GÜLŞAH KÖKSAL
Michel Foucault’nun 1983 sonbahar döneminde Berkeley’deki California Üniversitesi’nde verdiği derslerin kayıtlarından oluşan Doğruyu Söylemek adlı kitabında Söylem ve Hakikat adlı seminerlerinin bir parçası olan parrhesia yani, “hakikati söyleme konusundaki dürüstlük” kavramı ele alınmıştır. Parrhesia kavramı, tarihte ilk kez Euripides’in metinlerinde karşımıza çıkar ve MÖ. V. yüzyıldan sonra felsefe ve edebiyat metinlerinde yaygın bir şekilde kullanılır. Parrhesia, özgür konuşma ve açık sözlülük anlamlarına gelirken, parrhesiastes; parrhesia kullanan, yani hakikati özgürce dile getiren kişiye verilen isimdir. Foucault, Latinlerin parrhesia’yı libertas olarak çevirdiklerini, her ikisinin de temelde konuşan her özneden talep edilen ahlaki nitelik olduğunu belirtmektedir (Foucault, 2019a, s. 308).
Parrhesia, düşüncenin kesinliğine dair inancı içermektedir. Burada akla gelen “Kim doğruyu söyler? Nasıl bir erdeme sahip olan ya da nasıl bir yaşam sürdüren kişi, doğruyu söyleyebilir?” soruları olmalıdır, yoksa doğruluk nedir? sorusu değil. Bu nedenle parrhesia kavramında önemli olan doğruyu kimin, nerede, nasıl söylediğidir. Foucault bu sorulara verilecek yanıtların sürekli değiştiği, üç parrhesia örneği verir. İlki, Epikürosculuğun eğitim biçimiyle örneklenen “bir cemaat yaşamı” içinde ortaya çıkar. İkincisi Kiniklerin ve Stoacıların vaaz verme pratiğiyle örneklenen “kamusal yaşam çerçevesinde gelişen insan ilişkilerinde”, yani agora’da ortaya çıkar. Üçüncüsüyse Stoacı ahlakın bireyselliğiyle örneklenen “kişisel ilişkilerde” ortaya çıkar (Foucault, 2010, s. 86-87). Birincisi, hocanın öğrencisine karşı doğruyu söyleme görevini; ikincisi kişinin kamusal alandaki duruşunu ve sorumluluğunu; üçüncüsü ise kişinin bir dostluk ilişkisiyle bağlandığı ötekiye karşı tutumuna işaret etmektedir. Hristiyanlığa aktarılarak sürdürülen kinizmin vaaz pratiği, doğruyu söylemenin kamusal biçimidir (Foucault, 2005, s. 96). İsbir’e göre parrhesia’nın epistemolojik çerçevesi, doğru söyleme pratiğini, erdemli yaşamla ilişkilendirir. “Kim doğruyu söyler?” sorusunun yanıtı, “belli bir mantıksal yöntemle düşünen kimse” değil, “ahlaki bir yaşam süren kimsedir” (İsbir, 2020, s. 79).
Bir parrhesiastes’in öne çıkan özelliklerinden biri retoriğe başvurmaksızın en dolaysız ifade biçimlerini kullanarak zihnini ve kalbini başkalarına açmasıdır. Parrhesiastes olarak kabul edilebilmenin ön koşullarından biri hakikate sadakat iken diğeri cesaret erdemine sahip olmaktır (Foucault, 2010, s. 7-13). Parrhesia kullanımının temelinde bir hakikatin ispatını yapmak değil, mevcut bir durumla ilgili eleştiri sunmak vardır. Tarihin önemli isimlerinden biri olan Sokrates, Platon’un metinleri boyunca bir parrhesiastes olarak karşımıza çıkmaktadır. Parrhesia kavramının farklı kullanım şekilleri bulunmaktadır fakat bu çalışmada Sokrates’in kullandığı şekline – insanın başkalarıyla ve kendisiyle ilişkilerini kapsayan yönüne odaklanılacaktır.
- Sponsorlarımız -
Parrhesia kelimesi Platon tarafından kendilik kaygısı üzerine metinlerinden biri olan Lakhes diyaloğunda kullanılmıştır. Bu diyalogda katılımcılar kendilerine dair cesurca bir özeleştiri girişiminde bulunur ve hayatlarında özel ve kayda değer bir şey başaramadıklarını itiraf ederler. Lysimakhos ve Melesias adlı bu iki Atina vatandaşı soylu ve güçlü ailelerden gelmiş olmalarının kendilerine toplumda herhangi özel bir rol ya da statü kazandırmadığını idrak ettikten sonra kendilerinde eksik buldukları şeyin eğitim olduğunu ifade ederler. Eğitim kişinin kendisi hakkındaki hakikati keşfetmesiyle ilgilidir. “Hal böyle olunca, mesele hangi eğitimi almak gerektiği ile ilgili değil, nasıl bir eğitim almak gerektiği ile ilgilidir ki, bu da rehberlik sorununu, hakikati söyleyen bir eğitmenin nasıl tanınacağı sorununu gündeme getirir.” (Su, 2012, s. 450). Bunun üzerine Lysimakhos ve Melesias Sokrates’e başvururlar. Metnin bu kısmında kendisine başvuran kişiler Sokratik logos ile kendilerini, günlerini nasıl geçirdiklerini, hayatlarında öncelikli olanların neler olduğunu anlatmaya yönlendirilirler (Platon, 2019a, s. 333-342). Bu yöntemin amacı, kişinin, Hıristiyan kültürde olduğu gibi bir itiraf pratiği yapmak ya da “kişinin hayatında vuku bulmuş tarihsel olayların anlatısını sunmak değil, logos ile yaşam tarzı arasında bir ilişkinin bulunup bulunmadığını görebilmektir”. Foucault’ya göre “Sokrates’in araştırdığı şey, logos’un bir kimsenin yaşam tarzını nasıl biçimlendirdiğidir; zira onun ilgisini çeken, bu ikisinin arasında uyumlu bir ilişki olup olmadığını keşfetmektir (Foucault, 2010, s. 76). Sokrates’in buradaki konumu denek taşı anlamına gelen “basanos” olarak nitelendirilir. Denek taşına sürtülen altının gerçek olup olmadığının anlaşılması gibi Sokrates de kendisiyle ilişki kuran ve denemeye tabi tutulan kişilerin bios’larıyla ve logos’ları arasındaki ilişkilerin gerçek doğasını belirleme şansını verir (Foucault, 2010, s. 77).
