ALİYE ÇINAR
Modernitenin Hakikat görüşünün temellerinin büyük ölçüde Greklerin Varlık ile düşünceyi özdeşleştirmelerine dayandığını söyleyebiliriz. Bir bakıma bu, rasyonel düşünce paradigmasında anlamın ve kavranılırlığın Varlığın tezahürüyle çakıştığını söylemek demektir. Başka bir ifadeyle, Grekler hakikat ile mevcudiyetin anlaşılırlığını eşitlemişlerdir (3). İşte gerek modern devlet kuramının, gerekse de modern teolojinin kökleri diyebileceğimiz bu hakikat görüşü her iki cephede de ciddi sıkıntılara gebedir. Örneğin Carl Schimitt’e (1888-1985) göre, bu varlık modunda kalmak demek, devletin politik olanı öncelediğini söylemek anlamına gelir. Varoluş ve eylem varlığı olan insanı iptal ederek tümel bir insan düşüncesini var kabul edip onu yönetmek demektir. Oysa diri ve canlı bir varoluş dondurulamaz ve politik arenada hâli hazırdaki insan ve eylemleri olacağı için onun önceden belirlenmesinden söz edilemez. Neyin hangi şartlarda nasıl sonuçlanacağı matematiksel bir formül gibi bilinemez. Varoluş buna karşı koyduğu gibi, politik olan da meydan okur. Öte yandan Paul Tillich’in (1886-1965) gözünde ise Varlık ve Tanrı’nın özdeşleştirilmesi demek, din, kültür ve ahlakın da rasyonelleştirilmesi anlamına gelir. Çünkü bunların dayandığı temel rasyonel Varlık olunca, bir bakıma bunların da rasyonelleşmesi anlamına gelir. Her nasıl ifade edilirse edilsin, bunların rasyonelleştirilmesi, mekanik, belirli ve total bir çarkın içine mahkûm edilmesi demektir. Oysa din, kültür ve ahlak söz konusu belirlenime karşı koyacak kadar çok boyutlu ve doğaları itibariyle nasıl tezahür edeceği önceden kestirilemez. Zira bunların çok boyutlu bileşenleri, hesapta olmayan olgularla etkileşime girdiğinde, beklenmedik şekilde tezahür edebilir. Kısacası hayata dair hiçbir şey dondurulamaz ve matematiksel formül şeklinde sunulamaz.
Yukarıda da zımnen ifade edildiği gibi, politik teoloji çabalarını aynı zamanda modernizm krizini fark etme ve onu aşma olarak okumak mümkündür. Öncelikle modern düşünce içinde politik olanın nasıl algılandığına göz atalım. Mesela Carl Schmitt, modernitenin ve asıl olarak da modern düşüncenin politik olanı algılayışını şu şekilde tasvir eder: “Zaman içerisinde politik olanı ‘total’ olarak kabul ettik ve bu yüzden de biliyoruz ki, bir şeyin politik olmadığı hakkında verilen karar, kimin verdiği ve hangi gerekçelere büründüğünden bağımsız olarak, daima politik bir karardır”(4). Schmitt’in burada asıl itirazı, modern devlet algısındaki, egemenin totaliter bir hüviyete bürünmesinedir. Çünkü politik olanın bileşenleri teorik olarak formüle edilse de –ki bu da tartışma götürür–, tabir caizse onun sahnelenmesinin nasıl sonuçlanacağı kestirilemez. Dahası politik olan konusunda düğmeye basan, belirlenmiş bir ilke olmayıp, bir şahıs olmalıdır. Kararı veren şahıs, şartların ve durumun anında değişmesini kavrayabilir ve ona göre tavır alabilir. Oysa, total bir yasa, şartların değişmesini ve istisnai çıkışları belirlenmiş kuralların içine dahil edemez. Dolayısıyla farklılıklar, istisnai durumlar her daim yok sayılır. Programlanan politik düşünce her halükarda aynı işler ve aynı neticeleri verir. Demek ki, totalleşen bir politik görüş, temel bir norma tutunduğu için istisnayı ve olağanüstü durumu hesaba katmaz. Bu esnada doğal olarak somut durum, kamusal ve devlet çıkarında ‘kimin’ veya hangi ‘şahsın’ karar vereceği görmezden gelinir. Modern devlet düşüncesi, ister doğal, isterse de kurgusal kişiler olsun, bundan böyle kişilerin hâkimiyeti altında değil, kuralların ve manevi güçlerin hâkimiyeti altında yaşadığımızı söylemek ister. Bu güçlere insanın itaat etmesinin sebebi de, onun kendini sunuşundan kaynaklanır. Çünkü söz konusu güçler, menşeinin insanın manevi doğası olduğunu dikte eder (5).
