ALEXANDER DUGİN
Bugün “Rus felsefesi nedir, var olmuş mudur, şimdi mevcut mudur ve gelecekte var olacak mıdır?” soruları aciliyet arz etmektedir. Ancak bundan daha derin bir soru vardır: Rus felsefesi bütünüyle mümkün müdür? Bu soru tuhaf ve paradoksal biçimde yankılanabilir, fakat anlamı, içeriği, gerekçesi ve organik yapısı sorunlu kalan olgularla sıklıkla karşılaşırız. Bu tür olgulara yakından bakıldığında, kendilerini sundukları şey olarak değil, birer simülakr (Baudrillard’ın deyimiyle “aslı olmayan kopyalar”), sahte yapı veya bulanık suretler olarak gösterdikleri görülür. Onlar “vardırlar” ama aynı zamanda imkânsızdırlar. Ontolojileri, yanlış anlamalara, taklide ve uyumsuz bir yer değiştirmeye dayanır.
Pitirim Sorokin, toplumsal sistemlerde benzer olguları “çöplük toplumu” olarak tanımlar. Oswald Spengler ise benzeri durumları tanımlamak için “psödomorfizm” figürüne başvurur (jeolojide, kristalleşme sürecinde beklenmedik heterojen faktörlerin –örneğin patlayan bir volkanın lavları gibi– müdahale ettiği bir mineral oluşumu biçimi).
Bu nedenle, Rus felsefesinin imkânı meselesi tamamen meşru bir sorudur. Genellikle bu adla anılan şey, tam da bir simülakr ya da psödomorfizm olabilir. Ya da olmayabilir. Her iki durumda da, Rus felsefesinin imkânını ciddi bir biçimde temellendirmek için belirli bir çaba gereklidir. Bu çaba özellikle gereklidir; zira Rus felsefesine yönelik en iyimser yaklaşım bile onun Rus tarihindeki oldukça geç bir görünüm sergilediğini ve 20. yüzyılda önemli bir kesintiye uğradığını göz ardı edemez. Öyle ki, ya tamamıyla ortaya çıkma fırsatı bulamadan yok olmuş ya da Marksist dogmalar içerisinde ciddi biçimde tahrif edilmiştir.
- Sponsorlarımız -
Eğer Rus felsefesi gerçekten mevcutsa, tarihsel olarak büyük ölçüde tahribata uğramıştır ve yeniden canlandırılmayı gerektirir. Eğer yalnızca taslak hâlindeyse, bu durumda onun varsayım düzeyindeki imkânlarına, yani varlık alanına başvurmak daha da zorunlu hâle gelir. Dahası, bu felsefenin temellendirilmesi ve samobytnaya (özgünlük, yerel özgüllük) Rus kültürü bağlamında felsefe yapma sürecinin karmaşık ve o kadar da açık olmayan biçimde başlatılabileceği başlangıç noktalarına geri dönülmesi yönünde bir ihtiyaç vardır.
Rus ve Batı Felsefesi Arasındaki İlişki
Rus felsefesi (ya da onun simülakrı), Avrupa felsefesine bir tepki olarak ortaya çıkmıştır: onunla başlamış, onunla ilişkilendirilmiş, ilham kaynaklarını orada aramış, onunla tartışmış, onu taklit etmiş, ona karşı çıkmış ve onu geliştirmiştir. Rus felsefesinin hangi yönüne temas edersek edelim, mutlaka bir meydan okumaya cevap, bir tepki, Batı’dan gelen bir tez (bir kuram, sistem, okul, ideoloji) karşısında bir anlamlandırma çabasıyla karşılaşırız.
Rus düşünürleri özgün olmaya çalıştıklarında ya da gerçekten kısmen özgün olduklarında bile, bu özgünlük kendisini Batı felsefesiyle karşıtlık içinde, onunla kıyaslanarak, ona karşı bir duruş olarak dışavurmuştur. Avrupa’yı taklit ettiklerinde de, reddettiklerinde de, kendilerini Batı ile karşılaştırmışlar, tez olarak bir Batı felsefî öğretisini yahut tüm Batı felsefî mirasını almışlar ve kendi düşüncelerini buradan yola çıkarak inşa etmişlerdir. Bu durum, 19. ve 20. yüzyıl Rus felsefesini anlayabilmek için Avrupa felsefî bağlamlarına başvurmayı zorunlu kılar. Rus felsefesinin imkânı, Batı Avrupa felsefesinin gerçekliğiyle ayrılmaz biçimde ilişkilidir. Zira Batı felsefesi, kendi iç mantığına göre gelişen özerk bir süreçtir. Batı felsefesinin gerçekliği, Rus felsefesinin potansiyelidir. Bu bağıntı temel bir zemindir. Ancak farklı biçimlerde yorumlanabilir.
