MUSTAFA DEMİRTAŞ
Bourdieu’nün politik direnişle ilişkisi neoliberalizm ve küreselleşmeye yönelik verdiği mücadelelerle yaşamının son yıllarında farklı bir boyuta uzanır. Bilhassa 1995 baharındaki toplumsal hareketlerde grevcileri desteklemesiyle, daha sonra 1997-1998 kışındaki işsizler hareketine ve küreselleşme karşıtlarına verdiği destekler ve neoliberalizme getirdiği eleştirilerle politik tutumunun daha görünür bir hal aldığı açıktır. Fakat bu tutum, ulus-aşırı bir politikayla (Bourdieu, 2002, s. 31) ya da daha yerinde bir ifadeyle, ulus-aşırı bir devletin kurulmasına doğru atılacak bir adımla bağlantılıdır. Bourdieu, en azından Avrupa ölçeğinde bir enternasyonalizm anlayışını makul bir hedef olarak önümüze koymamız gerektiğini (2018, s. 52) ileri sürerek, ulus devlete ve neoliberalizme karşı verilmesi gerektiğini düşündüğü mücadeleyi şu sözlerle açıklar:
Eğer ulus devlete karşı mücadele edilecekse, devletin yerine getirdiği “evrensel” görevleri en az onun kadar veya ondan daha iyi yerine getirebilecek ulus-aşırı bir devleti savunmak gerekir. Çeşitli devletlerin mali siyasetlerini faiz oranları sayesinde Alman Merkez Bankası’nın yönetmesi istenmiyorsa, uluslararası iktisadi güçler ve ulusal siyasi güçler karşısında görece özerk olan ve Avrupa kurumlarının kamusal boyutunu geliştirebilme yeteneği bulunan ulus-aşırı bir devletin kurulması için neden mücadele edilmesin? Örneğin, iş saatlerinin azaltılmasını sağlamaya yönelik önlemler ancak bir Avrupa kurumu tarafından kararlaştırılıp Avrupa ülkelerinin bütünü için uygulanabilir olduğunda gerçekten anlam kazanır (Bourdieu, 2015, s. 54).
Elbette bu tarz bir mücadele, Avrupa ülkelerini tehdit eden sağ popülizme ya da milliyetçiliğe karşı bir seçenek olarak ortaya konulabilir. Dahası, mali kurumların güçlerini denetim altına alarak Avrupa çapında toplumsal kazanımların korunması ve güçlendirilmesini sağlayabilir. Kamusal uzamın daha ilerici mücadeleler için geliştirilmesine imkân tanıyabilir (Calhoun, 2015, s. 103). Bourdieu’nün düşüncesi açısından egemen güçlere etkin bir şekilde direnmeye çalışan herkes ulus-aşırı bir örgütlenme için çaba göstermelidir. Bunun için de ulus-aşırı bir zeminde ilerlemek gerekir. Örneğin, sendikaların uluslararası düzeyde çalışması çok önemlidir, zira mücadele ettikleri güçler tam da o düzeyde hareket etmektedir (Bourdieu, 2015, s. 54). Benzer bir biçimde, aydınların kültürel üretim alanının özerkliğini savunmaları için gerçek bir Uluslararası Aydınlar Birliği’ni olağanüstü bir ivedilikle kurmalarına ihtiyaç vardır (Bourdieu, 2020, s. 570).7 Uluslararası ölçekte farklı kurumları ve toplumsal hareketleri bir araya getirebilecek bir toplumsal örgütlenmenin inşası yeni bir enternasyonalizm anlayışına somutluk kazandırabilir. Dolayısıyla, tarihin imkânlarını çoğaltma kaygısında olan Bourdieu için “neoliberalizme gerçekten karşı koyabilecek hakiki ve hayati bir enternasyonalin örgütsel temellerini yaratmaya çalışmak gerekir” (2015, s. 54). Bu doğrultuda Bourdieu’nün, ulus devlet ve neoliberalizm karşıtlığına dayalı olarak gelişecek bir Avrupa sosyal devleti düşüncesine kolayca ilgi gösterdiği söylenebilir (Bourdieu, 1998, s. 129).
- Sponsorlarımız -
Ne var ki, neoliberalizm ve küreselleşmeye yönelik eleştirilerine; işçiler, göçmenler ve diğer yoksullar ile omuz omuza mücadele etmesine rağmen Bourdieu, devlet yapılanmasının (ulus-aşırı bir devleti savunmak da devlet kavramından tümüyle kopulamadığının bir göstergesidir) dışında bir politikanın nasıl geliştirilebileceğini tartışmaya açmıyor. Devlete bir tür üst-işlev ya da üst-alan rolü atfederek8 devletin dışında, ona karşı kurulabilecek mücadele süreçlerini çok fazla hesaba katmıyor; dahası, bu tarz mücadeleler son otuz yıldır dünyanın pek çok farklı yerinde açığa çıkıyor. Ayrıca, onun ulus devlete ve neoliberalizme karşı koymak için ileri sürdüğü “ulus-aşırı bir devlet” düşüncesinin kapitalizmin sorunlarına tümüyle çözümler getirebilecek değil, onları kısmen hafifletebilecek ılımlı bir düşünce olduğu görünüyor. Kanımca buradaki asıl sorun “ulus-aşırı bir devlet” önerisinin içinde yaşadığımız küresel kapitalizm koşullarında görece nasıl özerk olabileceğini yeterince irdelememesinde yatıyor. Günümüzde herhangi bir Avrupa kurumu iktisadi ve ulusal politik güçler karşısında ne ölçüde özerk olabilir? Bu belli bir ölçüde başarılabilse bile, özerklikten gelen gücün işçiler, göçmenler ve diğer yoksullar yararına, daha iyi yaşam olanakları yaratmak için kullanılacağını garantilemek mümkün mü? Her şeyden evvel, sınır tanımayan sermayenin iktidar bloklarının yanında olmak varken neden onların karşısında yer alma riskine girilsin? Ulus devletlerle ve neoliberalizmle saf tutma düzeyi niçin tümüyle sonlandırılsın?
Bizzat ulus devletlere ve neoliberalizme karşı ulus-aşırı bir örgütlenme düşüncesinin devlet kavramının ötesinde işleyecek bir küresel direniş ve özgürleşme hareketine ihtiyaç duyduğu açıktır. Ulus-aşırı bir devlet düşüncesinden ziyade ulus-aşırı bir özgürleşme hareketini hayata geçirmek radikal bir toplumsal değişimin temellerini oluşturabilir. Ne var ki Bourdieu, radikal bir toplumsal değişim düşüncesini içinde barındırmadığından ya da belki de dünyanın gerçekten değişebileceği fikrini hafife almasından ya da bu fikrin ilgisini pek çekmemesinden dolayı devlet kavramını tümüyle bir kenara bırakmayı tercih etmiyor. Alex Callinicos’un ifade ettiği gibi, Bourdieu’nün düşüncesi “toplumun en alt tabakasındakilere sınıf egemenliği ve kültürel ayrımcılık yapılarından toplu bir kaçış vaadi sunmuyor” (2004, s. 434), radikal bir toplumsal direniş ya da devrim teorisine imkân tanımıyor.