SELAHATTİN DEMİRTAŞ
Metnin Türkçesini de tutanağa geçmesi açısından, savunmamın girişi olarak okumak istiyorum. Tekrar bütün arkadaşları buradan sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Değerli eşbaşkanlarımız, Sayın Bakırhan ve Sayın Hatimoğulları, milletvekili arkadaşlarımızı buradan selamlıyorum. Değerli tutsak arkadaşlarımız, salonda bulunan arkadaşlarımız, Sincan Kadın Kapalı Cezaevinde bulunan arkadaşlarımız, Kocaeli Cezaevinde bulunan değerli eşbaşkanımız Gültan Kışanak, hakeza salonda bulunan avukat arkadaşlarımız, izleyiciler, İzmir, Ankara il teşkilatlarımız, İHD, ÖHD temsilcileri, AB delegasyonu ve Antalya’da bulunan avukat arkadaşlarımız, izleyiciler, Adıyaman’dan bağlanmış olan arkadaşlarımız, Diyarbakır, İstanbul, Datça, Şanlıurfa’dan bağlanmış bütün arkadaşlarımıza buradan sevgilerimi, saygılarımı, selam ve hürmetlerimi iletiyorum. Hepinizin iyi olduğunu, sağlıklı olduğunu umuyorum. Biz de gayet iyiyiz, bu vesileyle Selçuk Mızraklı arkadaşımızın da hepinize selam ve sevgilerini iletiyorum.
Değerli arkadaşlar, yedi yılı aşkın süredir ilk defa esas hakkında savunma yapma hakkı tanınıyor bana. Bugüne kadar kısmen sorgu, kısmen de tutuk hali inceleme aşamalarında veya usul tartışmalarında konuştum. Hakkımdaki suçlamalaraysa ilk defa doğrudan cevap vermeye başlıyorum. Üç yılı aşkın süre yargılandığım tek sanıklı dosyada, Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesindeki 40’ı aşkın fezlekeden ancak yarısının okumu tamamlanmışken dosya 22. Ağır Ceza Mahkemesiyle birleştirildi. Burada da biliyorsunuz ben, Figen Başkan Gültan Başkan, Sebahat Başkan ve sanırım Zeynep arkadaşlarımızın sorguları bile yapılmadan esas hakkındaki mütalaaya geçildi, esas hakkındaki savunmaya başlandı. Dolayısıyla yedi yıldır tutuklu olmamıza rağmen ben ilk defa aslında savunma yapıyorum. İlk defa doğrudan, suçlamalara cevapverme fırsatı buluyorum. Çünkü bugüne kadarki konuşmalarımın tamamı, dediğim gibi ya tutuk hali incelemesi veya usul hakkındaki tartışmalardı. Orada kısmen suçlamalara da cevap vermeye çalışmıştım ama yedi yılın sonunda, ki 7 yıl 2 ayı buluyor, 45 günü buluyor neredeyse. Meydanlarda yargılandık, televizyon ekranlarında yargılandık, Meclis kürsüsünde yargılandık, hakkımızda idam hükümleri verildi. 50 kişiden 150 kişiye kadar insanın katili olmakla suçlandık. Her birimiz ayrı ayrı terörist olarak barbar gibi gösterildik. Bugün bile cenaze törenlerinde halen bizlere hakaret ediliyor, halen terörist olarak suçlanıyoruz. Ama yedi yıldır ilk defa doğrudan duruşma salonunda bana savunma hakkı veriliyor. Bunun bilinmesi lazım. Sorgu hakkımız da bizatihi bu heyet tarafından gasp edildi. Diğer arkadaşlar sorguda uzun konuştular denilerek sıra bize gelince sorgumuzdan vazgeçildi.
Birazdan savunmamın detaylarına başlayacağım, kaç gün sürer bilmiyorum, ne kadar sürer bilmiyorum, en hızlı şekilde savunmamı toparlayıp söz hakkını avukat arkadaşlarıma vermeye gayret edeceğim ama başlarken şunu net olarak belirteyim, ben savunmamı heyetinize falan vermiyorum, mahkemenize karşı yapmıyorum; savunmamı halka sunuyorum. Çünkü mahkeme dediğiniz şey tarafsız, bağımsız, adil olmalıdır. Siz doğrudan iktidarın tarafı, kumpasların uygulayıcısı bir heyetsiniz.