Bir yandan bu, Rus felsefesinin Batı Avrupa felsefesinin bir uzantısı, onun geç ve özgül bir filizi (sürgünü) olduğu anlamına gelebilir. Öte yandan, bu potansiyellik, bir meydan okumaya verilen cevap olarak, yani esas itibarıyla Batı felsefesine karşı savunmacı bir tepki (örneğin Slavofillerde ve kısmen Rus Marksistlerinde olduğu gibi) şeklinde de yorumlanabilir. Üçüncü olarak, bu ilişki Spengler’in “psödomorfizm” kavramı çerçevesinde değerlendirilebilir; yani bir kültürel biçimin başka, ona tamamen yabancı bir kültürel forma yarı zorla, yarı gönüllü şekilde aşılanması sonucu ortaya çıkan heterojen ve inorganik bir durumdur. Ve son olarak, bu ilişki, Batı’nın kendi rasyonel kültürel kodunu Rus toplumuna yerleştirerek onu “ruhsallaştırma” ve böylece fiili yönetimini kolaylaştırma, Batı toplumunun Rus toplumu üzerindeki denetimini sağlama yönündeki bir kültürel genişleme girişimi olarak da görülebilir. Her durumda, Rus felsefesi Batı felsefesiyle ilişkilendirilmiş ve ilişkilendirilmeye devam etmektedir; gelecekte bunun böyle olmayacağını varsaymak için herhangi bir neden bulunmamaktadır.
Batı Avrupa Felsefe Tarihinin Açılım Anı
Batı Avrupa felsefi düşüncesi dinamik bir süreçtir. Bu süreç yeniden inşa edilebilir, daha da önemlisi farklı şekillerde yorumlanabilir; fakat Batı Avrupa düşüncesinin oluşumunda belirli ardışık evrelerden geçtiği, bu evrelerde çeşitli felsefi paradigmaların egemen olduğu inkâr edilmez bir gerçekliktir. (Thomas Kuhn’un bilimsel bilgi bağlamında ortaya koyduğu paradigma değişimleri buna örnek teşkil eder.)
- Sponsorlarımız-
Bu evreler –nasıl tanımlarsak tanımlayalım– belirli sistemlerle bağlantılıdır; bir okulun ya da şahsiyetin çevresinde dalgalar gibi yayılır, birbirleriyle kesişir, çatışır ve böylelikle belirli bir entelektüel desen oluştururlar. Bu desen, Batı Avrupa felsefesinin tarihi olarak tanımlanan şeyin genel yapısını teşkil eder. Ve bu desenin parametreleri üzerine bitmek bilmeyen tartışmalar olsa da, böyle bir tarihin gerçekten var olduğu hususunda hiç kimse şüphe etmez.
Batı Avrupa felsefesi, açık biçimde bir Başlangıca (ön-Sokratik dönem, Antik Çağ) sahiptir ve ardından gelen evreler Platon ve Aristoteles’ten Orta Çağ’a, Modern dönemden günümüzdeki postmodern döneme kadar uzanır. Rus felsefesi, var olma imkânı bakımından, köklü bir tarihsel süreci ve belirgin sınırları olan bir tarihsel yapıyla muhataptır. Felsefî bilginin ağacı sürekli olarak yeni dallar verse de, bu ağacın yapısal formu büyük ölçüde sabittir. Bu yüzden, Rus felsefesi, Batı Avrupa felsefesinin oluşumunda belli bir ân, özel bir okul, tekil bir dal, yönelim veya düşünce hattıyla sınırlı bir ilişki kurarak var olamaz. Var olabilmesi için, felsefe tarihinin tamamıyla ilişki kurmak ve onun herhangi bir ânıyla karşı karşıya geldiğinde, kendisini dinamik ve açık uçlu bir bütünle karşılaştırmak zorundadır.
Bu noktada Batı Avrupa felsefesinin, Rus toplumu için “felsefe tarihi” biçiminde sunulması gerektiği açıktır. Yani Batı felsefi sürecini genelleştiren belirli şematik kuramsal bir yapının ortaya konması gerekir. Bu sadece Rusların bu sürecin münferit anlarını kavramasını kolaylaştırmaz; aynı zamanda parçalar arasında anlam ufkunu sağlayacak bütünsel bir çerçeve sunar.
- Advertisement -
İşte bu bağlamda, Hegel’in –felsefe tarihinin en kapsamlı ve panoramik algoritmalarından birini geliştiren düşünür olarak– Rusya’daki olağanüstü popülaritesi anlaşılır hâle gelir. Hatta büyük ihtimalle, Hegelci yaklaşımın Marx tarafından özümsenmesi, Marksizmin Rusya’da böylesine geniş bir kabul görmesinin zeminini oluşturmuştur.
