Tercüme: Azad Çetin
Türkiye’nin yenilenen Kürt barış girişimi, göç yönetiminden bölgesel istikrara kadar Avrupa için önemli sonuçlar doğuruyor. Ancak süreç, muhalefet liderlerinin yargılandığı ve belediye başkanlarının kayyumlarla değiştirildiği otoriter koşullar altında yürütülüyor. Bu durum, güvenlik iş birliğinin demokratik normlarla nasıl uzlaştırılabileceği konusunda ciddi kuşkular yaratıyor.
22 Ekim 2024’te Ankara, “terörden arınmış bir Türkiye” hedefiyle uzun süredir devam eden Kürt çatışmasını çözmeye yönelik yeni bir süreci başlattı. Sürece, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın müttefiki olan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri Devlet Bahçeli öncülük etti. Cezaevinde bulunan PKK (Kürdistan İşçi Partisi) lideri Abdullah Öcalan’ın silahsızlanma çağrısı da sürece destek verdi. Bu yeni dönemin ilk yıldönümü, sembolik bir silahsızlanma töreniyle kutlandı.
- Sponsorlarımız -
Avrupa Birliği açısından bu girişim, göç, terörle mücadele, demokrasi ve bölgesel istikrar bakımından önem taşıyor. Ancak süreç, Türkiye’de muhalefet üzerindeki artan baskı ortamında ilerliyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarına rağmen, CHP’li Ekrem İmamoğlu ve Kürt lider Selahattin Demirtaş hâlâ cezaevinde. Bu durum, Brüksel’in göz ardı edemeyeceği bir çelişkiyi yansıtıyor: Demokratik muhalefet bastırılırken barışı ilerletmek.
Mevcut Durum
Ankara’nın önceki barış süreci, 2015 yılında Suriye iç savaşının etkisiyle ve iç politik dengelerin değişmesi sonucu çökmüştü. Bu, liderler arası güvenin kurumsal teminatlar olmadan sürdürülemeyeceğini gösterdi. Bugünkü süreç, daha da kırılgan ve lider merkezli görünse de, bölgesel ve iç baskıların kesişmesi yeni bir fırsat penceresi açmış durumda.
Suriye’de Esad rejiminin zayıflaması ve bölgesel ittifakların değişmesi, İsrail’in yükselişi ve İran’ın zayıflaması PKK üzerindeki baskıyı artırdı. Örgüt, seçenekleri daralınca müzakere yolunu aradı. Ankara da bölgesel nüfuzunu artırmak istedi.
27 Şubat 2025’te Öcalan silahsızlanma çağrısı yaptı. PKK Mayıs ayında kendini feshettiğini ilan etti ve sembolik silahsızlanma Temmuz’da başladı. Bu sırada Türkiye Parlamentosu, “Ulusal Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” kurarak sivil toplumla istişare etmeye ve reform taslakları hazırlamaya başladı.
Ülke içinde, iktidar ittifakı CHP’nin 2024 yerel seçim zaferlerinden sonra baskı altında. Erdoğan’ın bir dönem daha Cumhurbaşkanı olabilmek için anayasayı değiştirme girişimi, Kürt yanlısı DEM Partisi’nin desteğini almasına bağlı. Yıllarca baskı gören Kürtler temkinli bir iyimserlik içinde olsa da, eleştirmenler bu sürecin onları Erdoğan’ın kampına dahil ederek “yönetilen bir muhalefet” aracılığıyla otokrasiyi güçlendirme riski taşıdığı uyarısında bulunuyor.
- Sponsorlarımız-
Koşullu İlerlemenin Paradoksu
Kalıcı çatışma azalması, güvenlik güçlerinin Kürt bölgelerinde azaltılması, sınır ötesi operasyonların kısıtlanması, sivil alanın genişlemesi ve kültürel hakların geri kazanılması anlamına gelebilir.
Kürtler için bu, kurumsal güvencelerle desteklenirse, baskısız bir siyasal katılım fırsatı sunabilir.
Ancak yapısal zayıflıklar devam ediyor. Bağımsız izleme mekanizmaları yok ve Meclis Komisyonu’nun uygulama gücü bulunmuyor. Süreç, Erdoğan’ın iktidarını uzatma hedefine bağlı olduğu için, eşitsiz bir çıkar dengesi yaratıyor: Kürt aktörler kısa vadeli kazanımlar uğruna belirsiz reformlara razı olabilirler.