Aslında sizin bu taraflı konumunuz nedeniyle en doğrusu sizi tanımamak, reddetmek, savunma vermemekti. Ancak bizler halkın temsiliyeti gibi onurlu bir görevi üstlenmiş siyasetçiler olarak halkımıza karşı hem özeleştiri hem savunma borcumuz olduğundan konuşuyoruz, konuşacağız. Savunmam, dediğim gibi, kaç gün sürer bilmiyorum. Ama 42 ayrı fezleke 19. Ağır Ceza Mahkemesinden bu dosyayla birleşti. Yani 42 ayrı suçlama, orada var. Burada da Kobani kumpas davası adı altında binlerce suçlama var. Dokuz yıldır devam eden, yani biz tutuklanmadan iki yıl önce başlayan bir kumpas ve komplo süreci var. Dokuz yıldır sürdürdüğünüz kumpasa ben kaç günde cevap verebilirim, bilmiyorum. Ama şu an savunma evraklarımızı buraya getiremedik, bir masa dolusu, binlerce sayfa savunma evrakı, yedi yıldır yaptığımız hazırlıklardı. Bugüne kadar kullanma fırsatı bile bulmadık, mahkemeye sunma fırsatı bile bulmadık. Dolayısıyla bugün başlayacağım, ne kadar sürerse mahkemeniz benim savunma hakkımın tutanağa geçirerek kesmediği, kısıtlamadığı müddetçe bütün suçlamalara kesintisiz bir şekilde cevap verme gayreti içerisinde olacağım. Ama mahkemeniz, “Bu kadar savunma yeter, biz sana daha fazla savunma hakkı tanımıyoruz.” deyip bir ara karar alırsa mikrofon sizde, ben de bitirmiş olurum.
- Sponsorlarımız -
Şimdi, savunmanın parçası olarak kısa bir giriş ve değerlendirme yapacağım. Dava ve yargılamanın konusu da tümüyle siyasi faaliyetlerim ve siyasi içerikli konuşmalarım olduğundan yeri geldikçe ayrıca siyasi değerlendirmeler yapacağım ve davalarımızla bağlantılarını ortaya koyacağım. Herkes şunu bilmeli ki, hakkımdaki suçlamaların tamamı yaptığım konuşmalardır. Herhangi bir yasa dışı faaliyet ya da gizli çalışmayla suçlanmıyorum. 8 yıl, 10 yıl, 15 yıl önce yaptığım miting konuşmaları, basın açıklamalarından başka tek bir somut delil yoktur dosyada. Arkadaşlarımızın tamamı için geçerli bu, ben kendi savunmamı yaptığım için tekil konuşuyorum. Arkadaşlarımız, savunmalarında zaten bunu belirttiler.
Bu bir siyasi intikam davasıdır. Biz burada hukuken tutuklanmış kişiler değiliz. Siyasi amaçlar için rehin alınmış siyasetçileriz. Bugün başlayacak ve günlerce sürecek savunmamda mecburen bu konuşmalarımı anlatacak ve düşüncelerimi savunacağım. Çünkü Savcı da beni herhangi bir eylemle suçlamıyor, suçlayamıyor. Zaten tüm siyasi faaliyetlerim halkın gözü önünde gerçekleşen yasal, meşru faaliyetler olduğundan konuşmalarımızı alıp dosyaya koymuş durumda.
Bakın, bugün halen ülkenin evlatları çatışmalarda hayatlarını kaybediyor. Hepimiz üzülüyoruz ve bu ölümleri durduramadığımız için biz kahroluyoruz. Fakat iktidar, devlet el ele verip bizim gibi barış isteyenleri hapse atıp savaş politikalarından medet umuyor. Bu tam bir ikiyüzlülüktür. Acıları ortaklaştırmak yerine Kürt gençleri yaşamını yitirdiğinde sevinç naraları atanlar da bugün timsah göz yaşları döken ikiyüzlülerdir.
Bu savaş artık bitmelidir. Silahlar tümden devre dışı kalmalıdır. Bunun da yolu siyaseti öne çıkarmaktır. Tecride son verip diyalog politikalarına dönmektir. Müzakere yöntemlerini esas almaktır. Diyalogdan, müzakereden kaçan kim olursa olsun bütün bu ölümlerin sorumlusudur. Kendi siyasi ikbali için silahtan, savaştan medet uman her siyasetçi ikiyüzlüdür, ahlaksızdır. Halkın evlatları üzerinden kendine iktidar alanı yaratanlar, insanlıktan nasibini almamış vicdansızlardır. Türk’üyle Kürt’üyle bütün Türkiye toplumu barış için sesini yükseltmelidir. Sizi milliyetçilik gazıyla galeyana getiren bütün siyasetçilerin bir eli yağda bir eli baldayken evlatlarımızı ölüme göndermekten çekinmiyorlar. Bu gidişata dur diyecek olan sadece ve sadece bu savaşın en ağır bedelini ödeyen yoksul halktır. Türk ve Kürt, barış eşitlik özgürlük için el ele verirse “Savaşa karşıyız, oturun ve sorunları konuşarak çözün.” diyerek seslerini yükseltirse birlikte kardeşçe yaşamak çok daha mümkün olur. Huzuru sağlamak, demokrasiyi büyütmek çok daha kolay olur. Biz barış isteyen, demokratik çözüme inanan, bunun için çalışan siyasetçileriz. Sırf bunu istedik diye yıllardır suçsuz yere hapiste tutulmamıza rağmen halen içeriden barış diye haykırıyoruz. Ülkeyi yönetenler ise hem bizi terörist ilan ediyorlar hem de oturdukları sıcak koltuklarından her gün yeni savaş ve operasyon talimatları veriyorlar.
