Filistin ve Ukrayna’da meydana gelen olaylardan bahsederken, Batı burjuva medyası -yani hâkim sınıfların uzayan bir kolu olarak faaliyet gösteren haber ve enformasyon aygıtı- dünyanın bu bölgelerinde yaşananların Avrupa’nın “liberal ve demokratik” değerlerini korumak için verilen bir mücadele olduğunu izleyicilerine sürekli hatırlatmaktadır.
Bize anlattıkları şu: Ukrayna, “diktatör” Rusya’nın isteklerine karşı Avrupa Birliği’ne katılmak ve liberal bir demokrasi olmak istiyor, zira Rusya, “tüm Avrupa üzerinde olmasa bile Ukrayna üzerinde emperyal emeller besliyor.” “İsrail”e gelince, Batı, zaten Siyonist varlığı sürekli şımarmış ve ne pahasına olursa olsun savunulması gerektiğine inanmıştır. Zira zaten bu rejim, “liberal demokratik değerleri” bünyesinde barındırıyordu ve Batılı söyleme göre “çılgın Müslüman ve Arap diktatörlerin” bulunduğu bir bölgedeki tek “liberal demokratik ülke”ydi! Bu propagandatif tirat, arada sırada Tayvan halkının bu kez komünist özellikler taşıyan bir başka diktatörlüğe, Çin Halk Cumhuriyeti’ne karşı yürüttüğü sözde mücadeleden bahsederken de kullanılıyor.
Bu önermemiz başat önemdedir, çünkü Avro-Amerikan egemen sınıfları ve onların medya temsilcileri tarafından sürekli olarak parlatılan anlatının iki anahtar kavram etrafında döndüğünü göstermeyi amaçlıyor: liberalizm ve demokrasi, bunlar bazen “liberal demokrasi” şeklinde birleştiriliyorlar.
Ancak, dünya, Batı’nın bu iki kelimeyi tekrar tekrar kullanmasına o kadar alıştı ki, okuyucularımızın bunların anlamlarını ve bu iki kavramın tarihsel olarak nasıl ortaya çıktığını unutmuş olması mümkündür. Yani liberalizmin yükselişini kümülatif olarak belirleyen tarihsel olguları ve mücadeleleri unuttuk. Sorgulayıcı bir şekilde ifade etmek gerekirse, eğer Batı, kendisini “liberal” bir demokrasi olarak övüyorsa, “Liberalizm nedir?” diye sormalıyız. Liberalizm nasıl ortaya çıkmıştır? Avrupa ya da ABD liberal toplumlar olarak değerlendirilebilir mi? Bunun kısa cevabı “hayır”dır. Batı, tüm ideolojik ve maddi zenginliğini soykırım, kölelik ve dünyanın çoğunluğunun yağmalanması üzerine inşa etmiş bir fanatikler yurdudur.
- Sponsorlarımız -
Soykırım ve Kölelik: Batı Özgürlüğünün Kökleri
Düşünsel bir doktrin olarak liberalizm, daha yaygın olarak kapitalizm olarak bilinen belirli bir sosyal ve ekonomik yeniden üretim tarzı altında bireysel özgürlüğün dokunulmaz bir şekilde onaylanmasına dayanan negatif özgürlük fikrine atıfta bulunur. Liberalizm altında, bize söylendiğine göre, bireyler istedikleri kişiyle evlenmekte, diledikleri gibi iş yapmakta özgürdür ve bireysel özgürlük haklarını kullanırken Devlet, kenarda durmalı ve müdahale etmemelidir. Ancak, liberalizmin soyut düzeyde cisimleştirdiğini iddia ettiği şey ile bu fikrin ortaya çıktığı ve konsolide edildiği sosyo-politik praksis arasında büyük bir çelişki mevcuttur. Daha basit bir ifadeyle, liberalizm, herkesin evrensel özgürlüğünü savunduğunu iddia etse de, ortaya çıkışından bu yana bu özgürlük, sadece iyi tanımlanmış bir insan topluluğuna hasredilmiştir.
İtalyan filozof Domenico Losurdo, A Counter History of Liberalism [“Liberalizmin Karşı Tarihi”] başlıklı kitabında bu meselenin özüne iniyor. John Locke, Alexis de Tocqueville, Isaiah Berlin gibi liberalizmin en etkili düşünürlerinin çalışmalarını inceleyen Losurdo, liberalizmin düşünsel ifadesinin siyasi pratiğiyle nasıl uyuşmadığının izini sürüyor. Liberal özgürlük, aslında Britanya ve ölü doğmuş Amerika Birleşik Devletleri’ndeki beyaz üstünlükçü bir çevreye özgülenmiş bir ayrıcalıktı.
Losurdo’nun dışlama maddeleri olarak adlandırdığı iki büyük çelişki, liberalizmin ideolojik iddialarını kendi çıktısı olan siyasi pratikle nasıl uzlaştıramadığını ortaya koymaktadır. Bu iki madde şunları gerektiriyordu:
1. Yerlilerin soykırımla öldürülmesi;
- Sponsorlarımız-
2. Siyahî Afrikalıların köleleştirilmesi.
Başka bir deyişle liberalizm, tüm hayatları sömürgeci şiddet ve katliamın kanlı pençesi altında kalan dünya çoğunluğu için boş bir iddiadan başka bir şey değildi. Kızılderililer, açıkça “modern” ya da “negatif” özgürlüğün dışında tutuldular ve bunun yerine kamulaştırma ve sürgüne maruz kaldılar ya da düpedüz ölüme mahkûm edildiler. Teorik olarak özgür ama köle siyahlar, yirminci yüzyılın ortalarında bile terörist şiddete maruz kalıyor, çalışma evlerine kapatılıyor ya da linç ediliyorlardı.
