Hem liberteryenizm hem de evrimci liberalizm kendilerini klasik liberalizmin yirminci yüzyıldaki temsilcileri olarak görmektedir. Öyledirler de. Her iki akımın da kökleri klasik liberalizmdedir ve hareket noktaları, klasik liberalizm tarafından geliştirilen kavramlardır. Ancak elbette ki, klasik liberalizm nasıl yeknesak bir fikir değilse[1] bunun yirminci yüzyıldaki temsilcileri de benzer ama daha keskin bir farklılaşmayı yansıtmaktadır.
Liberteryenizmin, aslında, klasik liberalizmin ondokuzuncu yüzyıldan başlayarak düşüşe geçtiği, muhafazakarlaştığı iddiasına ve güçlenen sol liberalizme karşı bir tepki olarak doğmuştur. Bu sebeple Rand, Rothbard ve Hoppe gibi liberteryenler, klasik liberalizmin yeniden yorumlanması gerektiğini savunmakta ve bir anlamda liberalizmin bir rönesansa ihtiyacı olduğuna vurgu yapmaktadırlar. Rönesans ihtiyacı fikri, liberteryenler tarafından liberalizmin irtifa kaybetmesinin ana sorumlusu olarak görülen evrimci liberalizm ve eşitlikçi liberalizm gibi iki baskın ve etkili akıma karşı doğmuştur. Liberteryenler için, evrimci liberalizmde birey, eşitlikçi liberalizmde ise mülkiyet tehlike altındadır ve birisinin kendisine liberal diyebilmesi için, hem bireyci hem de yılmaz bir mülkiyet savunucusu olması gerekmektedir. Liberal düşünce geleneğinde, akıl, doğal hukuk, negatif haklar, mülkiyet, devlet ve laissez faire kapitalizmine yapılan kuvvetli vurgu ile liberteryenizm kendini evrimci ve eşitlikçi liberalizmden ayırmakta, liberal düşünce geleneği içinde ayrı bir kategori olarak yer almakta, bunların ikisinden daha radikal ve marjinal bir duruşu temsil etmektedir.
Liberteryenizmin önemli kurucularından biri olan Rand, kapitalizmin ondokuzuncu yüzyıldan itibaren neden harap olduğunu sorgulamakta ve bunun sebebini kapitalizmin felsefi temelle savunulmamasında bulmaktadır (2004: 32). Rothbard da benzer bir saptama yaparak liberalizmin içten çürüdüğünü ve bu çürümenin sebebinin liberallerin giderek radikal şevklerini, dolayısıyla da liberal hedeflerini terk edip, hiçbir ilham vermeyen bozuk statükonun savunmasıyla yetinmeye yönelmeleri, bu kapsamda faydacılık uğruna doğal haklar ve hukukun üstünlüğü teorilerini terk etmeleri ve evrimci anlayışa yaklaşmaları olduğunu belirtmektedir (2009a: 18).
Bu anlamda liberteryenlerin en büyük savaşı, ne Marksistlerle ne de sosyalistlerledir. Hoppe bu savaşın taraflarını şu şekilde ifade eder: “Eski sosyalistleri artık eleştirmeye gerek yok. Teorik anlamda şu an ölüler zaten… Düelloda karşınızda ya sosyal demokratlar ya da sosyal liberaller var artık” (2006: 119). Buradaki eleştiri oku, aslında, doğrudan Hayek çizgisindeki liberalizme, yani anti-rasyonalist evrimci liberalizm geleneğine gitmektedir. Hoppe’ye göre “Hayek refah devleti ile birçok noktada ortalık kurmuş ve hükümetin ekonomiye müdahalesi için açık çek vermiştir, bu anlamda Hayek’in, İsveç sosyal demokrasi anlayışı ile bir farkı kalmamıştır” (2006: 117- 121). Rowley’e göre ise sosyalist yüzyıl kapanırken, uzaklaşan komünist totaliterlik tehdidinin yerini daha ince, daha yumuşak, ancak hâlâ totaliter olan sosyal demokrasi tehdidi almaktadır (2002: 1).
- Sponsorlarımız -
Her ne kadar kapitalizmin ahlaki temellerle savunulmamasına bir tepki olarak gelişmiş gibi görünüyor olsa da, liberteryenizmi sadece bir karşıtlık içinde tanımlamak, ona bir haksızlık olacaktır. Liberteryenizm, diğer tür liberalizmlerden keskin farklılıkları olan, aynı zamanda kendi temelleri ve temsilcileri ile tutarlı bir bakış açısı sunan liberalizmin en önemli ekollerinden biridir ve bu anlamda liberalizmin temellerinden yola çıkılarak varılan yeni bir noktadır.