Türk halkının bu ikiyüzlülüğü artık görmesi gerekiyor. Kimin savaş kimin barış istediğini anlaması ve bu kirli politikalara alet olmaması gerekir. Filistin’de barışı ve diyaloğu savunurken kendi ülkesinde barışı isteyenleri hapse atmak, tecrit uygulamak ikiyüzlülük değilse nedir? Biz her koşulda ilkeli davranmaya, barışı savunmaya devam edeceğiz. Bugün Türkiye evlatları için ağlıyorsa dönüp yüzünüzü, siyasetçilere hesap sorma vaktidir. Sıcak koltuklarından operasyon kararı verirken -20 derecede, karda kışta operasyona gönderdikleri gençlerin sırtına Kürt sorununun çözümünü yükleyenlere hesap sorulmalıdır. 20 yaşında, 22 yaşında genç çocukların her gün toprağa veriliyor olmasının acısını biz hepimiz yaşarken bizi teröristlikte, katillikle, terör destekçiliğiyle suçlayan bütün iktidar yanlısı ve muhalefetteki ırkçı, faşist siyasetçiler bu kandan beslenenlerdir.
- Sponsorlarımız-
Hayatlarında barış sözcüğünü ağzına almadan beş dönem milletvekilliği yapan parlamenterler var orada. Türkiye’nin en zengin milletvekilleri onlardır. Aldıkları ihalelerin haddi hesabı yoktur. Bugün bize binlerce sayfa iddianame, milyonlarca sayfa sahte delille, barış istedik diye terör damgası, terörist damgası vuranların bizatihi kendisi bu ülkede terör estirenlerdir. Süleyman Soylu, arasında dün vekilimiz Sırrı Sakık’a, (DEM Parti Ağrı milletvekili. Kapatılan Demokrasi Partisi [DEP] milletvekiliyken, bir grup DEP milletvekiliyle birlikte dokunulmazlığı kaldırıldı, tutuklandı, bir yıl cezaevinde kaldı.) “Ne savaşı?” demiş, “Bu bir terör mücadelesidir.” Bunun adı savaştır, savaş.
Eğer savaş değilse iç hukuku hatırlatalım. Polis Yetki Kanununda, Jandarma Yetki Kanununda, Türk Silahlı Kuvvetleri Personeli Yetki Kanununda operasyonun nasıl yapılacağı açıkça bellidir. Operasyona girişmeden önce, velev ki karşıdan bir silahlı mukavemet olursa yasada açıkça nasıl yapılacağı bellidir. “Teslim ol!” çağrısı yapılır. Duyabileceği şekilde, anlayacağı dilde, “Teslim ol!” çağrısı yapılır. Teslim ol çağrısına karşılık silahla karşılık verirse önce bölge güvenlik altına alınır. Yasada yazıyor bunlar. Yasaya göre böyle. Buna rağmen ısrar ederse etkisiz hale getirmek, öncelikli olarak sağ yakalamak için operasyon yapılır. Operasyona girişenleri ve sivil halkı tehlikeye atmayacak şekilde gerektiğinde etkisiz hale getirilir. İç hukuk böyle söyler.
Peki ne yapılıyor? İHA ile SİHA ile infaz yapılırken “Teslim ol!” çağrısı mı yapılıyor? F14’le bomba atılırken teslim ol çağrısı mı yapılıyor? Yok. Bu savaş hukukudur işte. Ve doğrudan Cenevre Sözleşmesine tabidir. Süleyman Soylu, sen bunu bilmiyor musun? Bunun adı savaş hukukudur. O halde savaş hukukuna uyulması lazım, herkesin uyması lazım. Biz savaşa kökünden karşıyız ama bu çatışmalar oluyorsa bunun adı savaştır ve herkes bu hukuka uymalıdır.
- Advertisement -
Birinci görevimiz; en onurlu, en haysiyetli görevimiz çatışmaları sonlandırmak, Türkiye’de birlikte huzur içinde, demokrasi ve özgürlük içinde yaşayabileceğimiz koşulları oluşturmaktır. İşte burada gördüğünüz siyasetçilerin hepsi yıllarca bunun için çalışmış siyasetçilerdir. Bugün Mecliste milletvekillerimize laf atanlar, medyada milletvekillerimizi, eşbaşkanlarımızı suçlayanlar hayatları boyunca tek bir barış kelimesini ağızlarına aldılar mı? Bu ülkede barış olsun diye bir dakikalarını harcadılar mı? Tırnaklarını feda ettiler mi, tırnaklarını? O İYİ Parti milletvekilleri, MHP milletvekilleri, AKP milletvekilleri… Bir kısmını tenzih ediyorum ama çoğu büyük iş adamı. Büyük iş adamı. Büyük yatırımları var. Lüks çiftliklerde oturuyorlar. Lüks arabalarının haddi hesabı yok.
