ARMAĞAN ÖZTÜRK
Devrim astrolojiden siyaset felsefesine aktarılmış bir kavramdır. Yıldızların dünyasında döngüsel hareketlere devrim denirdi (Arendt, 2012: 54; Öztürk, 2014: 47). Peki, siyasal varlıklar ve olayların dünyasında ne anlamaya geliyor devrim? Mesela devrim tarihi kesen veya yeniden kuran, eşi benzeri olmayan bir olay mıdır? Tikel bir olay evrensel bir içerikte yeniden yorumlandığında, sonraki nesiller ona kurucu bir nitelik atfettiğinde mi devrim gerçekleşmiş oluyor? Tocqueville’nin Fransız Devrimi üzerine yorumu devrimle evrensellik arasındaki ilişkiyi olumlayan önemli bir hatırlatma. Yazara göre Fransız Devrimi aslında Fransa’yla çok da ilgili bir olay değildir. Çünkü Devrimin bir vatanı yok. Sadece başladığı bir yer var. Fransız Devrimi evrensel insana hitap eden bir eylem. Tocqueville eylemin yapılma ve algılanma biçiminde dinsel yanın ağırlıklı olduğunu düşünüyordu (Tocqueville, 2004: 59-62; Öztürk, 2014: 47). Düşünürün bu yorum konusunda yalnız olduğu da söylenemez. Pareto da benzer bir kanaati dile getirir. Ona göre devrim alt sınıflar arasındaki kardeşliğin dinsel bir coşku şeklinde açığa çıkan haline karşılık gelmekte (Parero, 2005: 38; Öztürk, 2014: 47).
Tocqueville ve Pareto örneklerinde karşımıza çıktığı üzere devrimin dinsel bir içeriğe sahip olduğu iddiası tartışılmaya değer nitelikte. Özelikle bu meseleye liberal-muhafazakar bir ideolojik konumdan yaklaşan pek çok kişi için sadece devrimler değil, Jakobenizm, Anarşizm ve Marksizm gibi devrimci ideolojiler de dinsel nitelikte. Peki, bu iddia ne kadar gerçeği yansıtıyor? Politikayla teoloji arasında en seküler düzeyde bile pek çok bağ olduğu tezi yeni değil. Bu nedenle bir olayın siyasal niteliğiyle dinsel niteliği iç içe geçebilir. Ama devrimlerdeki sosyolojik durumu iman, inanç ve kutsallık gibi kavramlarla açıklanabilecek bir içerikle ele almak siyaset ile din arasında kopmaz nitelikte bağlar olduğunu söylemekten öte bir anlama geliyor. Çünkü tekil bir olay tümel bir olaya dönüştüğünde, tarihin bir anı tarihin her anında devam edecek şekilde bir süreklilik veya evrensellik kazandığında bahsi geçen olay ya da anın Mesihleşmesi gibi bir süreç de işlemeye başlıyor. Bu bağlamda devrimlerde dinsel bir yan vardır. Örneğin Fransız Devrimi sadece bir olay değil, kutsallaşmış bir olay kabul edilebilir. Devrim tartışmaları özelinde kutsal tanrı kutsal millete tercüme edilmiş, dini kutsallık seküler bir düzlemde kendini yeniden üretmiştir (Ozouf, 1998: 262-272).
Tabii devrimlerin çıtası bu denli yüksek tutulduğunda, yani devrim evrenselliğe ve kutsallığa özdeş kılındığında hangi olayın devrim olduğu sorusu hemen her zaman askıda kalıyor. Belki de bu nedenle bütün devrimler başarısız. Çünkü eylem ne kadar önemli olursa olsun evrensellik ve kutsallık bir yerden sonra sönümleniyor.