Diğer yandan Foucault, armoni olarak ifade ettiği dört tür Yunan uyumundan söz etmektedir. Bunlardan birincisi, Platon’un çok ağırbaşlı olduğunu düşündüğü için sevmediği Lidya modudur. İkincisi, Platon’nun tutkularla bağlantılandırdığı Frigya modudur. Üçüncüsü nahif bir karaktere sahip olan İonya modu, dördüncüsü ise, kişiyi cesarete sevk eden Dor modudur. Sokrates’in söyledikleri ve yaptıkları arasında, cesaretten kaynaklanan yüksek bir uyum vardır. O nedenle o dor modunda yaşar ve Foucault’ya göre onu sofistlerden ayırt eden şey de bu akorttur, doryen armonidir (Foucault, 2005, s. 79). Yine, Foucault’ya göre, Sokrates’le birlikte ortaya çıkan felsefi parrhesia etkinliği, insanların kendileriyle olan ilişkilerini düzenleme olanağı sunan bir pratik olarak da görülebilir. Filozof, ahlaki öznelliğimizi kurmamızın imkânının bu pratikte köklendiğini ifade eder (Foucault, 2010, s. 83).
Parrhesia konusunda bir diğer önemli hususun, kullanılan dil olduğu söylenebilir. Parrhesiastes rehberlik ettiği kişi üzerinde etkili olmayı önemsediği kadar, bunu nasıl gerçekleştirdiğini de önemser. O varlığıyla, insanlara bir şey emretme, onları yönlendirme veya şunu ya da bunu yapmayı zorlama değil, “onlar üzerinde etkide bulunarak, kendileri üzerinde, kendileriyle ilgili olarak, bilge özneye, erdemli özneye, bu dünyada ulaşılabilecek bütün mutluluğa ulaşmış özneye özgü bir türden hükümranlık ilişkisi” kurmayı amaçlar (Foucault, 2019a, s. 324).
Buradaki temel husus kişiyi düşünmeye teşvik etmektir. Bir parrhesiastesin etkili bir şekilde varlığını sürdürebilmesi için karşısındaki kişinin düşünmeye hazır olması gerekmektedir. Heidegger’e göre, böyle bir öğrenmeye kendimizi bıraktığımız an, henüz düşünmeye hâkim olmadığımızı da beyan etmiş oluruz ve düşünmeye muktedir olmak için onu öğrenmeye çalışmamız gerekmektedir (Heidegger, 2019, s. 17-18). Heidegger’in Düşünmek Ne Demektir? adlı çalışmasında, felsefenin logos ile bios arasındaki uyumu gözetmesinin, kişide bir düşünüyorum, düşünmeyi biliyorum yanılgısına düşmemesi için önemli bir unsur olduğunun altını çizmekte ve şöyle demektedir:
(…) yıllar boyunca büyük düşünürlerin makale ve yazıları ile derinlemesine meşgul olduğumuz gerçeği bile bizim düşünüyor olmamıza veya sadece düşünmeye dahi hazır olduğumuza kefil olmaz. Aksine, felsefe ile meşguliyetimiz bizi hatta en ısrarlı biçimde, durmaksızın ‘felsefe yapıyor’ oluşumuzdan dolayı düşünüyor görünümü ile aldatabilir (Heidegger, 2019, s. 20).
- Sponsorlarımız-
Son tahlilde, hermeneutik açıdan “doğruyu söylemek”, bir bilgiye sahip olmak ve onun sınanmasından çok, bilginin yaşamla ilişkisine işaret etmektedir. Bilginin ve kişinin yaşamla ilişkisi tarihsel bir ilişkidir ve söylem ile anlam arasındaki ilişkiyi de bu tarihsellik belirlemektedir. Söylemimizin değişimi varlığımızı, varlığımızın değişimi de söylemimizi değiştirmektedir. Varlığımız değiştikçe yaşamımız değişir (İsbir, 2020, s. 83). Bir felsefi danışmanın en büyük gayesi de kişide bu değişimin gerçekleşmesini sağlamaktır.