SÜLEYMAN KOÇAK
Dünyanın merkezi niteliğindeki coğrafyada alan hâkimiyeti savaşları, birbirlerini boğazlayan uygarlıklar. Farklı kıtalarda yaşayan insanlar, aynı şekilde birbirini öldürüyordu. Zaman, kendisiyle beraber yol alanın yanında, yani güçlüden yana oluyor. Güçsüz olan halklar ise, büyük asimilasyonlar ve baskılara maruz kalıp güçlünün rengine bürünmek zorunda; yani sindiriliyor.
Sümer, Med, Pers, Urartu, Babil ve Asur… Mezopotamya’da insan kanı Dicle ve Fırat nehirlerinin ayrılmaz bir bileşeni olmuştu. Sargon‘un akıl almaz zulmünden bu yana değişen hiçbir şey olmadı. Sadece zaman, evrenin skalar bir biçimde büyümesiyle beraber zalimin rengini değiştirdiyse de sonucunu zerre kadar geliştirmedi. Ve ,,Gerçek Krala“ karşı artık Kawa, ve Rüsteme (karşı) Zalin çocukları canlarıyla sonsuz bir cesaret ve iradeyle direnmekte.
Afrika’da Firavunlar, Latin Amerika’da İnkalar. İnsanlık değişirken topraklar el değiştiriyordu. Durum bu şekilde devam ediyor. Aristoteles’in öğrencisi İskender seferlere çıkmış, önüne gelen halkları ezip geçiyordu. Başka bir çağda Halid Bin Velid ona benzerini deneyimliyordu. Çağımızın son yüzyılında çoğu bilgenin başına musallat olan ve sadece tek yönde ilerleyen zaman içinde bunu tekrar edenler oluyordu. Barbar Moğollar her yeri yıkıyor, bilim merkezlerini ateşe verip, talan hızla sürdürülüyordu. Çağımızın yakın tarihinde DAEŞ’in, Moğollar’ı örnek alarak aynı şekilde ilerlemeye çalışmasıdır. Egemenlerin, diğer deyişle de zorba hükümdarların fakir fukarayı birbirlerine öldürtmesinin yeni bir formatına, yani Politeizmden Monoteizme, geçiş yapılmış; artık birbirine öldürtmeler daha çok iyi kanalize edilebiliyordu.
- Sponsorlarımız -
Romalılar İsa’yı, sonucunu bilmeden çarmıha germiş, barbar bir şekilde ilerliyordu. Tabii bir yere kadar Avrupa orduları, yine Ortadoğu’ya kalıcı olarak yerleşmek için “Din elden gidiyor” diye fakir Avrupa köylülerini toplayıp Haçlı ordularını Tapınakçılar öncülüğünde kurdular. Onlara karşı duran Kürt komutanı Selahaddin Eyyubi İslam adına bir karşı güç oluşturdu. Bu Dinler savaşında atların ayaklarının altında ezilenler, yine Hristiyan ve Müslüman fakir insanlar oldu. İktidarların elinde menfaatleri için kısa sürede kanalize edilecek bir patika keşf edilmiş, adına Din” denilmişti. Tabii artık her yerden haberi olanlar, durmayacak; bereketli topraklar, limanı iyi olan denizler, nehirler ve ovaları olan coğrafyalar bu iktidarların defterinde not edilmişti.
Avrupa’da kargaşa, kaos, din adına engizisyon mahkemeleri, gökbilimci Giordano Bruno‘yu diri diri yaktı. Onun bu karanlık çağa verdiği cevap ise “Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorluklarla karşılaştım ve cehaletin babaları olan o zamanın menfaatçi ve yobaz iktidarı ve akademisyenleri yanı sıra, kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım”. Ayni kıtada din adına cinayetler işlerken ışık daha hangi maddeden oluştuğu bilinmeyen karanlığa yenilmedi. Fransa’nın Paris şehrinde Danton, Camille, Robespierre, Saint-Just ve arkadaşları, kendilerinin de kendi içlerindeki narsistlik ve nepotizmciliğe yenik düşüp kurban olduğu ‘Fransız İhtilali’ adı altında aydınlatma çağını başlatmış. İspanya’da son kez Katolikler Protestanları öldürüyordu. Aydınlık karanlığa karşı bir mücadele başlatmıştı.
