TALİP ERSÖZ
1925 kıyamı bastırılmış ve 48’ler Dağkapı Meydanında dar ağaçlarında sallandırılmıştır. YADO, Mendo boğazındaki çatışmadan sonra yoldaşları ile dağlara çekilmiş; Heseni Bego, Şêx Husên, Sahdin Telhê, Umerê Faro ve Şeyh Tahar grubu Bingöl-Karakoçan-Palu mıntıkasında kır gerillası taktikleriyle direnişi devam ettirmektedir. Şeyh Êbdurrehim ve rüfekası vuruşa vuruşa bin xete (Suriye hududu) doğru çekilmektedir.
Sistem cadı avında…Asker geçtiği her yeri yakıp yıkmakta. Direnişçilerin aileleleri taciz edilip işkence tezgâhından geçirilmektedir. Xeylan ve çevre köylerin erkekleri Parsiyan mıntıkasındaki Qerqat Dağı’nda yaşama tutunmağa çalışmaktadır.
Xeylanlı, Saré Êrebun taze bir gelindir. O gün, köy pınarından su almak için evden çıktı. Köyde bir ölüm sessizliği hüküm sürüyordu. Köy meydanına yaklaştığı sırada yabancı bir erkek sesiyle irkildi. Bir asker ona yönelmiş buyurgan bir eda ile bağırıyordu;
- Sponsorlarımız -
“Hey, erkekler nerede?!
Saré Gelin, askeri aynı sertlikte cevapladı:
“Kim kaldı ki? Kimini astınız, kimini hapse attınız, kimisini kurşunladınız, kimileri kayıp, kimileri de dağlara sığındı.”
Kolundaki apoletlerden komutan olduğu anlaşılan biri:
“ Şuna bakın hele nasıl da cevap veriyor! derhal tutuklayın şunu!!” diye askerlere komut verdi.
- Sponsorlarımız-
Tutuklamak için atılan askerler Saré’nin direnciyle karşılaştılar. Saré çetin ceviz çıkmıştı. Komutan tercümanlık yapmak üzere yanında getirdiği adama baktı. Adam ise, komutana dönerek, Saré’ye serbest bırakmalarını istedi. Ortam, yerini bir anda şaşkınlık ve sessizlikğe bıraktı. Bu ölüm sessizliğini bozan komutan oldu; “Asker, geri dönüyoruz!” şeklinde bir komut verdi.
Kafile uzun bir yolculuktan sonra Guleman bölgesi yakınlarında Murat ırmağı kıyısında mola verdi. Saré Gelin elleri bağlı, saçları dağılmış bir halde bitap düşmüştü. Bir süre düşüncelerin girdabına daldı Saré. Kökatası Xalil’i düşündü bir süre. Halil; Eğil’den, Palu’nun Gökdere bölgesine henüz ayak basmıştı. Yeni bir vatangâh arıyordu. Xeylan mıntıkasına varınca, şöyle bir çevreye göz attı. Mıntıkayı beğenmişti beğenmesine ya, emin olmak istiyordu. Bir test yapması gerekiyordu. Sonra da yere çömeldi ve toprağı küremeğe başladı. Bir süre toprağı küredikten sonra, kürediği toprağı, kazdığı çukura doldurmağa başladı. Çukur dolmuş, hatta üzerinde bir tümsekcik oluşmuştu. Kararını vermişti Halil. Bu toprak, doğurgan velûd ve bereketli bir toprak. Soyum burada türeyecek. Bu toprakları işleyecek, şu pınarların süt beyazlığındaki buz gibi soğuk sularından içecek, sürülerim, şu yaylaklarda yaylaklayacak. Çocuklarım, şu meşeliklerden, kışlık odunlarını katırlara yükleyecek. Şu, yerlerden, kılkor, gewen ve kengerleri derip demet haline getirecek. Sonra da merkep ve katırlara yükleyip mereklerini dolduracaklar. Torunlarım şu yamaçlarda, keklikle gibi sekerek koşuşup eğlenecek. Gökyüzünü, cıvıl-cıvıl çocuk sesleri kaplayacak. Bulutlar, bu yere gölge yapacak ve heybesindeki yağmur damlalarını usulca bırakacak. Toprak, bereketlenip şenlenecek. Sonra filizler boyverecek. Şilanlar, dırıklar boy verecek. Salıncêrler, sayerler, guazêrler, toprağın rahmine kök salacak. Yemyeşil bir koruluk halini alacak, bu yetim toprak. Ve Halil nikah kıydı Xeylan anayla. Bu evlilik kıyamete kadar baki kalacaktı.
İbrahimi düşündü. Gözlerinden bir damla yaş, yanaklarından süzülerek göğsüne doğru yuvarlandı Kubat’ı düşündü sonra. İkiz bir damla daha, yüzünü usulca okşayarak akıp gitti. Maksud’u düşündü. Damlaların sayısı çoğalıyordu. Sonra Sefer’i düşündü. Gözpınarı, heybesindeki tüm damlaları azat bıraktı. Hıçkırıklara boğuldu Saré. Ve karar verdi, murat’la ebediyete değin bir nikâh kıyacaktı.
- Advertisement -
Sonra arkasındaki dağlara dönüp dik dik baktı bir süre. Ardından bir maral gibi sekip Çemé Murad’a doğru koştu. Ortalık askerlerin “dur!” sesleriyle zonkluyordu. Komutan;
-“Sakın vurmayın, canlı yakalayın!!” komutu verdiğinde Saré’nin sesi gökyüzünde yankılandı;
“Xeylanlılara söyleyin! Saré, namusunuzu ve onurunuzu çiğnetmedi!!”
.. Ve kendisini Murat’ın hırçın ve soğuk sularına bıraktı. Bir süre sonra da gözden kayboldu. Ortalığı bir ölüm sessizliği kaplamıştı. Saatlerce nehri taradılar ama Saré’yi bulamadılar.
Komutan, tercümana yaklaştı -“Bırakacaktık ama şimdi yapacak bir şey yok, üzgünüm!!” dedikten sonra askerlerini alıp Elazığ mıntıkasına doğru yollandı.
O ise ayrılmadı, geceyi orada geçirdi. 50 yıl boyunca da; çay, dere ve ırmak boylarında gezip dolaştı. Murat Nehri kıyısında oturur, saatlerce suyun coşkun akışına kaptırırdı kendini. Yöre halkı ona meczup diyordu.
Takvimler 7 Ekim 1983’ü göstermektedir.
Murat Nehrinin kenarında oturmuş, coşkun coşkun akan suları seyre dalmıştı. Bir süre sonra kalkıp nehri adımladı. Suyun boy verdiği noktaya geldiğinde kulaç atmağa başladı. Saré’yi arıyordu. Üç kulaç- beş kulaç derken 10 kulaç daha. Sonra derinlerden bir inilti duydu. Saré’nin iniltisiydi bu. Gökdere’nin, yetim coğrafyanın, yüzlerce yıllık şivanın iniltisiydi bu.
“Uzattığım ele uzan!” diyordu. İki eliyle, uzanan kola sarıldı. Ve Murat’ın girdaplarına dalıp, ölümsüzlük diyarına “merhaba!” dedi.
Bir ezgi karşıladı onu. Cennet kıvamında bir ezgi;
Waré heydér, vaş o vılan
Her cayeyid gulo, şilan
Hinbesa, havar o şiwan
Ha pawé tû wêyve Zazan
Ezo gelin, Türkmen gelini, Sarı gelin dilden dile dolaşıp destan olurken; Xeylan’ın Saré Gelin’i unutulmağa yüz tuttu.