HAREL ENKİ
Bu çalışmada modernleşme hareketlerinin, Osmanlı’nın temel özelliklerini değiştirme biçimini, toplum ile devlet arasındaki ilişkileri ele almaktadır. Modernleşme, esasen Avrupa’da ortaya çıkan ekonomik, siyasi ve sosyo-kültürel gelişmeleri anlatan bir kavramdır. Değişen ve gelişen Avrupa ve Dünya’ya entegre (uyum) sağlayabilme adına modernleşmenin; Osmanlı’daki yansıması ise askeri, idari ve hukuki kısacası yönetim alanında ki birtakım reformlarla hantal ve ağır işleyen bürokrasiden kurtularak devletin merkeziyetçiliğinin pekiştirilmesi amaçlanmıştır. Kimilerine göre bu gelişmeler dönemin bazı yöneticileri tarafından devleti kurtarma projesi olarak görülmüştür. Batılılaşma çabaları siyasi olduğu kadar toplumsal değişimi de beraberinde getirmiştir. Gelişmeler sonucu ortaya çıkan durum ise devletin bireyi ve toplumu merkeze almaktansa devlet merkezli “otoriter modernleşme” ortaya çıkmıştır. Esasen bütün bu olgusal süreç Batı’nın etkisiyle Osmanlı’daki “yenilenme arayışı ve yeni paradigmanın belirginleşmesindeki” süre zarfında Osmanlının çektiği dönüşüm sancısıdır.
Giriş
Modernite; İnsan aklına dayanan ve bu aklın soyut/somut değerlerinin birikimleri sonucunda ortaya çıkan yeni bir vizyonun yani “Aydınlanmanın” bir ürünü yani çocuğudur. Modernleşme, Batı Avrupa’da ortaya çıkan ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmeleri anlatan bir kavramdır. Diğer bir yaklaşım olarak da şöyle diyebiliriz. Avrupalılaşmak, Batılılaşmak, Modernleşmek; ortak bir gelişmeleri çağrıştıran kavramlardır. Kelime olarak Modern; çağdaş, yenilenen, kendini yenileyen, yenilikçilik demektir. Giddens‟e göre modernlik; 17. yüzyılda Avrupa‟da başlayan ve sonraları neredeyse bütün Dünya’yı etkisi altına alan toplumsal yaşam ve örgütlenme biçimine işaret eder. Bu yaklaşım, modernliği belli bir zaman süreci ve coğrafi çıkış noktasıyla ilişkilendirir. Aydınlanan düşüncenin sonucu olan “Modernizm” Avrupa’nın hemen hemen bütün kesiminin ekonomik, siyasal ve sosyo-kültürel yapısını değiştirmiş ve dönüştürmüştür. Bu dönüşüm G.E Black‟e göre; Çağdaşlaşmak, tarih boyunca gelişmiş kurumların insan bilgisindeki görülmemiş artışını yansıtan ve hızla değişen işlevlere uyarlanması süreci olarak tanımlanabilir. Bilimsel devrime eşlik eden bu süreç, insanın çevresini denetlemesine olanak sağlamıştır. Bu sürecin kökenleri ve etkileri ilk defa Batı Avrupa’da görülmüş. Modernizm ile ilgi diğer bir yaklaşımda, genel olarak 19. YY’dan ikinci dünya savaşına kadar ki dönemde, özellikle sanat ve edebiyat alanlarında meydana gelen büyük çaplı değişimleri açıklayabilmek için kullanılan bir kavramdır. Batı, doğunun kültür ve uygarlığını kendi uygarlığı ile sentezleyerek doğuyu anlamış ve özümseyerek Rönesans/Reform denilen Avrupa’nın kabuğunu kırdığı geçiş dönemi yaşamıştır. Fakat doğu ise batıdaki bu gelişmeleri anlayamamış sadece bu gelişmeleri taklidi yaşamış ve gerçekleştirmiştir. Bu bağlamda modernleşme Her coğrafyada farklı cereyan etmiştir.
