Descartes’ın yaşadığı dönem; bir yandan Orta Çağ’dan itibaren gelen teleolojik ve skolâstik düşüncenin bir yandan da bilimsel dünya görüşü ve mekanik bir anlayışın hüküm sürdüğü, birbirine zıt iki bilgi biçiminin tüm iddialarını şüpheci hale getiren yoğun bir şüphecilik çağıdır (Cevizci, 2001). Descartes’ın, başta epistemoloji olmak üzere, eski / yeni inanç ve görüşler arasındaki mücadeleye katılması mevcut felsefi anlayışın seyri üzerinde büyük yankı yarattı ve hâkim felsefi düşünce sistemi temelden değişti. Descartes’ın ana düşmanı akademicilik değil zamanının bu şüpheciliğiydi. Descartes, kendi zamanına kadar doğru ve güvenilir olduğuna inanılan tüm bilgileri yeniden inceledi ve sonunda yanlış olduğunu anlayınca kendisine öğretilen tüm bilgileri aldı ve hatta sorgulamaya başladı. Ama bu şüphe, kendisinin de söylediği gibi yerleşik şüpheden çok farklıydı. Descartes’a göre bilgiye erişmenin bir yolu olarak şüphe, hakikat ve kesinlik kullanılır. Bu sayede mutlak ve sarsılmaz bir ilkeye ulaşılır, sağlam bir temel inşa edilir ve nihayet kesinlikle sağlam bir paradigma ortaya çıkar (Weber, 1998).
Descartes’ın felsefesinin temelinde, kesin bilgiye ulaşabilmek için önce şüpheci bir yaklaşım benimsenmesi gerektiği yer alır. Bu düşünsel yolculuk, onun ünlü “Cogito, ergo sum” (Düşünüyorum, öyleyse varım) ifadesiyle doruğa ulaşır. Descartes, her şeyin şüphe edilebileceğini, ancak kendisinin düşündüğünü bilmenin, şüphe edilemeyecek bir gerçek olduğunu savunur. Bu felsefi yaklaşım, Descartes’ı tarihsel olarak modern felsefenin ilk temsilcilerinden biri haline getirmiştir. Bu noktada, Descartes’ın rasyonalist yaklaşımının özü, bilginin akıl ve mantık aracılığıyla ulaşılabilecek, kesin ve güvenilir bir şey olduğudur.
Descartes temel fikrini şu şekilde bulmuştur: “Cogito Ergo Sum”. Latincede “Düşünüyorum öyleyse varım” anlamına gelir. Genellikle “Cogito” olarak adlandırılan bu ifade, onun ilk temeliydi. Descartes’ın konuyla ilgili temel düşüncelerini ise şu şekilde aktarabiliriz: “…Fakat hemen bundan sonra böylece her şeyin yanlış olduğunu düşünmeye çalıştığım sırada bunu düşünen “ben”in zorunlu olarak bir şey olması gerektiğini fark ettim. Ve şu; ‘Düşünüyorum, öyleyse varım’ hakikatinin, şüphecilerin tüm aşırı varsayımlarıyla sarsılmayacak kadar sağlam ve güvenli olduğunu gözlemleyerek bu hakikati, aradığım felsefenin ilk ilkesi olarak tereddütsüz şekilde kabul etmeye karar verdim.” (Descartes, 1947, s. 127). Bu şüphenin sonu Descartes’ın düşüncesindedir. Descartes’ın düşünme faaliyeti içinde gerçekleştirdiği refleksiyondur. Descartes’ın da belirttiği gibi “kötü cin beni istediği zaman yanıltabilir fakat beni şu noktada, yani var olmadığım zaman düşünmekte olduğuma inanmamı sağlamak noktasında hiçbir zaman yanıltamaz. Yanlış bir düşünceye sahipsem eğer bu, her şeye rağmen bir düşüncedir, öyleyse düşünmekte olduğum hususu doğrudur.” (Magee, 2008, s. 75). Zorunlu olarak var olan benlik; Descartes, beden ve zihinden oluşur. Bütün varlığı değil sadece ruhudur. Felsefesinin temelidir. Zihin hemen içeriğinin farkına varır, içinde göründüğü zihindir ve temel doğası düşüncedir. Bu yüzden o “Şüphe ediyorum, yani düşünüyorum, o halde varım.” (Cevizci, 2001, s. 118-119). Böylece Descartes, canlı bir iç gözlem yoluyla varlığını kanıtlamıştır. “Ben varım” ama ne kadar? “Düşündüğüm sürece” varlık, düşüncedir. “Var olmasaydık, şüphe edemezdik; bu ise, edindiğimiz ilk doğru bilgidir.” (Descartes, 1984, s. 194). Descartes’a göre “düşünüyorum öyleyse varım” bir “ilk ilke”dir. Cümlenin her iki kısmı da sezginin bir ürünüdür. Cogito’nun “so” (ergo) biçiminde başlayan ikinci bölümün bu sözden dolayı spekülatif olduğunu kabul ederek Cogito’nun “ilk ilkeler” olmadığını söylemek, tüm sistem anlamına gelir. Cogito bu nedenle sezgi tarafından kavranan ilk gerekli ilkedir. Cogito’nun kendisi yalnızca Kartezyen felsefenin ilk ilkesi değil aynı zamanda bize hakikatin ölçütlerini de verir. Bu “birinci ilke” açık ve nettir. “Yani açık ve seçik olarak algıladığım her şey doğrudur.” (Descartes, 2013, s. 34-63). Cogito bu nedenle bir sonuç değil Kartezyen felsefenin bir hareketidir. Bir bakış açısı, hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde açık, net bir varoluş algısıdır. Cogito, varoluş hakkında bir yargıdır. Bu nedenle Cogito artık şüphe değil Descartes’ı şüphenin uzun ve dolambaçlı yolunun sonuna getiren bir kesinlik, bir gerçek, sarsılmaz bir ilk ilkeydi. Daha önce bahsedildiği gibi Descartes, bütün bir bilgi gövdesini inşa etmek için sabit bir pivotun gerekli olduğunu savundu (Descartes, 2005, s. 16). Tüm felsefesini üzerine inşa ettiği bu sabit nokta Cogito’dur.