- Sponsorlarımız -
Devrimleri tarihsel ve sosyolojik bir vaka olarak incelemeye kalktığımızda karşımıza çıkan tablo da oldukça dikkat çekicidir. Öncelikle devrimle her hangi bir ayaklanma arasındaki fark hakkında bir şeyler söylemek gerekiyor. Skocpol bu soruya yanıt verirken toplumsal devrim ve toplumsal olmayan devrim kavramlarını kullanır. Ona göre toplumsal devrim sınıf ayaklanmalarının siyasal dönüşümlere yol açmasıyla meydana gelen bir durumun adıdır. Toplumsal devrimler siyasal yapıyı değiştirir. Yeterince toplumsallaşmayan devrimler ise siyasal sistemde kalıcı izler bırakmazlar (Skocpol, 2004: 25-8). Düşünüre göre devrim kuramlarıyla devrimlerin tarihleri arasında ciddi bir boşluk vardır. Genelde biriyle ilgilenen diğeri hakkında yeterince bilgi sahibi olmaz. Bu arada devrimlere yönelik tarihsel sosyolojik niteliği ağır basan ikincil el kaynakların sayısı devasa boyutlara ulaşmış durumdadır. Bu nedenle bir kuramı kanıtlamaya doğru eldeki ampirik veriyi işlemenin ve devrimlere dair anlamlı sonuçlara varmanın bazı yapısal sınırları olduğunu söylemek yanlış olmaz (Skocpol, 2004: 15-7).
Düşünür kendi devrim kuramını ortaya koyarken bir dizi hususa daha değinir. Devrimlerin yapısal bir şekilde açıklanması yerinde olur. Bu bağlamda devletle devrim arasındaki ilişki oldukça önemlidir. Skocpol için her devrim aslında bir devlet krizinden doğar. Devletin krize girmesi ise sadece ulusal-toplumsal yapıyla ilgili değildir. Devrimi incelerken uluslararası krizle devrimci kriz arasındaki ilişkiye değinmek gerekir (Skocpol, 2004: 28, 53, 72). Uluslararası kriz devleti zayıflatarak devrimci bir kalkışma için gerekli kuluçka sıcaklığını sağlayabilir. Fransa, Rusya ve Çin’deki devrimleri analiz eden düşünür, bu üç başarılı devrim örneğinde devrimci eylemin önemli ölçüde uluslararası durumdaki meydan okumalarla şekillenen siyasi krizlerin sonucunda söz konusu olduğunu söyler (Skocpol, 2004: 101). Tam bu noktada rejimin halk üzerindeki baskı kapasitesine ve rejimle sınıflar arasındaki siyasal sosyolojik ilişkinin mahiyetine dair bir hatırlatma yapılabilir. Skocpol kitlelerin sistem karşısındaki rahatsızlıklarının devrimci bir birikmeye yol açtığına dair daha çok toplumcu bir çizgide dile getirilen tezi zayıf bulur. Devletin topluma baskı yapması ve devlet ile toplum arasındaki ilişkinin giderek bir siyasal yabancılaşma ilişkisine dönmesi devrimci dönüşüm için yeterli değildir. Geçmişte ve bugünde pek çok baskıcı rejim herhangi bir isyanla karşılaşmadan siyasal varlığını korumaktadır çünkü. Demek ki kitleler tatmin olmazsa dahi devlet devrimci bir meydan okumayla karşılaşmayabilir. Devletle sınıflar arasındaki ilişkilerde de benzeri bir griflik söz konusudur. Skocpol devletin potansiyel olarak özerk olduğunu kabul eder. Bu özerklik hem egemen hem de ezilen sınıflar bakımından geçerlidir. Devlet el koyduğu kaynakları egemen sınıfa tahsis etmek yerine kendi özerkliği için kullanabilir. Rejimin popülizmle olan ilişkisine göre değişmekle birlikte alt sınıflara önemli ölçüde kaynak da aktarılabilir. Tabii özerkliğin düzeyi tarihin o anındaki konjonktür tarafından belirlenir (Skocpol, 2004: 74-8). Bu belirlenme hali pek çok şeyle birlikte devrimci olasılığı realize eden gelişmeler dizisini de etkiler.