- Sponsorlarımız -
Avrupa modernleşmesi; Avrupa’da toplumsal kimliklerin en belirginin ulus-devlet bilincinin olduğu gözlenmektedir. 15. itibaren Batı Avrupa’da ortaya çıkmaya başlayan ulus-devlet modelleri zaman içinde gelişerek dinin geleneksel otoritesinde ciddi sarsılma yaşanmıştır. Ulus-devlet, belli bir coğrafya parçası üzerinde hükümdarlığını elinde tutan, merkezileşmiş bir otorite birimi olarak tanımlanmaktadır. Modernleşmenin dünya uluslarındaki en önemli gelişimidir Ulus-devlet oluşumu.
Osmanlı modernleşmesi; Batıda ki bu süreç, doğulu toplumlarda aynı aşamalarda gerçekleşmemiştir. Bu ülkelerin kendi dinamiği içinden doğmamış, Avrupa’nın dünyanın merkezinde sürükleyici ve belirleyici bir güç olarak yer almasıyla ortaya çıkmıştır. Osmanlı bu dönüşüm öncesi imparatorlukların en gelişmiş örneği olarak kabul edilmektedir. Geniş bir coğrafyada örgütlenebilmiş, birçok kavmi her türlü yönden benimsemiş ve bir arada tutabilmiştir. Modernleşmeye geçişin Avrupa’da ki evreleri göz önünde tutularak değerlendirme yapılacak olursak, Osmanlı’daki farklı gelişmeleri değerlendirmek lazım. Bu değerlendirme kapsamında şunu görmekte fayda var. Avrupa’da pozitif bilim, rasyonalist yaklaşım ve felsefe: Avrupa’yı Reform ve Rönesans ile Aydınlanma Çağı’na toplumsal olarak hazırlarken toplumu, akılcı açılımlar ve değişimlerle dönüştürerek zenginleştirmiştir. Bu bilimsel devrimin Osmanlıya benzeri bir yansıması olmamıştır. Aksine giderek daralmış, otoriterleşen merkeziyetçi modernleşme biçimine bürünerek toplumsal baskı arttırılarak, totaliter bir bürokratik yapılanmaya yuvarlanmıştır.
Modernleşmenin toplumsal bir refleks olmasının diğer bir etkeni de değişen, tüketim ve üretim çeşitliliği, bunun sonucu olarak ortaya çıkan sanayileşme ile birlikte sınıflı bir toplum oluşması ile yeni bir toplumsal “paradigma” oluşumu kaçınılmaz olmuştur. Osmanlı toplum yapısında batı (modern) ve geleneksel düşünce tarzı uzun zamandır süre gelen bir ortak çağırışımı uyandıran, yeniliğin ve geleneğin birbirine karışmadan ve etkilenmeden uyum halinde belli bir zaman zarfın da yol aldığını görüyoruz. “Gelenekçi toplumdan yenilikçi topluma paradigmanın değişimi” Osmanlı‟daki en büyük sosyal olgunun göstergesidir. Osmanlı toplumunun modernleşmesi, modernleşmenin klasik tarifi olan, gelişmiş toplumun özelliklerinin az gelişmiş bir toplum tarafından alınması (mimetisme) gibi bir tümceyle anlaşılamaz. Modernleşme olgusu, kaba bir deyişle, var olan değişmenin değişmesidir.