Oysa politik düşüncenin köklerinde, bir yandan insanın doğuştan çatışmacı ve gücü ele geçirmeye meyyal doğası ön plana geçerken, öte yandan da onun tinsel bir varlık olmasının politik alandaki tezahürleri gün yüzüne çıkmaktadır. Kısacası, politikanın öznesi insan olduğuna göre evrensel insan nosyonu kabul edilemeyeceği gibi, evrensel düşüncenin kaynağı olan Varlık tasavvuru da elverişli değildir. Somut insandan bahsetmeye başlayınca, zihinlerde adalet ve hakkaniyet kavramları belirmeye başlar. Bu bağlamda iki önemli ana bileşenden söz edebiliriz: Hakkaniyet ve adâlet. Zira hakkaniyet, salt düşünce veya varlığın kökeninden daha kuşatıcıdır. Yine adalet de salt varlığın gücünden daha şümullüdür. Nitekim Aristoteles, adaletin diğer bütün değerleri kapsadığına dikkat çeker. Eğer adalet tesis edildiyse, hak, özgürlük, eşitlik vb. değerler kendiliğinden yerine gelmiş demektir. Bozulmanın kaynama noktası da adaletsizlikten başka bir şey değildir (6). İfade ettiğimiz gibi, adalet kendinde diğer erdemleri ve değerleri de barındırır. Tanrısal adaletin içinde güç ve sevginin bulunmasından dolayı, o hem yargılayan hem de kurtaran yaratıcı bir adalettir. Bu adalet somut duruma kulak verir. Oysa soyut adalet (entelektüel akıl ya da eşitlik) bunu gerçekleştiremez (7). Makyavelizme karşı çıkan tavır da tamı tamına bunu dillendirmek istemiştir. Onlar siyasi tekniğin iktidar idealine, hukuk ve adalet kavramıyla karşı çıkmıştır. Bu tavır, mutlak monarşi veya tahakküme –şiddet– bir başkaldırıdan başka bir şey değildir. Bu direniş erk ile hak arasındaki bir mücadelenin davasıdır. Makyavelist iktidar biçimine karşı, ahlaki ve hukuki bir ethos’la mücadele edilmiştir (8). Diyebiliriz ki, hem hukuk hem adalet tümelliği karşısına alarak somut bir zaman ve durumu talep eder. Böylece modern politik düşüncenin temele Varlığı ve düşünceyi koyması, kendinde özde bir gerilimi ihtiva eder. Kısacası bu iki nirengi husus, hakkaniyet ile düşünce ve adalet ile varlığın veya düşüncenin gücü insanî varoluş ile politik düşüncenin temas noktasıdır.
- Sponsorlarımız -
Kaynaklar: (3) Levinas, E., “Fenomenolojiden Etiğe”, Sonsuza Tanıklık –Metis Seçkileri içinde, Hazırlayanlar: Z. Direk ve E. Gökyaran, Metis Yay., 2003, s.267. (4) Schmitt, Carl, Siyasi İlahiyat, çev. Emre Zeybekoğlu, Dost Kitapevi, Ankara, 2002, s.10. (5) a.g.e. s. 14, 28. (6) Tillich, Paul, “Two Roots of Political Thought” in Paul Tillich –Theologian of the Boundaries– ed. Mark Kline Taylor, First Fortress Press, 1991, s.100. 7 Tillich, Paul, Ahlak ve Ötesi, çev. Aliye Çınar, Elis Yayınları, Ankara, 2006, s.51.