Liberteryenizm esas olarak iki kurucu ilke üzerinde yükselmektedir: özsahiplik ve saldırmazlık ilkeleri. Öz-sahiplik ilkesi, her insanın, insan olması hasebiyle, kendi bedenine ve bedenini cebri bir dış müdahale olmaksızın kontrol edebilme konusunda mutlak bir yetkiye sahip olması anlamına gelmektedir. Her birey, doğal bir olgu olarak, kendi kendisinin sahibidir. İnsanın doğası, her bir bireyin kendisini ve dünyayı tanıyabilmesi, değerlerini oluşturabilmesi ve hayatta kalarak kendini geliştirebilmek üzere uygun amaçlar ve araçlar seçebilmesi için aklını kullanmasını gerektirdiğinden, öz-sahiplik ve saldırmazlık ilkeleri her bir bireye söz konusu hayati faaliyetleri engellenmeden ve cebri tacizle sınırlandırılmadan yerine getirebilme hakkı vermektedir (Rothbard, 2009a; 64; Child, 1994: 725). Öz-sahiplik ilkesi oldukça kapsayıcı bir ilkedir. İçinde bireyin hayat ve kendini gerçekleştirme hakkını, kendi bedeni üzerindeki sahipliğini, özgürlük hakkını ve tüm bunların birleşimi olarak mülkiyet hakkını ihtiva eder. Mülkiyet hakkı zorunlu olarak ‘kendi kendinin sahibi olmanın’ ve ‘kendini gerçekleştirmenin’ somut çıktısıdır. Rand’ın açıkça ortaya koyduğu gibi “eğer insan ürünü konusunda tasarrufta bulunamazsa, ne emeği konusunda ne de hayatı konusunda tasarrufta bulunabilir” (2004: 14). Liberteryenlere göre insanın tüm eylemleri aslında bir mülkiyeti ifade etmektedir ve mülkiyet hakkı hem doğal hakların parçasıdır hem de ahlaki bir unsurdur. Machan’ın da belirttiği gibi özel mülkiyet hakkı, ahlaki bir hayat sürmenin toplumsal önkoşulunu oluşturmaktadır (2002: 8). Mülkiyet hakkı, bir liberteryen için insan varlığının ve bireyselliğinin bir parçası olarak dokunulmazdır. Rothbard’a göre mülkiyet hakkı, insan haklarının özü ve temelidir; “mülkiyet haklarından ayrı tutulacak insan hakları söz konusu değildir” (2009b: 117) ve Rothbard mülkiyet hakkını, saldırmazlık aksiyomu dediği ilke ile koruma altına almaktadır. Bu ilkeye göre, kişiye ya da mülkiyete karşı hiç kimsenin fiziksel şiddet kullanmaya veya tehdide başlamaya hakkı yoktur.
Bu iki ilke aynı zamanda kapitalizme de etik bir temel sağlamakta ve bu etik savunu liberteryenizmi diğer liberalizmlerden ve özellikle evrimci liberalizmden ayırmaktadır. Liberteryenizmin iki kanadından biri olan anarkokapitalizmin kurucularından Rothbard bu savunmayı başlangıç noktası olarak belirlediği iki etik ilkeyi (öz-sahiplik ve saldırmazlık) kullanarak ve mülkiyet sahipliği üzerine ‘etik kutsallık’ (2009b: 64) tesis ederek yaparken, Rand bu savunuyu akıl ve ahlak arasında bir paralellik kurarak yapmaktadır. İnsanın gerçek amacı, Rand’a göre, geçici arzuların değil, aklın kılavuzluğunda davranmaktır. Çünkü akıl özgürlüğü, öz güveni, öz saygıyı ve kişinin kendi düşüncesi doğrultusunda hareket etme ve kendi bağımsız yargısına göre bağımsız yaşama hakkını gerekli kılmaktadır (2009: 23). Rand’a göre özgür bir zihin ile kapitalizm arasındaki ilişki burada yatmaktadır. Kapitalizm, Rand’a göre insanın hayatta kalması ile aklını kullanması arasındaki bağlantıyı tanıyan ve koruyan bir sistemdir (2009: 16). Kısaca Rand için kapitalizm verimli bir ekonomik sistem olmaktan öte, ahlaki bir gereklilik ve onun etik anlayışının bir köşe taşıdır (Tuccille, 1972: 4). Bu sebeple Rand, insan doğasıyla en uyumlu ve aklın mümkün kıldığı tek sistem olarak kapitalizmi görmektedir. Rand’a göre akla uygun davranış, ahlaki davranış olduğuna göre, buradan çıkarılacak sonuç kapitalizmin, aklı temel alması sebebiyle, en ahlaklı sistem olduğudur. Rand için önemli olan kapitalizmin ne verimliliği ne rekabeti artırarak kaliteyi ne de zenginliği veya refahı artırmasıdır, kapitalizmin önemi aklın onu gerektirmesinde yatmaktadır.
Görüldüğü üzere 1980’ler ve sonrası liberalizmin içinde önemli tartışmaların yapıldığı bir dönemdir. Bu tartışmalar günümüzde de devam etmektedir ve gelecekte de devam edecek görünmektedir. Makalenin kalan kısmında, liberteryenizm ve evrimci liberalizmin arasındaki farkların belirginleştiği liberalizmin temel ilkeleri sayılabilecek hususlar üzerinden bir tartışma yapılacaktır. Bunlar akıl ve gelenek arasındaki gerilim, doğal hukuk ve sonuçsalcılık arasındaki gerilim ve mülkiyet hakkının sınırları konusundaki farklı yaklaşımlardır.
[1] Bu argüman temel olarak liberalizm ve liberalizmler olarak ifade edilmektedir. Ryan’ın belirttiği gibi, meşhur liberalleri sıralamak kolaydır, onların ortak yönlerinin ne olduğunu söylemek ise daha zordur. Bu liberaller, hoşgörünün sınırları, refah devletinin meşruiyeti, ve demokrasinin erdemi gibi çok önemli siyasi meselelerde bile hemfikir değillerdir (2007: 360). Benzer bir değerlendirme daha eleştirel bir dille Berktay tarafından da yapılmaktadır. Berktay liberalizmin farklı zaman ve yerlerde farklı biçimlerde ortaya çıktığını ve aldığı biçimlerin, koşullara ya da karşısına çıkan hasımlarına bağlı olduğunu belirtmektedir (2010: 53).
- Sponsorlarımız-
Liberalizmin Çatışan Ekolleri: Liberteryenizm ve Evrimci Liberalizm
Seval Yaman
Kaynak: DergiPark