Kendini yenileyemeyen Osmanlı, tedricen 17.yy’da duraklama ve bocalama dönemine girmiştir. Değişen dünyaya ayak uyduramayan ve yeniliklere kapalı olan, Osmanlı yönetimi ve toplumu 18. yüzyılın başında itibaren Batı’nın artan gücünü ve bu gücün kaynaklarını keşfetmeye yönelmiştir. Geleneksel yapıdan faydalanan/beslenen bir kesimin olması ve yönetim anlayışının devraldığı tarihi mirasın ağırlığı altında, değişen dünyayı izlemekte büyük güçlük çekmiştir. Kapitalist dünya sistemiyle ekonomik bütünleşme olgusu, 18. yüzyıl sonlarında önemli ölçüde etkisini arttırmış ve 19. yüzyılın ilk çeyreğinde hız kazanmıştı. Osmanlı Avrupa siyaseti ve diplomasisine de katılmak zorunda kalmıştır. Bu dönemde milliyetçiliğin ve liberalizmin devrimci düşünceleri ilk kez Yakın Doğu’ya ulaşmıştı. Osmanlının dünyaya olan bu mecburi entegre süreci zamanla hız kazanmış fakat; sanayi devrimi ile ciddi bir grift ilişki içine girmiştir. Bu farklılık Ş. Mardin’e göre ise “Osmanlı ile Batı arası ilişki kesilmemiş. Osmanlı’nın yükselme devrinde, Osmanlılar, kendi uygarlıklarını Batınınkinden üstün saymışlar, Batının bir “model” olarak izlenmesi bir sorun olarak ortaya çıkmamıştır. Fakat; gerilemeye başlamasıyla, niçin gerilediği sorusu önce devlet yönetiminin bozulduğu ileri sürülerek, daha sonra belki de yüzeyselleşen bir tutumla Batının askeri üstünlüğü gösterilerek cevaplandırılmıştır. Avrupa’daki gelişmelerin esasen Osmanlı tarafında önemsendiği fakat Avrupa’yı iyi tanımadığı ve sürekli mücadele ettiği Avrupa ile geçmişinden kalan bilinçaltının etkisiyle bunu belirli alanlarda sınırlamıştır. Bu nedenle Osmanlı medeniyeti aydınlanma müddetince Avrupa’da geçerlilik kazanmış olan siyasi fikirlerin ürünlerinden mahrum olmuştur. Çağdaş modernleşme, çeşitli kavramlarla dile getirilmiş modernleşme sürecinin farklı trendinin göstergesidir. Oysa esasen bu yönde gerçekleştirilen tüm şartları (rasyonalleşme, kollektif hareket, iş bölüşümü, amaçta ortaklaşma vb.) içinde barındıran kavramlar daha çok “kapitalleşme” ve ona zemin oluşturan ulusallaşma kavramlarıdır. Değişimde ki trend toplumlara göre de farklılık gösterir. Modern toplumsal kurumlar, geleneksel toplumsal düzenlerden ayıran en önemli özellik değişimin hızıdır.
- Sponsorlarımız-
Osmanlı modernleşmesi ile ilgili diğer bir görüş, Osmanlı modernleşmesinin Avrupa’da olduğu gibi emperyalizm ile eş zamanlı ortaya çıkan bireyin hukuki ve siyasi haklarını içine alarak gelişen, geleneksel ve tarımsal toplumun kentsel ve laik bir sanayi toplumuna dönüşmesini sağlayan bir süreç değildi.(T.Atabaki 2004/London,S.1) Tam aksine Avrupa emperyalizmi karşısında imparatorluğun varlığı ve bütünlüğünü koruma maksatlı, devlet tarafından başlatılan ve yönlendirilen savunmacı bir reform programıydı. Murphey’e göre Osmanlının Batıya kapanmadığını, aksine uzun bir süre Batı ile teknik bilgi ve gereç alış-verişi olmuştur. Bu ilişkileri her dönem kısmen de olsa olmuştur. 17.yy sonlarından itibaren Batının her alanda üstünlüğü ve kuzeyde de Rus Devletinin doğuşu kuvvetler dengesini Osmanlı aleyhine bozar. Osmanlı idare sisteminin ve ordusunun bozulmaya başlamasıyla Batının ciddi manada aradaki farkı açtığını söyleyebiliriz.