Mezopotamya’da ise yüzyıllardan beri belki de insanlık için bir çivi bile çakmamış, kendi kendine Osmanlı İmparatorluğu ismini koymuş, kuruluşundan yıkımına kadar güç zehirlenmesiyle başı ciddi bir şekilde belada olan popülistler, insanları cahil, fakir ve kendine muhtaç bırakmıştı. Bunun farkına varan Hollandalılar, Portekizliler, İtalyanlar, İngilizler, Belçikalılar, Ruslar ve Fransızlar not defterlerinde yazdıkları önemli alanları artık işgal etmek için insan bedenini adeta hiçe sayarak planlar yapmışlardı. 1914-1918 yılları arasında yaklaşık 17 milyon insanın canına mal olan, adına ‘Birinci Dünya Savaşı’ dedikleri insan kıyımı başladı.
Bundan sonra artık ulus devletler olgunlaşmış, dine bir artı olarak ulusçuluk eklenmişti. Bu ulusalcı devletler dünyanın her yerini işgal etmek için İkinci Dünya Savaşı’nı makul buldular. Artık hayatımızda adına ‘faşizm’ dediğimiz kavramı soktular. Bunun bedeli ise yine yaklasik 60 milyon insanın ve sayısı bile daha bilinmeyen diğer canlıların ölümü oldu. Cehennemin kapısı (Auschwitz insan yakma kampları, sonra da Diyarbakır 5 Nolu Askeri Cezaevi) gibi lekeli kelimeler girdi insan tarihine. Bunun yanısıra ideolojiler.. Para eşittir ‘egemen sistemin içinde kapitalizm’ adıyla uzak kıtadan Amerika ‘ben buradayım’ dedi. Yüzölçümü dünyada yüzde dört iken aldığı enerji yüzde kırk olmuştu.
Dünya’da kıtalar parça parça, haritalar kimi kum üzerinde, Afrika’da ise cetvel ile çizilmiş devlet sınırları belirmeye başladı. Doymak bilmeyen bu devletler, örnek olarak Fransa, diğer tarafta Hollanda, Almanya adına Belçika, Portekiz, İtalya ve İspanya, sömürge işgalcisi olmuş. Halklar bu güçlerin ayaklarının altında eziliyordu. İngilizler ise uzak kıta olan Hindistan’ı en küçük atomlarına ayırıp yağmalıyordu. Yetmedi bunlara bu kadar sömürü. Gözlerini Mezopotamya’ya, yani asırlardan beri orda yaşayan Kürtlerin ana vatanlarına diktiler.
- Sponsorlarımız-
Fransızlar Mezopotamya’yı içten içe yağma ederken İngilizler bu yağmaya hemen yetişip ortak olmak istediler. Sömürge konusunda tecrübeyle profesyonelleşmiş İngilizlerin işleri çok kolaydı. Araplar’la dost oldular, onlarla beraber çölde develeri, keçileri otlattılar. Dipnot olarak aldıkları bir yer daha vardı. Göğe uzanan dağlar, geçit vermeyen kanyonlar, soğuk akan nehirlerle Aristoteles’in ögrencisi İskender’in geçemediği Zagroslar’ı keşif için, görevlendikleri kişileri gönderdiler. Bu dağlarda ve eteklerinde yaşayan Kürtler, Süryaniler, Keldaniler, Asuriler ve Ermeniler beraber yaşıyordu. Osmanlı kolayca parçalanmış, kendine Türk diyen bir kısım ise, biz Osmanlı’nın torunlarıyız diye iddiada bulunmuş, ulus bilinci ve ‘Din’ ile yoğrulmuş bir alanı gasp ettiler.
Antik halkların yaşadığı Kürtlerin toprakları, İngiliz eliyle bölünerek dört parçaya ayrılmış, egemen kılınan Arap, Türk ve Fars devletlerinin insafına bırakıldı. Aynı zamanda bu devletler İngiliz hegemonyasına baş kaldırdığı taktirde Kürtlerle onları yine elinde tutabilirdi. İngilizlere biat etmiş, aynı dine ve dile sahip olan Araplar’ı kum üzerinde haritalandırdılar. Bu coğrafyada yaşayan özellikle Araplar’ın koyun oldukları not edildi. Ortadoğu’dan Arabistan’a kadar olan tüm bölgeyi kontrol etmek için muazzam bir yol bulunmuştu, bu ancak kendilerine biat eden diktatör bir yönetim biçimi ile mümkündü. Haritada her ne kadar bağımsız olduğuna inanılan bu devletlerin tamamı, kesinlikle İngiliz yöneticilerinden habersiz hiçbir şey yapmaya ne güçleri ne de dirayetleri vardı. Bu alanlara atadıkları kabile veya aşiretlere her türlü dünya nimeti sunuluyordu.
