AYFER DAĞDELEN
İbni Sina’nın öz (zat) ve vücut birlikteliği, varlıkların ikili ayırımına neden olmuştur: Zorunlu varlıklar ve mümkün varlıklar. Zorunlu varlıklar, zatı ile vücudu aynı olan, kendinden başka nedeni olmayan, aksine kendisi bütün varlıkların nedenlerinin bedeni olan tek varlık, Allah’tır. Mümkün varlıklar ise, kendi kendilerine var olmayan, varoluşları bir nedene bağlı olan ve bu neden sayesinde var olabilen varlıklardır. Bu nedenle de mümkün varlıklar, zatları vücutlarından ayrı olan varlıklardır. Onların varlık kazanabilmeleri mutlaka başka bir var olana, bir nedene bağlıdır. İbni Sina, mümkün varlıkları da ikiye ayırmıştır: Zatı ile mümkün, zatından başka bir şeyle zorunlu olan varlıklar. Örneğin, İlk Akıl, kendi başına mümkün varlık olduğu halde Allah’tan sudur etmesi bakımından zorunludur; mutlaka vücut bulması gerekmektedir. Keza İkinci akıl da birincisine göre zorunludur. Cinsler ve neviler gibi. Bizatihi mümkün, yani varlığa ve yokluğa aynı derecede yeteneği olan varlıklar.
İbni Sina, zorunlu ve mümkün varlıklar ayırımından yararlanarak Allah’ın varlığını ve üstünlüğünü ispatlamaya çalışmıştır. İbni Sina’ya göre, zatı vücuttan ayrı olan her şey, sonuçta özünden ayrı olmayan bir tek varlık kavramına ulaşır; ulaşılan bu varlık diğer varlıkların gerçek nedeni, nedenlerin nedeni olan zorunlu varlık, yani Vacib al-Vücuttur. İbni Sina, Farabi’nin sonsuz derecede kemal sahibi ve üstün bir Allah kavramından hareketle evrenin kuruluşunu açıklamasından farklı olarak, Aristo’ya yaklaşarak, evreni oluşturan mümkün varlıkların varoluşlarını sağlayan son neden düşüncesinden yola çıkarak Vacib al-Vücut olarak tek Allah kavramına ulaşmıştır. Evreni oluşturan mümkün varlıkların, kendiliklerinden var olmalarının olanaklı olmamasına rağmen onların varoluşları zorunlu varlığın, Allah’ın varlığı için delil olarak gösterilmiştir. Maddi dünyanın ve evrenin belli bir düzen ve uyum içinde varlığını sürdürmesi de üstün bir kaynağa duyulan ihtiyacı artırmıştır. Bu anlamda Farabi ve İbni Sina bütün olayların ve oluşumların belirli yasalara, kurallara ve ilkelere göre işlediğini kabul ederek yasaların doğallığını ve mutlak determinizmi benimsemişlerdir. Ulutan’ın aktarımıyla (1974):
O halde, bütün bu yasalara, düzen ve uyuma vücut veren, onları son derece hassas bir presiziyonla (İncelikle A.D.) yekdiğeri ile ilişkilendiren ve uyumlaştıran bir başlangıç bulunmak gerekir. İbni Sina işte bu asli kaynağın, mutlak ve en mükemmel ‘akıl’ halindeki Vacib al-Vücut Allah olduğu hükmüne varacak, bu suretle de şeriat ile hikmetin (felsefe) birbirine zıt olacak yerde birbirlerini tamamladıklarını ısrarla belirtecektir. (s. 149)
- Sponsorlarımız -
İbni Sina’nın, Vacib al-Vücut kavramına bağlı olarak oluşturduğu yaratış temel ilkeleri şunlardır: “Birden yalnız bir çıkar; zaruri varlıkta ve mufarık (ayrılmış A.D.) akıllarda düşünmek, yaratmak demektir; zatı ile zaruri olmayan her şey kendisi için mümkün, kendinden başka bir şey için zaruridir. Bizatihi zaruri olan tek varlık vardır. Onun dışındakilerin varlığı mümkündür” (Özden, 2017, s. 105).