Marx ve Hegel aracılığıyla, Ruslar Batı Avrupa felsefesinin tamamıyla bir anda tanışmış oldular; bu tanışma, basit bir diyalektik şema üzerinden yapının kendisinin açığa çıktığı bir bütünlük içerisinde gerçekleşti. Aynı sebepten dolayı, Kant ve Kantçılara yönelik düşük ilgi de açıklanabilir; zira Kant, felsefe tarihine dair kompakt bir model önermemişti. Rus zihni için Kant yalnızca felsefenin bir ânı olarak kalmıştır. Oysa Hegel, felsefi sürecin bir ânını temsil etmekle birlikte, bu (özgül, eskatolojik ve teleolojik) ân içerisinde, felsefe tarihini evrensel bir tarih olarak içkinleştirmeyi iddia ediyordu. Bu gözlem, Rus felsefesinin özünü anlamak bakımından son derece önemlidir. Ruslar felsefi sürece girmek istediklerinde (ya da istediklerinde), yalnızca felsefenin kendisine değil, onun tarihine –felsefe tarihine– girmek zorundadırlar; bunun için de sadece belirli bir ânı (özel bir okul, kuram, fikir) değil, öncesindeki evrelerin kavramsal ve felsefi sunumunu da bilmeleri gerekir.
Ancak felsefe tarihsel sürecinin bütününü kavrayarak bu sürece katılım mümkün olur. Mesele, sadece “büyülü tramvaya atlamak” (Gumilev) değildir; hangi hattın izleneceğini, nereden başladığını ve nereye ulaştığını kavramaktır. Dolayısıyla “Rus felsefesine sıçrayış” ancak felsefe tarihi aracılığıyla mümkündür. Batı Avrupa felsefesinin herhangi bir ânı, eğer bu felsefenin tamamının formülünü içeriyorsa, ancak o zaman Rus felsefesinin aşılanabileceği ya da kendi başlangıcını inşa edebileceği bir zemin oluşturabilir. Bu durumda, Rus felsefesinin imkânı, aynı zamanda hem Batı Avrupa felsefesinin bir gelişim ânı hem de tüm felsefe tarihinin algoritmik yapısını özlü ve yoğun biçimde barındıran bir Batı Avrupa felsefesi biçimiyle ilişkilidir. 19. yüzyılda, “Rus felsefesi”ne benzer bir şeyin ortaya çıktığı dönemde, onun varlığının imkânı tam da Hegel’in felsefesinde ve onun alt türü olan Karl Marx’ın felsefesinde bulunuyordu.
Tam da bu nedenle, Hegelcilik (ve onun çeşitlemesi olan Marksist felsefe) “Rus felsefesi”nin ilk ortaya çıkışında referans noktası olan hermenötik temeli ve anlamsal bütünlüğü oluşturmuştur. Eğer bunu kavrarsak, Rus düşüncesinin neden neredeyse bir yüzyıl boyunca Marksizm tarafından büyülendiğini de anlarız. Durum tam tersinden değildir: totaliter bir siyasal sistem Rus düşüncesini Marksizme zorlamamıştır. Aksine, Hegelci felsefe tarihi tipinde bir düşünce biçimi olarak Marksizm, Sovyet dönemindeki totaliter siyasi sistemin doğuşunu önceden belirlemiştir. Politika, felsefenin bir sonucudur; tersi değil.
Heidegger, Rus Felsefesi İçin Bir Şans Olarak
Son paragraftaki gözlem, geçmişe yönelik olarak bize neden Hegel ve neden Marx olduğunu açık biçimde gösterir. Ancak bizi daha geniş ve temel bir soruya götürmez: Rus felsefesi olasılığı nedir? Böyle oldu –ve tam da böyle olmuş olması oldukça önemlidir. Fakat bu durum, kendisini Batı Avrupa felsefesinin belli bir tarihsel ânına bağlamaktadır; yani Rusların Batı’yla temas kurduğu tarihsel kesite. Bu temas, belirli bir dönemin güzergâhını önceden belirlemiş ve önemli eğilimleri açığa çıkarmıştır. Eğilimler hâlâ sürmektedir –çünkü Rus felsefesinin imkânı Batı Avrupa felsefe tarihinin içinde (şimdi ve her daim) mevcuttur– ancak ân değişmiştir.
Bu yüzden, tarihsel ândan tarihsel yasaya (regülerliğe) doğru bakış açımızı genişletmek, ve bu yasayı gerçekten (burada ve şimdi) keşfetmek istiyorsak, yeni bir soruyu gündeme getirmemiz gerekir. Şayet Ruslar neredeyse tüm 20. yüzyıl boyunca Marx’ın sunduğu felsefe tarihini izlemişlerse, o hâlde Batı’da bu süreç zarfında, Hegelci mirası yeniden düşünen veya bambaşka boyutları hesaba katan başka bir felsefe tarihi versiyonu gelişmiş midir? Ancak bu şekilde, Hegelcilik ve Marksizmin artık tükenmiş birer felsefi versiyon olarak (yanlış değil ama “can verici” felsefi güçlerini tüketmiş anlamında) anlaşılması ve aşılmasıyla birlikte, Rus felsefesinin başlangıcı tekrarlanabilir ve onun imkânı artık sadece tarihsel bir âna değil, daha genel bir fenomen olarak temellendirilebilir.
