bazıları da Tapınakçıların etkisine girmek durumunda kaldı. Avrupa’nın ve Ortadoğu’nun birçok yerinde bulunan kiliselerin birçoğu Tapınak Şövalyeleri’ne aitti.
Tapınakçıların büyüyüp gelişmesiyle birlikte birçok makam ve unvan ortaya çıkmıştır. Bundaki amaç, ast-üst ilişkisini belirleyerek düzeni korumak ve hiyerarşiyi sağlamaktır.
Büyük Üstat: Oluşumun en başındaki kişidir. Birliğin hakimi ve sadece Papa’ya karşı sorumludur. Büyük üstat, sekiz şövalye dört çavuş ve bir papazdan oluşan bir konsey tarafından seçilir.
İhtiyar Heyeti: Büyük üstada hem vekillik hem de danışmanlık yapardı. Üstat seçiminde üstadın yerine seçilebilirlerdi.
Mareşal: At, kılıç, kalkan, yay, ok gibi techizatların alınmasından ve bölgesel komutanların idaresi ve askeri kararların alınmasından sorumludur.
Burada Tapınakçıların birçok unvan ve kademesinden bahsetmek isterdik ama konunun daha fazla uzamaması adına önemli olanların bir kısmını görevleriyle birlikte verdik.
Tapınakçılar, Avrupa’da bankacılık kurumunu ilerleten ve kurumsallaştıran ilk örgüttür dersek yanlış kelime kullanmış olmayız. Tapınak Şövalyeleri’ne ait olan tapınaklar bir banka gibi işlev görüyordu hatta bunlardan olan Paris Tapınağı’nda 60 kadar banka hesabı olduğu söylenir.
Tapınak Şövalyeleri, sadece Papa’ya hesap vermekle yükümlü olmaları sebebiyle, monarşiyle yönetilen ülkelerin kralları tarafından artık tehlike olarak görülüyordu, ayrıca Hristiyanlığa ters işler içinde olmaları, sapkın işleri adet edinmeleri sebebiyle halktan sağladıkları destekte giderek azalıyordu. Töton Şövalyeleri ve Hospitalier Şövalyeleri’nin yaptığı gibi devletleşmeye gitme çabaları ise Tapınak Şövalyeleri’ne düşmanlığı daha da arttırdı. Zaten verdikleri borçlar, yaptıkları şantajlarla, Papa bile onlara boyun eğmek zorunda kalıyordu.
Tapınak Şövalyeleri’nin bilinen son resmi üstadı Jacques De Molay(Jack Dö Molay) 1307 yılına gelindiğinde Hospitalier tarikatı ile birleşmeye çalışsa da uzlaşamadılar ve konu Papa’ya taşındı. İşte bu sıralarda Fransa kralı 4. Philippe(Filip)’in baskısı ve halkın Tapınakçılar hakkındaki şikayet ve rahatsızlıklarının da etkisiyle Papa Clemens, tarikatı aforoz, yani kafir ilan etti. Tarikat üyelerinin birçoğu yakalanarak hapse atıldı veya öldürüldü. Tarikatın son bilinen resmi üstadı Jacques De Molay ise meydanda diri diri yakılarak öldürüldü.(1313)
Tapınakçılar devlet kuruyor ve Mason oluyor
Tapınak Şövalyeleri’nin geriye kalanları Fransa’nın kuzey doğusunda bugünkü İsviçre topraklarına kaçmış, burada bir devlet kurmuşlar ve Şövalyeliğin yerini bankerlik almıştır. Tapınakçıların devleti İsviçre idi, halen de öyledir.
Bu iddianın önemli birkaç nedeni vardır:
1. İsviçre’nin kuruluşu Tapınakçıların Fransa’da zulme uğratıldığı ana denk geliyordu.
2. İsviçre, Fransa’nın sadece kuzey doğusunda olduğundan, Tapınakçı kardeşlerin tüm bölgeden topluca kaçması kolay bir yerdi.
3. İlk İsviçre kantonları tarihinde bazı iddialardan bahsedilirmiş ve iddialara göre; beyaz giysili şövalyelerin gizlice ortaya çıktıkları ve yerli halkın yabancıların egemenliğine karşı özgürlüklerini kazanmalarına yardım ettikleriydi.
4. Tapınakçılar bankacılıkta, tarımda ve mühendislikte gelişmişlerdi. Bu benzer bakış açısı düşmanlarında da görülüyordu ve bu bölgelerin birbirinden ayrılmasının, nihayet İsviçre’ye geçilmesinin ilk basamağıydı.
