MEHMET VURAL
İslâm düşüncesinde peygamberle ilgili karşımıza çıkan bir diğer husus, peygamber ve filozoftan hangisinin diğerinden üstün olduğu tartışmasıdır. Her ikisinin de hakikat peşinde olduğu, bunun için büyük bir gayret sarf ettiği, insanların erdem sahibi olmaları için çalıştıkları, hemen hemen her düşünür tarafından kabul edilmektedir. Ancak peygamberin ilâhî bir tercihle ve doğrudan hikmete ulaşmasının filozoflara göre farklı bir yol olduğundan peygamberle filozofların birbirlerine üstünlükleri tartışılmıştır. Ayrıca filozofların Faâl Akılla ittisalde bilgiyi kavramsal olarak alırken; peygamberlerin muhayyile melekesi ile bilgiyi misaller ve temsiller şeklinde alması, peygamberlikte vehbîliğin, filozoflarda ise kesbîliğin ön plana çıkması, elde edilen bilgilerin insanlara ulaştırılma şekli gibi konular ön plana çıkarılarak, filozofların peygamberlerden üstün olabileceği yorumları yapılmıştır (Arslan, 1990: 44).
Fârâbî nübüvvet nazariyesinde, akıl ve düşünce gücü sayesinde Faâl Akılla ilişkiye geçen filozofu, bu ilişkiyi muhayyile melekesiyle gerçekleştiren peygamberden daha üstün tutmuş değildir. Zira Faâl Aklın etkisi önce peygamberin müstefad aklına, oradan da son derece gelişmiş olan muhayyile melekesine ulaşmaktadır. Şu halde böylesine mükemmel iki algı gücüne sahip bulunan peygamber, sadece akıl gücüyle yetinen filozoftan üstün olacaktır. Buna göre her nebi filozoftur, ancak her filozof nebi değildir; fakat filozoflar, peygamberlerin varisleri olan âlimlerdir.
Fârâbî Fusûsü’l-hikem isimli eserinde peygamberlerin kendine özgü ilâhî bir meleke sayesinde âleme ve tabiat kanunlarına hükmettiğini, mucize getirdiğini, Levh-i Mahfuz’da bulunan bilgileri elde ettiğini, emir âlemi ile ilişkiye girip vahiy aldığını ve insanlara tebliğde bulunduğunu söylemektedir (Aydınlı, 1988: 43). Fârâbî’nin nübüvvet nazariyesinde peygamber, hem taakkül hem de tahayyül melekesine sahiptir. Bundan dolayı da o, vahiy yoluyla aldığı akledilirleri, muhayyile melekesi ile kavranabilir duruma getirmektedir. Ayrıca Fârâbî eserlerinde filozofun peygamberden üstün olduğu konusuna hiç değinmemiştir. Bu konudaki görüşler, genelde onun eserlerinden çıkarılan yorumlardan ibarettir.
- Sponsorlarımız -
Onuncu yüzyılda Basra’da ortaya çıkmış bir felsefî topluluk olan İhvân-ı Safâ’ya göre de felsefe, nübüvvetten sonra insanlığın oluşturduğu en kıymetli birikimdir. Filozoflar ve âlimler peygamberlerin varisleridir. Hikmet ile şeriatın maksadı birdir. Filozof olmak insanların peygamberden sonra en üst makamıdır (İhvân-ı Safâ, 1957: 427). Dolayısıyla diğer İslâm filozofları gibi İhvân-ı Safâ topluluğu da peygamberlerin filozoflardan üstünlüğüne dikkat çekmiştir.
Endülüs coğrafyasında yetişmiş bir diğer İslâm filozofu olan İbn Bâcce’ye göre de peygamberler, kendisi ile Faâl Akıl arasında bütün perdelerin kalktığı kimselerdir. Bu noktada filozoftan üstündür. Filozof kimi kere hakikati bulamayabilir; ancak bu durum peygamber için söz konusu değildir (Corbin, 1994: 91).
Peygamberin mi yoksa filozofun mu üstün olduğu şeklindeki tartışmada mesele, vahyin alınış noktasında değil, alınan vahyin insanlara aktarılmasında, tercüme edilmesinde ve peygamberin filozofa göre daha fazla görevinin ve sorumluluğunun olmasından doğmaktadır. Dolayısıyla bu tartışma özsel değil, yönteme ilişkin işlevsel ve arızî bir tartışmadır.