Rize deyince çay, Isparta deyince gülün aklımıza gelmesi hiçbirimizin garibine gitmez. Oysa Rize’de çay yetiştiriciliği 1920’lerde, Isparta’da gül ise 1880’lerde yetiştirilmeye başlanmıştır. Hatta çay için ziraat mühendisi Zeki Diren, gül içinse Meydanbeyoğlu İsmail Efendi’nin öncülükleri tartışılmayacak kadar açıktır. Bu başarılı örnekler gözlerimizin önündeyken; çoğu kişi bu gibi girişimlerin öncüsü Molla Kamil Efendi’den bihaberdir. Çünkü tarih hep başaranları ölümsüzleştirirken, başarısız girişimleri ise tozlu arşiv sayfalarına gömmüştür. Oysa açıktır ki başarılardan edinilenden ziyade başarısızlıklardan alınan dersler, çıkarılan tecrübeler öğretici ve aydınlatıcıdır.
Molla Kamil Efendi hicri 1099 (miladi 1688) yılının Şaban ayında Yanya Mutasarrıfı Kızıl Rıza Paşa’nın üçüncü çocuğu olarak dünyaya geldi. Küçük yaşta zekâsı ve merakı ile yaşıtları arasında tebarüz ettiği rivayet edilir. Aslen Arnavut oldukları iddia edilse de ailenin Karaman göçmeni Türk kökenleri konusunda kuvvetli bulgular mevcuttur. Babasının erken ölümü üzerine annesi tarafından büyütülmüş. Ailesinin din âlimi olmasını istemesine rağmen müspet ilimlerle ilgilenmeye başlamış, büyüklerinin tüm itirazlarına rağmen babasından kalan mirasla Önce Roma, daha sonra Paris’e giderek eğitimini buralarda sürdürmüştür.
Burada özellikle nebatiye ve ziraat ilimleri ile iştigal eden Kamil Efendi memlekete, İstanbul’a dönmüş, ağabeyinin aracılığı ile sarayda bostancıbaşının yanında çalışmaya başlamıştır. Zamanla bilgisi, çalışkanlığı ve azmi ile Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa’nın dikkatini çeken Kamil Efendi’nin hayatını değiştiren olay ise 1720 senesinde meydana gelmiştir. Bu tarihte İstanbul yöresindeki lale bahçelerinde anlaşılmaz bir hastalık tüm laleleri perişan etmeye başlayınca; Sadaret tarafından görevlendirilen Kamil Efendi, öğrenmiş olduğu ilmi ve fenni yöntemlerle hastalığı tespit ve tedavi ederek devrin sultanı III. Ahmet tarafından takdir ve taltif edilmiş, “Halaskaran-ı lalezar” lakabı ile saray çevresinin aranan simaları arasına girmiştir.
Molla Kamil Efendi kendisine mükâfat olarak ihsan edilen Yalova’daki arazisinde fenni ziraat usulleri kullanarak tecrübelerde bulunmaya girişmiştir. Bu tecrübelerin en ilginci ise daha önce Fransa’da görüp çok beğendiği avokado meyvesini Anadolu koşullarında yetiştirme çabasıdır. Uzun uğraşılar ve melezleştirmeler sonucunda Yalova iklimine dayanıklı avokado yetiştirmeyi başarmış ve mahsulünü bir risale ile saraya takdim etmiştir: “Avokad nam bu ağaca kim timsah armudu da derler, faidesi saymakla bitmez. Sayesi hoş, bakması ala, yemişi leziz ve şifadır. Meyvesi cennet taamı olup neyle yense yakışır, ağza ferahlık mideye küşayiş verir. Yağı sürülende cilde sedefi bir nur katar. Evrakı pişirilip içilse hasat-ül kilyenin (böbrek taşı) ilacudur…”. Meyvenin tadını beğenen Damat İbrahim Paşa verdiği davetlerde avokadoyu ikram etmeye başlamış ve moda haline gelen bu egzotik yiyecek kısa zamanda İstanbul seçkinleri tarafından benimsenerek sofralardaki yerini almıştır. Kamil Efendi bu yeni nimetin yayılması ve halkın da istifadesi için gayret gösterdiyse de, Zadegân bu konuya bigâne kalmış avokado, saray ve elit tabakanın dışında kullanılmamıştır.
- Sponsorlarımız -
Molla Kamil Efendi’nin mesut zamanları ve avokadonun Osmanlı serüveni maalesef 1730 yılının Eylül ayında patlak veren Patrona Halil ayaklanması ile son bulmuştur. İsyancılar hamisi Damat İbrahim Paşa ile birlikte Kamil Efendi’yi de olmadık zulümle halletmiş, ayaklanmaya katılan bir grubun telkini ile avokadonun timsah ile ağacın ciması ile mahsul olduğu söylentisi yayılmış; Mekruh olduğu, Müslüman memlekette ziraatı ve yenilmesinin caiz olmadığı fetvası verilerek Yalova’daki tüm ağaçlar yakılarak tahrip edilmiştir. Böylelikle Türk tarihinin belki bu ilk modern tarım denemesi, bir grup tarafından durdurulmuş ve avokadonun tekrar ülkemize girişi ancak yaklaşık 250 yıl sonra olabilmiştir.
Zamanında Kamil Efendinin gayret ettiği gibi avokado halka sevdirilebilmiş, geniş halk kitleleri bu nimetten faydalanabilmiş olsa bunlar gerçekleşir miydi bilinmez. Şüphesiz cennet taamı bile olsa halkın böyle yeniliklerin kıymetini bilmesi için tıpkı gül ve çayda olduğu gibi faydasını öğrenmesi ve dahi günlük hayatta istifade edebilmesi şarttır. Bir avuç seçkinin tadına bakabildiği ”nimetlerin” sonu, ancak avokadonun Osmanlı macerası gibi olacaktır.
Bu yazı T24’den alınmıştır.