Sürecin güvenilirliği, reformların sıralaması ve uygulanmasına bağlı olacak — infaz yasalarının revizyonundan, Demirtaş gibi siyasi tutukluların serbest bırakılmasına, kayyum uygulamasının sonlandırılmasına kadar.
Daha geniş kültürel ve dilsel haklar, anayasa değişiklikleriyle gündeme gelmesi bekleniyor. Ancak bu değişiklikler, Erdoğan’ın görev süresini uzatma ihtimaline dair muhalefet partilerinde endişe yaratıyor.
- Advertisement -
Bu asimetri, muhalefet birliğini de zorluyor. CHP barışı ilkesel olarak desteklese de, otoriterliği pekiştirecek anayasa değişikliklerine karşı çıkıyor. Bahçeli’nin desteği milliyetçi tepkileri sınırlasa da, İYİ Parti ve Zafer Partisi kesin bir şekilde karşı duruyor.
Suriye meselesi tabloyu daha da karmaşık hale getiriyor. Ankara, Esad sonrası dönemde Kürt özerkliğinin dağılmasını bekliyordu. Ancak Kuzey Suriye’deki silahlı grupların oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) hâlâ etkili. ABD arabuluculuğundaki Şam görüşmeleri sonuçsuz sürüyor.
Böylece Ankara, evde PKK ile barış ararken Suriye’de Kürt özerkliğine karşı çıkıyor — bu da sürecin bütünlüğünü zedeliyor.
Avrupa Açısından Önemi
Avrupa için bu mesele çok boyutlu. Türkiye’deki istikrarsızlık, mülteci akışlarını ve göç yönetimini doğrudan etkiliyor. Yaklaşık üç milyon kayıtlı Suriyeli ve büyük bir Kürt diasporası, Avrupa’nın iç ve dış politikasını şekillendiriyor.
Barış görüşmeleri, sadece güvenlik iş birliği değil; aynı zamanda Türkiye’nin demokratik yöneliminin bir sınavı. Avrupa Birliği uzun süredir Ankara’nın otoriter eğilimlerini eleştiriyor. Şimdi reformları ilkesel bir angajmanla destekleme fırsatına sahip.
Hak temelli bir çözüm, hem Avrupa’nın değerleriyle hem de stratejik çıkarlarıyla örtüşür. Ancak AB–Türkiye koordinasyonu özellikle Suriye konusunda zayıf kalıyor. Avrupa’nın Kürt özerkliği ve Suriye yönetimi konusundaki tutumu, Ankara’nın iç politikasını giderek daha fazla etkiliyor.
Avrupa İçin Bir Eylem Planı
Bu dönem, stratejik Avrupa katılımını gerektiriyor. AB, çift yönlü bir yaklaşım izlemeli: Ankara, Kürt partileri, muhalefet ve sivil toplumla diyaloğu sürdürmeli; bu diyalog otoriterliği değil, siyasal alanı genişletmeyi hedeflemeli. Avrupalı aktörler, “demokrasi olmadan barışın sürdürülemeyeceği” mesajını vurgulamalı: Muhalif liderler hapiste ve seçilmiş belediye başkanları görevden alınmışken sürecin meşruiyeti zedelenir.
Hem Ankara hem de Kürt temsilciler dış müdahaleden çekinse de, Avrupa dolaylı ve hak temelli katılımla güven inşa edebilir.
Bölgesel politikalarda güvenlik hâlâ ön planda olsa da, Avrupa hak temelli şartları güvenlik mimarisine entegre etmeli, onları ayrı bir mesele olarak görmemelidir.
Bu sürecin başarısızlığa uğramasına eylemsizlik yol açarsa, sonuç daha derin bir istikrarsızlık olur. Avrupa, bu kusurlu ama değerli fırsatı kullanmalı ve barış sürecini demokratik, hak temelli bir çerçeveye oturtmalıdır.
Seren Selvin Korkmaz, İstanbul’daki IstanPol Enstitüsü’nün Kurucu Ortağı ve Eş Direktörüdür.