Fakir halk ise mezheplere bölünmüş, her zaman çatışmaya meyilli bir ortamda, açık kafeste tutuluyordu. Ulus devletlerin çimentosu olarak gördükleri ,,Din” eklendi ve ayrı ayrı şekillerde kendilerine karşı yanlış yapmayacak yönetimler kurdular. Koyun sürüleri olarak gördükleri Araplar’dan, karşı bir ses çıkmaya başladı. Ve bu koyunlara bir kurt korkusu gerekliydi. Haçlı seferlerinin kaybedilmesinden bu yana (ve hatta M.S. 70 yılından beri) tüm dünyaya dağılan, (eski İsrail kralı) Süleyman’ın torunlarına ihtiyaç vardı. İsrailoğulları 1948’de resmen İngilizlerin koyunlara Kurt korkusu gerektiği anlayışıyla bugünkü İsrail devletini kurdu. Coğrafya özüne dönmüş, koyunlara kurt korkusu ile bir yaşam şekilleniyordu.
- Advertisement -
Bağımsızlığın bir bayrak sahibi olmakla ya da sınır çizilerek olamayacağını anlamayan sayısızca insan var. İngiliz politik anlayışı bu şekilde oturmuş, o coğrafyanın yeraltı ve yerüstü zenginliklerini bu şekilde sömürüyor. Osmanlı sonrası İngiliz, Fransız, İtalyan ve bunların yanında Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika, ve Yugoslavya’nın şahit olduğu ulus merkezli, Anadolu halklarının başına musallat olan, ‘Kemalizm’ adında, bir rejim kuruldu. İngilizlerin çok iyi bildiği bir şey vardı: Belli bir kesime, ‘her türlü dünya nimetinden faydalan ama bizim dur dediğimizde duracaksın’ diyebilecekleri bir yönetime teslim edildi. Bu alanı millet ve din olan iki temel olgu ile kontrol edecek bu yönde her şeyi hazırlayıp, o günün yönetici kadrosuna teslim edildi.
Bağımsızlık neye göre belirlenir peki? Bireysel bağımsızlık çok fedakârlık isteyen bir kavramdır. Bireyin sadece kendi güçlü yanıyla kendine ve topluma katkıda bulunmasıdır ve işte fedakârlık burada başlıyor, o güçlü yanı hariç çoğu konuda sessiz kalması lazım ya da akıllıca muhalefet olup karşıdakini dinç tutması lazım. Kendini milliyetçi ve o topraklarda üstün ırk olarak gören insanlar ise her tarafa bayrak asarak bağımsız olduğuna inanıyorlar. Peki, bağımsızlık bu mudur? Buna cevap aramamız lazım. Yaşadığımız dünyanın kapitalist sistem ile yönetildiği bu çağda, paran ne kadar değerli ise sana o kadar değer veriliyor. Tarımda, endüstride ve teknolojide gelişmiş bir beyin kadron yoksa bağımsızım diyemez hiçbir devlet. Bu kadar jeopolitik ve jeostratejik olmasına rağmen her yere dev bayrakları, pencerelerde bayrak asarak bağımsız olduğuna inanıyorsan, açlık hissi senin bedenini senin kontrolün dışında sarstığında anlarsın. Sizi yöneten erkler, sarayda yaşayıp ülkenin senedini satacak kadar ileri gidiyorsa; limanları, köprüleri, toprağını ve hatta kendinize ait zannettiğiniz şehri satıyorsa, siz bağımsız değil, sadece ‘miş’ gibi olursunuz.
Milliyetçi diye kendini bağımsız gören kesim şunu iyi bilsin ki, her yere bayrak asarak olunmuyor. Kapitalist bir dünyada Kuveyt Devleti, alan olarak sizin bir iliniz kadar olup parası sizin parayı pul ediyorsa, sen sadece bağımsızlığın naylon hali oluyorsun. Seni avutan erklerin, vatan millet ve Sakarya deyip seni yarın Arap kapısında bekçi ediyorsa, sen bayrakla dahi yatsan nafiledir.
Sen bu sermayeye ancak kapıkulu yetiştirirsin. Sen o zaman bayrağınla bağımsızmış gibi ortada kalırsın. İngiliz sermayesi Arap modeliyle seni ezip geçerken, sen hala neyin aklını yaşıyorsun? Doğuda sana, Osmanlı’nın tarihi boyunca Anadolu’ya sahip çıkan Kürtlerdir. Yine bil ki Sen sadece Kürde ve diğer etnik halklara karşı zulüm etmeyi güç ve bağımsızlık olarak görmeye devam ederken, senin erklerin seninle beraber her şeyi satmış vaziyettedir.
Hakiki Bağımsızlık için cahillikten türeyen Milliyetçilik ve Irkçılığın her türlüsüne karşı en güçlü şekilde durulması gerekmektedir.