Siz orada, Mecliste savaş kararı alırken sizin evlatlarınız mı Hakurk’ta, Zap’ta, -20 derecede nöbet tutuyor? Bir gönderin bakalım evlatlarınızı? Gönderin bakalım, bu kadar rahat savaş çığırtkanlığı yapabilecek misiniz? Bizim içimiz yanıyor. Hepimizin içi yanıyor. Ben defalarca dışarıdaki konuşmalarımda söyledim. Dün, önceki gün toprağa verilen 12 asker benim kardeşimdir. Bu ülkenin yoksul halkının evlatlarıdır. Keşke barışı sağlamış olsak onlar yaşayabilseydi. Türk gençleri de benim kardeşim, bu halkın evlatlarıdır. Keşke yaşayabilselerdi. Sorumluluk bizdedir. Biz vicdanen, ahlaken kendimizi sorumlu hissediyoruz. Bir eli yağda bir eli balda olup milleti gaza getiren, galeyana getiren, milliyetçilik gazı altında pisliklerini en büyük Türk bayrağıyla örtenlerse bizi terörist ilan ediyor. Kabul etmiyoruz bunu. Bütün Türkiye toplumu bilsin. Şu salonda olanlar, siyasetçilerimiz, parlamentoda olan temsilcilerimiz, bugün barış için ne yapılması gerekiyorsa hazırız, hazırdırlar. Ne ge rekiyorsa. Yeter ki onurlu, bir arada, özgürce, eşitçe bir barış sağlayalım. Ağzını açan halen katliamdan, operasyondan, “son terörist kalıncaya kadar” bilmem neyden söz ediyor. 50 sene oldu bu teraneler, 50 sene! Bir şehit yakını dün bağırıyordu, “Yeter artık!” diyordu ya. Haklı, yeter artık.
Kimi kandırıyor bunlar? Hem bu cinayetlerin, bu ölümlerin, bu gençlerin yaşamının son bulmasının sorumlusu olacaklar, pişkince dönüp DEM Parti’yisuçlayacaklar, pişkince. Sorumlu sizsiniz ya! O operasyona gönderen sizsiniz. Bak DEM Parti günlerdir meydanlarda, sokaklarda ne öneriyor? “Bu 20 yaşındaki çocukları, gençleri dağa gönderip ölme, öldürmeyle görevlendirmeyin.” diyor DEM Parti. “Kolay, basit bir yolu var. Maliyeti en düşük, en onurlu yolu var.” diyor. Meydanlarda yürüyüş yapıyor. Ama polis gazlıyor, copluyor, tutukluyor. Dün DEM Parti gençlik merkezimizin 30 üyesini, yöneticisini gözaltına aldılar bu yüzden.
Ne diyor DEM Parti? “Askerleri dağa göndereceğinize Kürt gençlerinin dağa çıkmasına zemin hazırlayan atmosferi yaratacağımıza gelin tecridi kaldırın. Abdullah Öcalan ile görüşülsün.” Yani bunun neyi onur kırıcı? Neyi yasaya aykırı? Neyi gayrimeşru? Buna kulak verip en azından, “Yahu bunlar ne diyor, bir dinleyelim.” demek yerine, “Bunu söyleyen terörist, bunu söyleyen katil.” Mecliste oturup trilyonluk ihaleleri götürüp bir eli yağda bir eli balda, akşam eğlencede, mikrofonun önüne geçince de timsah göz yaşı döken faşist, ırkçılar vatansever öyle mi? Hadi oradan! Bizi burada yargılayan zihniyete de sesleniyorum; savaşın asıl sorumlusu sizsiniz. Dün toprağa verilen bu ülkenin 12 yoksul evladının sorumlusu sizsiniz. Biz değiliz. Partimiz değil. Bizim siyasetimiz değil. Biz barış siyasetçileriyiz. Hesabınıza gelmiyormuş. “Efendim barış nasıl olacakmış, teslim olunacakmış.” Teslimiyetin adının barış olduğu nerede görülmüş? Teslimiyet, teslimiyettir. “Efendim biz teslim olacakmışız.” Neye? Türk resmi ideolojisine teslim olacakmışız. “Hepimiz Türküz, anadilimiz Türkçedir, biz Türk milletiyiz.” diyecekmişiz, Kürt sorunu da çözülürmüş.
Devam Edecek…