İmgelem resmedilmiş tek bir anın duyulur varoluşunda bir ileri bir geri gider ve Kierkegaard Korku ve Titreme’nin ilk sayfalarında bize çok eski bir söylenceyi defalarca yeni bir biçimde anlatır. Nedir bu söylencede bu denli büyüleyici olan? Neden İbrahim? İbrahim olmak olanaklı mı? İbrahim’in o çok eski öyküsü tüm zamanlarda var olmuş ve olabilecek öykülerin en korkuncu, en karanlığı ve en paradoksal olanıdır. Kierkegaard İbrahim’de bireysel varoluşun özgürlük, kaygı ve günah döngüsünden kurtuluşunun olanaksızlığını bulur. Burada, kurtuluşun olanaksızlığını temellendiren yalnızca inanç olabilir. Bu anlamda, “İbrahim olmak inancın bıçağı için ideal olmaktır.” (Taylor 1977, 310) Nedir İbrahim’i kendi öyküsünde eşsiz kılan? Toplum içinde saygın bir insan olması mı, Sarah ile evli olması mı, bir oğul istemesi mi ya da oğlun kendisi mi? Bunlarla İbrahim’i anlatabilir miyiz? Öykünün silik resmini çizen tüm bu olgular İbrahim’in kendisi olamaz.
Tanrı İbrahim’e en kıymetlisini, tek oğlu İshak’ı alıp onu Moriah’ta ona göstereceği biçimde kendisine adamasını söyledi ve onu böyle sınadı, Genesis 22 (Genesis 1995, 97–98, Kierkegaard 1983, 10). İbrahim, Moriah’a oğlunu (İshak’ı) söz verdiği şekilde Tanrı’ya kurban etmek3 İshak ötekidir; İbrahim’in yalnızlığını, tekliğini bozduğu gibi, bu yalnızlığın, tekliğin ona geri verilebilmesinin de tek yoludur. Bu nedenle, İbrahim İshak’ı terk ederek ona geri için yalnız bir yolculuğa çıkar. Moriah’a yolculuğun yalnızlığı ve İbrahim’in İshak’ın soruları karşısında sessizliğini koruması en kıymetlinin korunması ve kutsanması içindir. Artık ne İbrahim babadır ne de İshak oğuldur. İshak İbrahim’in değildir. O, İbrahim’den başkadır; ötekidir. Tanrı’yla söz olarak açılan ilişkide İbrahim kendi olabilmek için etiği kurban etmenin sözünü vermiştir. Çünkü İbrahim için etik bir ayartmadır. İbrahim’in ona direnişinin nedeni budur. İbrahim’in sessizliği bu ayartmaya ara vermek ve uyanışın olanaklılığıdır. “İbrahim her şeyi açıklayabilecek bir şey söyleyemeyeceğinden susar.” (Derrida 1995, 61).
İshak ötekidir; İbrahim’in yalnızlığını, tekliğini bozduğu gibi, bu yalnızlığın, tekliğin ona geri verilebilmesinin de tek yoludur. Bu nedenle, İbrahim İshak’ı terk ederek ona geri dönebilir. Bu döngünün kökeni ise tek bir sözcükle açıklanabilir: tutkulu bir sevgi. Söz, başlangıçta sevileni adamanın sözüdür. Her şey sevgiyle ve sevgi için, sevgide başlar. İbrahim’in sevgisi hem Tanrı’dır hem de İshak. Çünkü yalnızca sevileni sevgi için adayabiliriz. Varoluşun dayanılmaz acısının kaynağı tam da budur. İbrahim’in eylemi gerçekleştiğinde o hem bir katil hem de bir kahraman olacaktır. Âdem ve Havva, İbrahim ve İshak, Habil ve Kabil. Hepsinde Tanrı ile ilişki için sevilenin adanması esastır. “İlla ki bıçağımı Moriah’ta oğlum için çekmem gerekiyor. Bıçağım daima sevdiğime yönelir. Moriah dağındaki anlar dünyanın da anlarıdır.” (Kierkegaard 1983, 50) Bu