Genellikle Osmanlı modernleşme düşüncesinin ve hareketlerinin oluşmaya başladığı dönem olarak 18.yy başları kabul edilmektedir. Bu dönem öncesinde Osmanlı Batı karşısında tam bir üstünlük kurmuş durumdaydı. Sanayileşen Batıyla karşılaşma sürecinde değişimin takibi ile sanayi devriminden sonra Batıda gerçekleştirilen ekonomik hamleler Osmanlının bazı yöneticileri tarafından gözlemlenmiştir. Gelişmelerin kendilerine yanmasından korktukları için ve geleneksel yapıyı bozmaması için bir takım önlemler alma yoluna gidilir. Osmanlı gibi büyük bir devletin Batı‟yla ilintili olan merkezileşme refleksi Avrupa’da gerçekleştirilen sanayi devrimi etki alanındaki milletlerin hemen her alanında büyük ve etkili dönüşümlere neden olmuştur. Dönüşümün gerektiği ve kaçınılmaz olan yapılanma dinamiğine sahip olamayan milletler, bu dinamiğe sahip olanlar karşısında tükenmiş ve geride kalmış olurlar. Bu gibi toplumlar, bürokratik idari olan kurumsal yapılarını gözden geçirip yeniden dönemin toplumsal yapılarına uygun olarak şekillendirme ihtiyacı duymuş, yapılan bu işlerde kendisini yenileyen ve dönüştüren toplumlar örnek alınmıştır.
“Osmanlı’da ise modernleşme çabaları ordudan başlanmış olmasında geleneksel askeri yapının yeni savaş teknikleri karşısında yetersiz kalmasının fark edilmesi kadar, modernleşme girişimlerinin karşılaşması muhtemel dirençlere karşı yenilikçi iradeyi destekleyen bir güç oluşturma amacı da etkili olmuştur. Ordunun modernleştirilmesi merkezi güçlendirerek diğer alanlarda ki yeniliklerin önünün açılmasında işlevsel olacaktı. Avrupa ülkelerinin gelişimi karşısında günden güne geri kalan Osmanlı Devletinde muasır medeniyetler düzeyine ulaşmak amacıyla reformist politikalar uygulanmıştır. Bu politikaların uygulanmasında temelde iki engel, yavaşlamalara, kesilmelere hatta gerilemelere neden olmuştur. Bunlarda biri; monarşi idaresinin tek elde toplanan gücü ve hakimiyeti için bu reformları bir tehdit olarak görüp engeller koyması, diğeri de dini kurallara, sıkı sıkıya bağlı büyük çoğunluğu okuma yazma bilmeyen çiftçilerden oluşan halk diğer adıyla tebaa. Bu ikisi ve ulema sınıfı, reformları engellemede veya en azından yavaşlatmada çoğu zaman başarılı olmuşlar. Ancak gelişmeye karşı kapalı kalmanın artık daha fazla sürdürülemeyeceği bir noktaya gelindiğine de devlet eliyle reformlar yapılmıştır. Esasen bütün bu olgusal süreç Batının etkisiyle Osmanlı’daki “yenilenme arayışı ve yeni paradigmanın belirginleşmesi” süre zarfında Osmanlının çektiği dönüşüm sancısıdır.
- Advertisement -
Modernleşmenin Osmanlı’daki Ayak Sesleri
16.yüzyıl boyunca yükselmesini ve genişlemesini sürdüren Osmanlı İmparatorluğu tedricen bir sonraki yüzyıldan başlayarak bir duraklama ve bocalama dönemine girmiştir. 16. ve 17.yüzyılları boyunca Osmanlı yöneticileri Batıyı tanımak istememekten veya onun ileriliğini kabul edememekten çok devlet ve toplum örgütlenmesinin dayattığı yapısal problemlerle uğraşmak zorunda kalmıştır. Osmanlı Devleti’nde 17.yüzyıldan itibaren birçok iç ve dış sebebe bağlı olarak gerileme ve bozulma süreci yaşanmaya başlamıştır. Sanayi devrimi ile birlikte fetih ekonomisi ile derin bir yara alan Osmanlı, devletin eski gücünü kazanmaya çalışılmış fakat teknolojiden yoksunluğu ile savunmacı bir politikayı benimsemiştir.
Devletin bu gidişatının iyi olmadığını anlayanlardan biri olan ikinci Mahmut birtakım düzenlemelere gitmiştir. Ordudaki yeniçeri düzenlemesi de bunlardan biridir. Fakat bu bazı kesimler tarafından farklı lanse edilir. İkinci Mahmut ne yeniçeriliği ortadan kaldırarak gericiliğe karşı savaş açmış “aydın” ne de Osmanlıda kapitalizmin gelişme yollarının açılması için düğmeye basmış bir “devrimcidir.” Ne de İttihatçılardan Kemalizm’e uzanan yol olan “burjuva devrimciliğinin” yoludur.
