Ahmet ECE, Doç. Dr. Mahmut AVCI
Kierkegaard imanı tutku üzerinden ele almıştır. Tutku teslimiyetin bir göstergesidir. İnanmak için herhangi bir akli sebebin bulunmaması haline tutku adını verir. İman tutkuyu gerektirir.
Nesnel araştırma sürecinde kişi içinde tutkuyu barındıramayacağından dolayı iman ortaya çıkmaz (Deniz, 2012). “İman hayret edilesi bir şeydir ve yine de hiçbir insanoğlu onun dışında bırakılamaz; zira bütün insan, yaşamının içinde birleştiridiği şey tutkudur ve iman bir tutkudur.” (Kierkegaard, 2015:153).
Kierkegaard’ın öznellik ve nesnellik kavramlarının dini epistemoloji açısından karşılık geldiği kavramlar iman ve akıldır. O iman ve akıl arasındaki ilişkiyi Hz. İbrahim’in sınanması üzerinden kurgulayarak tartışmıştır. Kierkegaard için kurban olayı nesnel belirsizliğin ve paradoksal durumun en net görülebileceği olaydır. Semavi dinlerin kutsal metinlerinde geçen bu olay bir Hristiyan olan Kierkegaard tarafından incil kaynaklı olarak ele alınmıştır.
- Sponsorlarımız -
Kierkegaard Korku ve Titreme kitabında İncilde imanın babası olarak ifade edilen İbrahim’in Tanrı tarafından imtihan edilmesini konu alır. O, İbrahim’in Tanrı’nın emrini yerine getirmek amacıyla çıktığı yolculuğu bir gözlemci olarak ele almıştır. Amacını şöyle ifade etmiştir:
Benim burada İbrahim’in hikayesini anlatmaktan kastım orada yatan diyalektiği bir problemata olarak gün ışığına çıkarmak, imanın ne korkunç bir paradoks olduğunu göstermek; bir cinayeti kutsal yapmayı ve Tanrı’yı hoşnut kılan bir harakete dönüştürmeyi başaran bir paradoks İshak’ı İbrahim’e geri veren bir paradoks, o hiçbir düşünce tarzıyla kavranılamaz, zira iman düşüncenin tam bıraktığı yerden başlar (Kierkegaard,2015:75).
Buradaki paradoksal durum şöyle ifade edilebilir. Yaşları ilerlemiş olan İbrahim ve eşine, Tanrı bir çocuklarının olacağını vadetmiş ve İshak dünyaya gelmiştir. Bir mucize eseri olarak doğan İshak daha sonra yine Tanrı tarafından kurban olarak İbrahim’den geri istenmiştir. Bu durum iki açıdan ele alınabilir birincisi absürttür ikincisi paradoksaldır.
Çocuk sahibi olamayacakları bir yaşta İshak’ın dünyaya gelmesi absürtü ifade eder. Çünkü bu akıl açısından imkansızdır ve Tanrı’nın vaadi temelinde bir teslimiyeti gerektirir. İshak’ın kurban olarak Tanrı tarafından geri istenmesi ise paradoksallığı ifade eder. Çünkü Tanrı hem bir çocuk vermiş hem de onu geri istemiştir. Bu ise irade kavramında bir çelişki oluşturmuştur.
Ta en baştan itibaren iman etti; Tanrı’nın İshak’ı ondan talep etmeyeceğine inanıyordu, böyle buyurulursa dahi İshak’ı kurban etmeye razıydı. Absürtün gücüne inanıyordu çünkü beşeri hesaplar burada söz konusu olamazdı ve bir şeyi bir kez buyuran Tanrı’nın bir an sonra buyruğu geri çekmesi gerçekten absürttü (Kierkegaard, 2015:26).
- Sponsorlarımız-
Kierkegaard için ise absürt ve paradoks imanın kendisini oluşturur. İbrahim birinci durumda Tanrı’nın ona bir çocuk verecek olması akıl açısından imkansız olsa dahi iman etmiştir. İkinci durumda da akıl açısından paradoksal bir durum olmasına rağmen bu emri tevil etmek yerine yine imanın bir gereği olarak yaklaşmış ve oğlunu kurban etmek için istenilen yere gitmiştir.
Kierkegaard İbrahim’i iman şövalyesi olarak isimlendirir. Ona göre iman ile akıl arasındaki ilişki absürt kavramı üzerinden yorumlanır. Kurban özelinde ele alınan bu yaklaşım genel olarak dinin doğasında da böyledir.
Hristiyanlıktaki enkarnasyon inancına bakıldığında Tanrı’nın ezeli ve ebedi olması aynı zamanda yarattıklarına da benzememesine rağmen İsa’nın vücuduyla dünyaya gelmesi paradoksallığı oluşturur. Kierkegaard’a göre bu durum akıl ile anlaşılamaz. Bireyin yapması gereken şey sonsuz teslimiyet ile iman sıçramasını gerçekleştirmektir. Kierkegaard teslimiyeti tevekkül kavramı ile ifade eder. Tevekkül iman sıçramasını gerçekleştirmek için gereklidir. İbrahim, Tanrı’nın buyruğuna sonsuz teslimiyet ile iman etmiştir. “Sonsuz tevekkül imandan evvel gelen en son aşamadır. Bu hareketi yapamayan, iman sahibi olamaz.” (Kierkegaard, 2015:67).
- Advertisement -
Kierkegaard’ın kurban olayına getirdiği yorum evrensel etiğin askıya alınması problemini de beraberinde getirmiştir. Varoluş kürelerinden bahsederken etik varoluş küresinin akıl temelli olduğuna değinmiştik. İbrahim’in oğlunu kurban etmek istemesi evrensel etiğin genel ilkeleriyle çelişik bir durumdur. Bu durumda iman sıçramasını gerçekleştirmek için aklın sınırlarının dışına çıkılması Kierkegaard açısından zorunlu görülmektedir. O bireyin tekilliğine yaptığı vurgusunu burada da devam ettirir. Hakikate ulaşmak için birey kendi varoluşunun farkına varıp tümeli aşmalıdır ancak bu şekilde iman sıçramasını gerçekleştirip hakikate ulaşabilir.