nedenle, İbrahim olmak az da olsa anlaşılır kılınmak isteniyorsa, onun Moriah yolculuğunun ve orada yaşanılan anların ne İshak aracılığı ile insanlık soyunu sürdürme mücadelesi ne de öfkeli tanrılara bir adak vererek onları yatıştırma çabası olmadığı öncelikle açıklığa kavuşturulmalıdır. (Kierkegaard 2007, 27)İbrahim’in zorlu yolculuğu onu karar anı için hazırlayan seçimidir. Bu seçim, şu ya da bu verili şeyin seçilmesinden ayrı ve onu da olanaklı kılacak ölçüde çok daha kökensel olandır. Karar anı için seçim yapmak bireysel varoluşun gündelik sıradanlığın estetik4 İbrahim’in durumu yalnızca bir savunma olarak anlaşılabilir. Burada yanıltıcı olan ‘öldürmeyeceksin’de temellenen etiktir. Etiğin bu ayartıcılığı İbrahim’in durumunu paradoksal kılandır. İbrahim, etik ve inanç arasındadır ve her ikisinin varlığını da tamamen ortadan kaldıramaz. (Kierkegaard 1983, 54) Çünkü İbrahim’in dünyasal oluşumu diğerleri ve kendi arasında olmaktır. Onu etik olanın ayartıcılığında kendi olmaya çağıran yalnızca alanından etiğe sıçramasıdır. İbrahim karar anı için hazır olmayı seçmesi ile etik olandır. Ancak bu da yetmez, etiğin etik için kurban edilmesi gerekir. Çünkü etiği aşmak, ötekilerin aşılması, geride bırakılmasıdır. İnsan ötekilerden sonra, Tanrı’dan öncedir. (Vries 2002, 141) Bu nedenle, etik olanın aşılması Moriah’ın karar anı içindir. Tekin tekle, varoluşun Tanrı ile ilişkisinin tek yolu budur. İshak, “bunu yapma her şeyi mahvedeceksin!” der. İbrahim buna rağmen bıçağını Tanrı’nın önünde İshak için, oğlu değil en kıymetlisi en sevdiği için çeker. Peki, ama neden? Çünkü İbrahim inancını göstermek ister. İbrahim’in inancı onun Tanrı önündeki özgürlüğüdür. İnanç bireysel varoluşun Tanrı önünde ve Tanrı’dan ayrı olduğunun tek göstergesidir. İbrahim kendini yalnızca inancın açığa çıkmasında bulur ve bu durumda bulduğu artık onun kendisi değildir. İnsan kendine daima geç kalır. Bu nedenle, inanç insanları bir araya getirmez. Aksine onları birbirinden ayırır. Bu yolla her teki Tanrı ile bir araya getirir. İnsan ne zaman ki kendini bu ilişkide bulur; onu diğer insanlarla bir arada tutan her ne varsa uçup gitmiştir. (Kierkegaard 1983, 48).
İbrahim’in durumu yalnızca bir savunma olarak anlaşılabilir. Burada yanıltıcı olan ‘öldürmeyeceksin’de temellenen etiktir. Etiğin bu ayartıcılığı İbrahim’in durumunu paradoksal kılandır. İbrahim, etik ve inanç arasındadır ve her ikisinin varlığını da tamamen ortadan kaldıramaz. (Kierkegaard 1983, 54) Çünkü İbrahim’in dünyasal oluşumu diğerleri ve kendi arasında olmaktır. Onu etik olanın ayartıcılığında kendi olmaya çağıran yalnızca Tanrı’nın sözü olabilir. Peki, ama nasıl, Tanrı bizi kendimiz olmaya nasıl çağırır? Neden bireysel varoluş yalnızca inançta kendi olabilir? Neden İbrahim olmak inançlı bir yalnızlık ya da kendine sürgün bir göçebe olmak, yersiz-yurtsuz olmaktır? Karar anını bu denli güçlü ve derinden duyumsatan nedir?