İbni Sina bu ilkeler doğrultusunda dünyanın Vacib al-Vücuttan sudurunu aşağıdaki gibi açıklıyor. Ulutan’a göre (1974):
Zorunlu varlık, zorunlu olarak bir eser meydana getirmekte, bu eser de kendi sırasında ve gene zorunlu olarak, başka bir esere vücut vermektedir. Böylece bir sıra eserler, yeni yeni eserlerin vücut bulmalarını sağlamaktadırlar. Her eser, meydana getirdiği esere üstün ve onun nedeni olmaktadır. (s.150)
Yeni Eflatuncu bir yaklaşımla, yaratış Vacib al-Vücut İlahi aklın kendi kendini düşünmesi ile ilahi varlığın kendisi hakkındaki bilgisinden İlk Akıl oluşmaktadır. İşte tekten çokluğa geçişi sağlayan, bu ilk akıldır. İlk Aklın oluşumundan sonra, kendini oluşturan ilkeyi düşünmesi ile İkinci akıl oluşmaktadır. İlk ilkenin kendisini varlıkta zorunlu hale getirişini düşünmesinden ilk felek, son olarak da, kendi varlığını düşünmesinden birinci feleğin vücudu sudur etmekte, meydana gelmektedir. Özden’e göre (2017):
Bu tarzda devam eden sudur, onuncu akıl ve dokuzuncu felekte son bulur. Burada sözü edilen felekler, semavi varlıklardır (gezegenler-kozmik varlıklar). Onuncu akıl Faal Akıl olup bu, yeryüzünü idare eden akıldır. Dokuzuncu felek ise ay (kamer) feleğidir. Buradan itibaren semavi varlıkların suduru tamamlanır. Faal Akıl’ın bilgisi ile dört unsur ve maddi varlıklar, madenler, bitkiler, hayvanlar, insanlar ve bunlara ait nefisler meydana gelir. Böylece oluş tamamlanmış olur. (s. 106)
- Sponsorlarımız-
İbni Sina suduru açıklarken kullandığı felsefi kavramlar, Kur’an’daki dini kavramların yorumuna dayanmaktadır. Akıl kavramı felekleri, felekler gezegenleri, Faal Akıl da Cebrail meleği karşılayan kavramlardır.
Akıldan sonra varlık hiyerarşisinde, Nefis bulunmaktadır. Nefis, akıldan aldığı bilgi gücüne ve ilahi emirden aldığı aşk gücüne sahiptir. Nefis’ten ise, Külli Doğa ve Külli Unsurlar meydana gelmektedir. Nasr’ın ifadesiyle (1985):
Külli Doğa (el-tabiat el-külliye) Külli Unsur’u mümkün olduğu derecede olgunluğa (kemale) yöneltir. Nefs’in ilahi emir yönünden kaynaklanan doğa bu etkinliği yalnızca Külli Unsur’a (el unsur el-külli) boyun eğdirmek için yapar. Etkinliği doğadan alan unsur el-külli, kökeni Akl’a dayanan Nefis’ten kaynaklanan bir güçtür. (s. 231)
- Advertisement -
“Akıl ve Nefis’ten sonra varlık hiyerarşisinde üçüncü sırayı alan doğa üç güce sahiptir: İlahi emirden kaynaklanan harekete geçirme gücü (Kuvvet el-tahrik); Akl’dankaynaklanan kılavuzluk gücü (Kuvvet el-hidayet), Nefis’tenkaynaklanan kılavuzluk gücü (Kuvvet el-meyl ile’l-tahrik)” (Nasr, 1985, s. 231). İbni Sina doğa kelimesini birçok anlamda kullanmıştır. “Bu anlamlardan en önemli olanı, elementlerde harekete neden olan güç diye tanımlananadır. Bir elementin şekli, fii’len bilinebilen ve duyularla görülüp hissedilemeyen bir doğadır”(Nasr, 1985, s. 242). Bu anlamda doğa, elementleri denetleyen ve onları yaratılış sürecinde olmaları gereken yere yerleştiren düzenleyici bir güçtür. Doğa ve unsur (element) birbirinin tamamlayıcısıdır ve biri olmadan diğeri olmaz. Her ikisi de nefis tarafından oluşturulmuştur ve ona karşı edilgen bir konumdadırlar. Buna rağmen onlar birbirlerini etkilemek için yaratılmışlardır. Doğa elementi harekete geçirmek için vardır.