5. Ünlü tapınak haçı, çoğu İsviçre kantonunun bayrağında bulunuyor ve tapınak şövalyeleri için önemli olan diğer amblemlerde, anahtarlar ve lambalar gibi…
Kaçak Tapınakçıların önemli bir bölümü de, 14. yüzyıl Avrupası’nda Katolik Kilisesi’nin otoritesini tanımayan yegane Krallığa, yani İskoçya’ya sığındılar. İskoçya’ya giden Tapınak şövalyeleri İngiltere-İskoçya savaşı sırasında İskoç kralına savaşta yardım vaat ederek sığınma talep ederler ve savaşı İskoçlar kazanır. Kral da onlara sığınma hakkı verir ve halkın içine karışmaya çalışırlar. Bunun için de mason kılığına girer ve masonların arasına karışarak hayatlarını devam ettirirler. Burada bahsedilen masonluk, duvar ustası ya da inşaat ustası anlamındadır. Bir kısım Tapınak Şövalyesi ise İspanya’ya geçerek, Calatrava, Alcantara, Saint Jacques de I’Epee tarikatlarına katılır, diğer bir kısmı da, Portekiz’e geçip Ordre du Christ (Rabbimiz İsa Mesih’in Şövalyeleri) örgütüne dönüşür. Başka bir grup Roma-Germen İmparatorluğuna geçip Töton şövalyelerine katılır. Oldukça büyük bir grup Hospitalier’e katılır. İngiltere’deki Tapınakçılar bu olay sırasında önce tutuklanarak sorguya çekilir. Ancak hemen serbest bırakılır. Hatta bazı ülkelerde haklarında hiçbir işlem yapılmaz.
İskoçya başta olmak üzere Tapınakçılar, masonların, yani kelime anlamı duvar ustası olan insanların arasına sızmış, onların dernek veya lokal tarzındaki localarına girmiş ve yavaş yavaş bu insanlara kendi öğretilerini anlatmış, sindirmiş ve kabul ettirmişlerdir. Elbette bu süreç bir anda olmadı, zaman içinde etkileşimle oldu. Daha sonra mason locaları duvar ustası insanların değil, tapınakçıların toplanma yuvası oldu. Masonlukta bu duruma; “operatif masonluktan, spekülatif masonluğa geçiş” adı verilmektedir. Yani artık duvar ustası işlevi yerine artık bir yanı gizemli ve mistik bir örgüt, bir yanı ise sosyal ve siyasal amaçlar güden bir dernek…
Tapınakçılar’ın görünen amacı, kendilerini yasaklayıp üstatlarını öldüren Papalığın ve bazı Avrupa krallıklarının yıkılmasıdır. Ama Hristiyanlık öğretilerinden uzaklaşan Tapınakçıların gerçek amacı şeytanın hakimiyetine verilmiş tek dünya devleti kurmaktı. Bu aslında şeytanla antlaşma yapan her grubun amacı olmuştur ve daha çok Yahudilerle ilgili sayılması ve Siyon dağı’nın kutsallığı sebebiyle Siyonizm olarak adlandırılmaktadır. Bu amacın nesiller boyunca aktarıldığını ve Tapınakçılık’ın devamı olan İllüminati ve masonluk gibi örgütlerce sürdürüldüğü söylenir. Masonluğun etkisiyle gelişen ve Fransız tahtının yok olmasını sağlayan Fransız Devrimi de bunun bir sonucu olarak yorumlanır…
Fransız Devrimi’ni ateşleyen ayaklanmanın planı, 1782 yılında Wilhelmsbad’da toplanan Büyük Masonik Konvansiyon’da yapılmıştı. Konvansiyon’a katılanlar arasında devrimin önemli liderlerinden Comte de Mirabeau da vardı. Mirabeau, Fransa’ya döner dönmez Konvansiyon kararlarının detaylarını Fransız locaları içinde organize etmişti.
Hatta, yaygın bir söylentiye göre, Fransız Devrimi sırasında Kral 14. Louis’nin giyotinle kafasının kesildiği gün, bilinmeyen biri ortaya çıkar ve ‘Jacques de Molay, öcün alındı!’ diye bağırır. Ancak şu gerçek bilinmelidir ki bu amaç doğrultusunda Yahudiler, Hristiyanları kullanmaktadır. Şeytan ise hem Yahudileri ve hem de Hristiyanları kullanmaktadır.
Mistik ve gizemci inançlar, özellikle Tapınakçıların yaşadıkları dönemde büyük bir öneme sahiptir. Çok sayıda insan, büyük güçler veya maddi imkanlar elde etmek için, büyülere, karanlık güçlere ihtiyaç olduğuna inanmaktadır. Bu karanlık güçlerle bağlantı kurmak, onları kontrol altına almak, çeşitli sayılarla büyülü şifreler hazırlamak, etkili zehirler, ölümsüzlük veren ya da uzun bir hayat sağlayan ilaçlar üretmek, çeşitli madenleri altına çevirmek, o günlerin en bilimsel çalışmalarıdır. Elbette bunlardan bazıları beyhude çabalar olsa da bazıları gerçekleşmiş şeylerdir. Simya konusunda Nicholas Flamel gibi birisi sinema sektöründe çeşitli filmlere bile konu olmuştur.
Papa’nın fermanıyla 1312 yılında dağıtılan Tapınakçılar ile birlikte masonların da serbest dolaşım hakları kaldırılmıştır. Bu nedenle Fransa’da mason localarında gizliden faaliyetlerini sürdüren Tapınakçılar, yani Masonlar’ın Almanya’ya kaçmasıyla bu ülkedeki Gotik mimari üslubu da birdenbire zirveye çıktığı söylenir.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Gazete Pan’ın kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)