- Sponsorlarımız -
Tanrı, İbrahim ve ailesi. İbrahim’i her ikisi ile bir arada tutan yalnızca koruduğu ancak hakkında hiçbir şey bilmediği bir ‘giz’dir. İbrahim olmak, ‘giz’ için sessizliktir. Gizliliğin yeminidir. Bu nedenle, İbrahim’in İshak’a söyleyecek hiçbir şeyi yoktur. Artık söz olanaksızdır. Çünkü dolayımı olanaklı kılacak hiçbir şey yoktur. İbrahim’in görevi etiği kurtarmak için onu adamaktır. Sevgi için sevilenin adanmasıdır. Peki, ama neden? Etik neden kurtarılmalı, sevilen ne için adanmalı? Burada etik bir “giz etiği”dir. (Cameron 2007, 110) Özgürlük, sorumluluk, suç ve benzer tüm etik anlatılar evrenselin gerçekliği değil, mutlak olarak tek olmanın, eşsiz bir anın öyküsünü anlatır. Bireysel varoluşun tüm serüveni, gizin varlığı için özgür, onu korumak, ona bekçilik etmek için sorumlu ve onu açığa çıkarmak için günahkâr olmayı anlatır. Bu nedenle, bireysel varoluşun özgürlüğü ya da sorumluluğu eylemlerinin belirsizliğini anlatır. Eylemlerimizin belirsizliği gizin etiği olarak etiğin bizi karar anlarına taşıması ve karar anlarında aşılmasıdır. Kierkegaard için, karar varoluşsal bir kopuştur. Yitimli bireysel varoluşun kendi gizinde uyanışıdır. Bu giz, yitimliliğimizde parlayan sonsuzluğun asaletidir. Sonsuzluk karar anında zamanla kavuşumdadır. Karar düşüncelerin bizi sarmalayan kaba giysilerinden soyunmaktır. Tekdüzeliğin uyuşukluğundan uyandıran bir titremedir. Varoluş için bir tehdittir. Çünkü o, yeni bir başlangıçtır. (Kierkegaard 2007, 3-4) Derrida’nın eşsiz anlatımıyla Mysterium tremendum’dur. Mysterium tremendum, gizin ürkünçlüğünü anlatır. O, Tanrı’nın okşamasıdır. Ürküten ve titretendir ve her şey bu titreme5 ile başlar. Biri neden titrer hiç kimse bilmez. Titreme bize gizin, bilinmeyenin armağanıdır. (Derrida 1995, 56) Bize usulca sevginin sonsuzluğunda “kendini bırakma” 6 yı fısıldar. (Kierkegaard 1983, 37–38) Bu nedenle, “karar anı bir çılgınlıktır.” (Kierkegaard 1983, 16-17) Tanrı önünde korkmak ve titremektir. Tanrı’da uyanıştır. Varoluşun dünyadaki göçebeliğini, kökensel bir oluşum olduğunu anlama anıdır. (Kierkegaard 1983, 41) İnanç bu oluşumun tek gerçekliği olan bir açıklığı imler. Karar anı ibrahim’in inancında asılı kalmaya ve etiğin ayartıcılığına direnmeye sıçramasıdır. Bu bağlamda, karar anı varoluşun kökensel acısına katlanma anıdır. “Kierkegaard için, baştan çıkartılmaya dayanan, kendi varoluşu ile kutsanır.” (Carlisle 2005, 124) İbrahim olmak, “bunu yalnızca ben kendim yaptım” diyebilmektir. (Kierkegaard 1983, 48).
Gizin etiğinde bireysel varoluşun hakikati zaferler kazanmış, gururlu ve kendinden emin bir hakikat olamaz. İbrahim’in hakikati kendini inancın uyanışında inanç için bırakmaktır. Bu nedenle, burada hakikat daima yenilgiye mahkûm bir hakikat olabilir. O, mutlak uyumsuzluktur ve bu nedenle varoluşun paradoksudur. (Taylor 1977, 307) Çünkü onun ne bir başı ne de belli bir sonu vardır. Ne sonucu ne de nedeni ile nitelendirilemez. Varoluşun kökeni daha önce irdelendiği gibi özgürlük kaygısı ise bu durumda özgürlüğün hakikati kendini daima bir paradoks olarak açımlar. İbrahim olmanın olanaksızlığı paradoksun sahiplenilemez ve çözülemez olmasında köklenir. Özgürlüğün paradoksal olmasının anlamı nedir? Ne İbrahim’i Moriah’a götürür ve orada Moriah’ta yalnız bırakır? İnanç eğer bireysel varoluşun açıklığı ise onu bu açıklıkta tutan ve koruyan nedir? “Benim inancım var diyemem, bu cesaret bende yok. Tanrı’yı küçük sıkıntılarımla yoramam. Ayrıntılar beni hiç ilgilendirmiyor. Ben yalnızca sevgimle ışıldıyorum ve onun el değmemiş ışığını korumakla.” (Kierkegaard 1983, 34) Kierkegaard’ın sözleri hakikatin iki yakasını betimler. Bunlardan biri inançtır; diğeri sevgidir. İnanç bir gizdir. İnsan ona asla ulaşamaz. Diğer yandan her şeyi açığa çıkaran da bu gizin kendisidir. Bu nedenle, bireysel varoluşun özgürlüğünün kökeni ondan başka bir şey olamaz. Ancak bilinemez, ulaşılamaz, daima önde olan inanç kendini bir biçimde bireysel varoluşta gösterebilir. İnancın bizdeki bu görüntüsünün tek bir adı vardır: Tutkulu bir sevgi. Sevginin kökeni ise öncelikle Tanrı’nın bizi sevdiğine inanmaktır.