Köle sahiplerinin ya da genel olarak yönetici sınıfın son derece “modern” ve “negatif” özgürlüğü bile ağır sınırlamalara tabi tutulmuş, yirminci yüzyılın ortalarında bile hâlâ ırklararası cinsel ve evlilik ilişkilerine yönelik yasak yürürlükte olmuştur.
- Advertisement -
Başka bir deyişle liberalizm, sömürgecilik altında güçlülerin hayatlarını düzenlerken, soykırım ve kölelik bu ideolojik ve siyasi hareketin kurucu unsurlarıydı. Liberalizm, özgür insanlar topluluğu (beyazlar) içinde iktidarın sınırlandırılması sorununu gündeme getirse de, bu özgürlük, madunlar üzerinde mutlak iktidarın dayatılmasıyla, yani siyahların köleleştirilmesi ve Amerikan yerlilerinin yok edilmesiyle el ele yürümüştür. Çok kapalı bir topluluğun kazandığı özgürlük ve haklar, Amerikan yerlilerinin ve Afrikalıların maddi, sosyal ve kültürel olarak yok edilmesiyle elde edildi.
Liberalizmin bir savaş ve sömürü ideolojisi olarak geliştiğini anladığımızda, bize sürekli olarak “İsrail” ve Ukrayna’nın liberal değerleri savunmak için desteklenmesi gerektiğini söyleyen burjuva medyasının bu açıklamalarını nasıl değerlendirmeliyiz?
Bizim Özgürlüğümüz, Onların Yenilgisi
Cevap, köleliğin kaldırılmasına yol açan tarihsel ve sosyo-politik koşulların anlaşılmasında yatmaktadır. Köleliğin üstesinden -gerçekten ortadan kaldırıldığı kadarıyla- liberalizm içinde kendiliğinden gelişen içsel bir süreçle gelinmemiştir. Liberalizm, kendi kendini reforme etmedi. Aksine, bu koşullar öncelikle dışlanan halklar tarafından sürdürülen devasa özgürleşme ve tanınma mücadelelerinin doğurduğu zorlukların ardından ortaya çıktı. Köleliği ortadan kaldıran 1791’deki Haiti sömürge karşıtı devrimi, zenginliğin halka yeniden dağıtılmasını sağlayan 1917’deki Ekim Devrimi, emperyalistleri ülkeden kovan 1979 İran Devrimi gibi…
Başka bir deyişle silahlı direniş, komünizm ve ulusal kurtuluş mücadelesi, değişime öncülük eden ve emperyalistleri, ezilenlerin taleplerini yerine getirmeye zorlayan tarihin motoruydu. Sözde liberal dünya, çoğu zaman cesur gerilla savaşları, uçak kaçırma eylemleri ve yabancı güçlerin yerli topraklardan kovulmasıyla kazanılan bu maddi zaferleri kabul etmek zorunda kaldı.
Yine de bu sosyo-politik oluşumlar ne zaman ayaklansalar hep suçlandılar ve şeytanlaştırıldılar. En önemlisi, emperyalistlerin bu hareketleri bastırmak için ellerinden geleni yaptıkları unutulmamalıdır ve liberalizm ile faşizmin aynı madalyonun iki yüzü olduğu burada anlaşılmaktadır. Batılı egemen sınıflar liberalizm ve Nazizm arasında rahat bir ittifak kurarak Avrupa’da komünizme karşı savaştılar. Aslında Naziler, üstünlükçü projelerini tasarlamak için ABD’deki ayrımcılık yasalarından ilham almıştı. Onlara göre, ABD yasaları ırkçılığı yenilikçi bir şekilde kanun haline getirmişti ve bu nedenle Lincoln ve Jefferson’ın ortaya koyduğu, göçü özgür beyazlarla sınırlayan kararnamelerden veya Siyahların zorunlu sürgünü fikirlerinden ilham aldılar.
Öte yandan liberaller, Nazileri Gladio Operasyonu gibi yollarla komünizmle savaşmak için işe aldılar ve çıkarlarının korunduğundan emin olmak için Batı Asya bölgesindeki en gerici güçlerle (Siyonistler ve Vehhabiler) yakınlaştılar.
Dolayısıyla, ilk sorumuza geri dönecek olursak, bu savaşların doğası basittir. Bu, beyaz bir azınlığın ve dünyanın kuzeyindeki egemen kesimlerin sahip olduğu ayrıcalıklara karşı insanların çoğunluğunun özgürlüğü arasındaki bir mücadeledir. Bu, özgürlük bayrağı altında Siyonist ya da Banderci bir trene atlamaya hazır olan fanatiklere karşı bir mücadeledir. Onların özgürlük vizyonu, dünyanın çoğunluğunun sömürülmesini gerektiriyor. Ancak Filistinliler ve Nijerliler ya da Ruslar, direniş tarihini bir kez daha tekrarlıyorlar. Onlar, bu maddi ve ideolojik savaş projesine ve dünya egemenliğine karşı mücadele veriyorlar. Bu kez tek fark, liberalizmin çökmeye başlamış olmasıdır.
Matteo Gladio
8 Haziran 2024
Kaynak
Çeviri: Medya Şafak