1826’da Yeniçeriyi ortadan kaldıran İkinci Mahmut bunu yaparken onun amacı burjuva devriminin yolunu açmak değildi. O, sadece devletin yarattığı biyolojik robotların (devşirmelerin) süreç içinde ideallerini yerine getirmek isteyen ve devleti tehdit eder duruma gelen “eşkıya örgütü” haline gelmesine tepki duyuyordu. Onun asıl amacı eskimiş olan devşirme sistemini kaldırmayı hedeflemişti. Yeniçeri içinde biten fetih politikası zaten bu yapının meşruiyetini kaybettiğinin göstergesidir.
Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve yükselme dönemlerinde ekonomik toplumsal ve siyasal sistemin şekillenmesinde fetih ideolojisi etkin bir işlevselliğe sahipti. Bu ideoloji, güçlü ve dinamik bir askeri teşkilatlanmayı gerektiriyordu. Bu nedenle klasik Osmanlı sisteminde fetih ideolojisi ve bu ideolojinin taşıyıcı olan askeri teşkilatlanma, özelliklede kapı kulları, siyasal sistemin şekillenmesinde hayati bir rol oynamıştır.
Osmanlı‟daki genel değişimi başlatacak olan Osmanlı ordusu ile ilgili değişimin ayak sesleri üçüncü Selim ile başlar. Üçüncü Selim, Orduyu yeni bir eğitime dayalı olarak yenileştirmeyi, ulemanın etkinliğinin azaltmayı ve Avrupa’daki bilimsel ve ekonomik gelişmeleri aktarmayı amaçlamıştı. B. Tanör’e göre; Ekonomi açısından Osmanlı 17. ve 18. Yüzyılları gerileme ve çöküntü dönemidir. Esas olarak tarım ve fetih gelirlerine dayalı ekonomik yapıdaki çöküntünün başlıca göstergeleri, toprak rejiminin (dirlik düzeni) bozulması, vergide iltizam usulünün ortaya çıkması, üretimin düşmesiydi.”23 Üçüncü Selim’in tahta geçişi ile yenilikler hız kazanır idealist fakat tecrübesizdir. Rusya yenilgisi ile yenilik düşüncesi onda uyanır ve orduda reform tasarılarını başvurduğu yöntemin özelliği, devrin ileri gelen kişilerden hatta yabancılardan layihalar (raporlar) istemesidir. Bu durumun yönetimde danışma, istişare mantığı oluşturmak istediği anlaşılır.
Osmanlı’daki Değişim Arayışı ve Yeni Paradigmanın Belirginleşmesi
Osmanlıdaki Tanzimat stratejisi esasen gayrimüslim halkın hukuki eşitliğini amaçlamaktaydı fakat; Avrupalı devletlerin baskısı durdurulamadı ve Hıristiyan kesim devlete bağlanamadı. Arayışlar devlet bürokrasisi içinde olan devlet Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması Avrupai değişiklikler ve laik unsurlar taşıyan Tanzimat mevzuatıyla geleneksel ağırlığını büsbütün yitirmiştir. Osmanlı yenileşme çabalarının Tanzimatlı zamanlarıyla belli bir köklülük ve kurumsallık arz eden reformlar, Osmanlının bir kimlik dönüşümü yaşamasına neden olur ve geleneksel siyasal kimliğinin çözülmesinde etkili olmuştur.
Batılılaşmanın en bariz görüldüğü alanlarından biride hukuk alanıdır. Kanunlaştırma politikası işlenmiştir. Bu değişimin yansıması eğitim alanındaki zihniyet ve uygulamada meydana gelen ve eğitimin klasik-dini yapısının sarsılmasında ve eğitimle laikleşmenin yoluna gidilmesi diğer bir göstergesidir. Bütün bu değişimler klasik Osmanlı siyasal kimliğinin erozyon geçirmesine zemin hazırlar. Tanzimat’ın önemli göstergelerinden biri de “Osmanlılık” Osmanlı yurtseverliği politikası ortaya konmasıdır. Yapılanların eşitlikçi bir temelde kendini göstermesidir. Reformların yaptıkları yeniliklerde merkezi siyasi otoritenin tekrar güçlendirilmesi ön planda tutulduğu anlaşılır.