Descartes’ın rasyonalist teorisinin bir diğer önemli boyutu, insan aklının, doğru bilgiye ulaşmak için yeterli kapasiteye sahip olduğudur. Ona göre, insanlar doğuştan gelen rasyonel yeteneklere sahiptirler ve bu yetenekleri doğru kullanarak, tüm dünyayı doğru bir şekilde anlayabilirler. Descartes, akıl yürütme sürecinde doğru yargılar yapabilmek için bir tür mantıksal metodoloji geliştirmiştir. Bu metodoloji, temelde şüphecilik üzerine inşa edilir: İlk adımda her şeyin şüphe edilmesi gerektiği, yalnızca şüphe edilemeyen şeylerin kesin bilgiye yol açacağı kabul edilir.
- Sponsorlarımız -
Bu şüpheci metodoloji, Descartes’ın felsefesinde iki temel aşamadan oluşur: İlk olarak, duyusal deneyimlerin yanıltıcı olabileceği düşüncesiyle, dış dünyadaki şeylerin doğru olup olmadığını sorgular. İkinci olarak, Tanrı’nın varlığının, insan aklının kesin bilgiye ulaşması için zorunlu olduğunu iddia eder. Descartes’a göre, Tanrı’nın varlığı ve doğası, insan aklının doğru bilgiye ulaşmasını mümkün kılar, çünkü Tanrı mükemmel ve yanıltmazdır. Tanrı’nın varlığı, akıl ve mantıkla doğru bir şekilde ulaşılabilecek bir kesin bilgi sağlamak için gereklidir.
Descartes’ın rasyonalist felsefesinin en bilinen özelliği, metodolojik şüpheciliktir. Bu yaklaşım, bir şeyin kesinlikle doğru olup olmadığını öğrenmenin en etkili yolunun, her şeyi şüpheye düşürmek olduğunu savunur. Descartes, tüm doğa bilimlerinden, dini inançlardan, matematiksel ve geometrik ilkelerden, hatta bireysel algılardan dahi şüphe duymayı önerir. Fakat, bu evrensel şüphe, sonunda “Cogito, ergo sum” ilkesine varır: Şüphe edebilmek, bir şekilde var olduğunu bilmek demektir. Descartes’a göre, düşünce eylemi, varlığın bir kanıtıdır. Bu noktada, insan aklı, kendini ve dünyayı anlamada temel bir rehber olarak kabul edilir.
Descartes, bilginin doğasını anlamak için kesin bir temele ihtiyaç duyar. Onun önerdiği yöntem, yalnızca güvenilir olabilecek bilgilere dayanmaktadır. Bilgilerin doğru ve güvenilir olup olmadığı, akıl yoluyla sınanabilir. Descartes’ın felsefesinde, bu doğrulama süreçleri, iki tür bilgi türü arasında ayrım yapmayı içerir: A priori bilgiler ve A posteriori bilgiler. A priori, deneyimden bağımsız, doğrudan akıl yoluyla bilinen bilgilerdir (örneğin, matematiksel doğrular). A posteriori, deneyim ve duyusal algılar yoluyla edinilen bilgilerdir ve Descartes bu tür bilgilerin yanıltıcı olabileceğine inanır.
Descartes’ın epistemolojisinin temel taşlarından biri, Tanrı’nın varlığına yaptığı vurgudur. Ona göre, eğer Tanrı mükemmel ve yanıltmazsa, Tanrı’nın varlığı, insan aklının güvenilirliğini garanti eder. Bu düşünce, Descartes’ın “Tanrı’nın varlığı, insan aklının doğru bilgiye ulaşma kabiliyetini mümkün kılar” şeklindeki görüşüne dayanır. Descartes’ın rasyonalist teorisinde, Tanrı’nın varlığı bir tür güvence işlevi görür, çünkü Tanrı’nın varlığı, insan aklının doğruluğu konusunda nihai bir teminat sağlar.
Descartes, matematiksel ve geometrik düşüncenin, insan aklının en güvenilir alanları olduğunu savunur. Bu alanlarda yapılan çıkarımların doğru ve değişmez olduğunu düşünür. Matematiksel doğruların evrensel ve kesin olmasına karşın, doğa bilimleri, insan algısı ve duyusal deneyimler doğrultusunda daha belirsizdir. Descartes, matematiği, bilginin doğruluğunu kontrol etmenin en uygun yolu olarak görür. Bu görüş, onun modern matematiksel düşüncenin temellerini atmasına da yardımcı olmuştur.