17. ve 18. Yüzyıllarda ortaya çıkan değişme eğilimleri, toplumsal dinamiklere değil merkezi iktidarı daha fazla güçlü kılma yoluna gidilmiştir. Geleneksel yapıların değiştirilerek modern şekilde idarenin yeniden yapılandırılma süreci protestolardan ihtilallere kadar uzanan bir tepkiler zinciri ile karşılaşılmıştır. Kurtarma projesi olarak görülen Batılılaşma yenilgiler nedeniyle ordunun ıslahıyla başlar. Osmanlı iç gelişmeleri kadar dış gelişmeleri de modern bürokratik devlet oluşumuna katkı sağlamıştır. Yine sistemli ve yeterli gelmeyen Osmanlı maliyesi de merkezi bir devlet de kontrolü zor oluyordu. Tanzimat denilen bu reform dönemi devletin sosyal gelişmeleri içinde aniden ortaya çıkan bir hadise değildir. Devleti güçlü kılma için süre gelen reformlar halkasından biridir. Sonuç olarak devletteki gelişim ve değişimi yani bir dönemden diğer döneme geçiş sürecine şiddet ve büyük toplumsal bozulmaların eşlik ettiği görüşünü savunan toplumsal değişim teorisi ışığında da ispat edilebilir.”
Osmanlının “batıcılığı” da esasen yeni tipten bir devşirme sistemidir.
Sonuç
Osmanlıdaki modernleşme halkın sosyal yapısından kaynaklanan bir gelişme olmadığı için halk hareketi değildir. Bu yüzden reformlara karşı toplumsal bir reflekste beklenemez. Bu dönüştürme sancısı elit yöneticiler tarafından benimsenen ve sırtlanan çabadır. Osmanlı “saray kültürü” ve “taşra kültürü” şeklinde sosyolojik bir yapıya sahipti. Osmanlıdaki siyasal sistemin merkez ve çevre gibi iki belirgin ve farklı kültürel bölünme kültürüne sahipti. Batılılaşma hareketleri ilk olarak askeri yenilgilerle ortaya çıkmıştır. Kendine has yönetimsel, ekonomik, askeri bir düzene sahip olan klasik Osmanlı yapısının batıdaki gibi gelişim refleksi gerçekleştirememesine ilişkin kronik art bir kültürel ve dinsel yapıya sahip olması ile ilişkilendirilmiştir. Osmanlıdaki dönüşüm sancısını en iyi yansıtan Tanzimat olmuştur. Çünkü Tanzimat’ı Tanzimat yapan geleneksel Osmanlı devleti ile modern Türkiye Cumhuriyeti arasında kurumsal ve yapısal değişimde köprü görevi görmüştür. Zaten Tanzimat bürokrasisinin batı projelerine sahip çıkması ve batı dillerini bildiği için devlette güç kazanmıştır.
Osmanlıdan süregelen “bürokraktik elitizimi” besleyen özelliklere sahip olan devlet anlayışı olduğundan da toplumsal karşılığı olan bir sınıf olması olağandır. Bu grup öncülüğü ile gerçekleşen Tanzimat’tan bahsediyoruz. Tanzimat ile başlayan reform çağında idari mekanizmanın modernleşmesi konusunda değişimin kaçınılmaz olması ve geleneksel normlara aykırı olarak toplumsal alanda ortaya çıkabilecek farklılaşmalar merkezi otorite tarafından sınırlandırılmaya çalışılmıştır. Son dönemdeki bürokrasi seçkinlerinin hamlesi öncelikli hedefleri “devleti kurtarmak” ve “toplum mühendisliğine” soyunarak toplumu dönüştürmeyi hedeflediler. Bu hamleler geleneksel grupları rahatsız etmiştir. Sonucu olarak devletteki birtakım reformlarla idealleri gerçekleşse de toplumsal beklentileri boşa çıkmasıyla amaçlarına ulaşamamışlardır.