Batı Avrupa felsefesinde 20. yüzyılda Wittgenstein, yapısalcılar, fenomenologlar ve varoluşçular gibi pek çok yeni yönelim ortaya çıkmıştır. Fakat tüm bunlar, eğer Rus felsefesi kendisini yalnızca 19. yüzyıl düşüncesinin dallarından birinin gelişimi olarak değil de, daha kapsamlı bir anlamda temellendirmek istiyorsa, ona çok da fazla bir şey söylemez. Hegelciliğimiz (Marksizm) hakkında artık yeterince şey biliyoruz –ya da gerçekten biliyor muyuz?– peki ya diğer her şeye karşı nasıl konumlanacağız? Bu soruya açık bir cevap veremiyoruz. Marksizmi terk ettikten sonra yönümüzü kaybettik, ipi kopardık ve felsefe yapma ihtiyacımızın kaotik baskısıyla, elimizde sağlam gerekçeler olmaksızın gelişigüzel noktalara sarılmaya başladık.
Felsefe süreci içinde gerçekten yer almadığımız hâlde, kendimizi onun bir ânı olarak ilan etmeye çalıştık. Rus felsefesinin imkânı sorusunu atlatmaya çalıştık; felsefe tarihine ihtiyaç duymadığımızı varsaydık (ki bu, felsefe tarihinin zaten parçası olanlar için gerçekten gerekli olmayabilir). Fakat bu tutumdan hiçbir sonuç çıkmadı. Bugün artık açıktır: felsefe yapmaya çalıştığında çağdaş Rus düşünürü, bir budala gibi görünmektedir. Ve ne kadar çevik bir şekilde filozofları taklit ederse, o kadar da budala görünür. Ruslar için yeni bir felsefe tarihinin tespiti yaşamsal önem taşımaktadır. İşte bu, Rus felsefesinin imkânı için temeldir. Fakat tam da burada problemler başlar. İlk bakışta, 20. yüzyıl felsefesi çok sayıda felsefe tarihi üretmiş gibi görünür. Buyur, seç! Ama daha yakından bakıldığında, her şey toz gibi dağılır: felsefe tarihleri değil, tarih felsefeleri (örneğin Jaspers’ta) ya da yalnızca epistemolojik çözümleme anları (örneğin Foucault’da) mevcuttur.
Bu düşünürlerin söyledikleri, kendi bağlamlarında anlamlı ve zamanına uygundur; ama bizim için değil. Hermenötik çemberin içine girebilmek için bir işarete, bir ipucuna ihtiyacımız var. O olmazsa bu çemberin dışında kalırız. Batı Avrupa düşünürlerinden biri bize şifreyi vermeli, kodu açmalı, anahtarı sunmalıdır. Bu anahtar öylece yüzeyde yatmıyor. Ancak, tüm bu zorluklara rağmen, Rus felsefesinin imkânını temellendirmek istiyorsak, yapmamız gereken tam da budur: 20. yüzyılın ontolojik temsil gücü yüksek, Batı’ya içkin bir düşünürü tarafından inşa edilmiş bir felsefe tarihi aramak.
Benim hipotezim şudur: Batı kültürünün tarihsel-felsefi sürecine uygun bir kavram inşa etmiş olan Martin Heidegger, işte o düşünürdür. Eğer bu hipotez doğrulanırsa, Rus felsefesinin imkânı, retrospektif değil, perspektif (geleceğe dönük) bir ufukta, Heidegger’de temellendirilmeli ve keşfedilmelidir. Eğer Heidegger bizim için, 19. yüzyılda Hegel ve Marx’ın oynadığı rolü üstlenirse, o zaman felsefeye doğru ikinci Rus yöneliminin meşruiyetini kazanmış oluruz.
KAYNAKÇA
- Baudrillard, Jean. Simülakrlar ve Simülasyon (Simulacra and Simulation), 1994. Ann Arbor: University of Michigan Press. [Not: Baudrillard, “gerçeği olmayan kopyalar” (copies without originals) kavramını bu eserinde geliştirmiştir.]
- Sorokin, Pitirim. Toplumsal ve Kültürel Dinamikler (Social and Cultural Dynamics), 1962. New York: Bedminster Press. [Çevirmenin notu: Rusça metinde “çöplük toplumu” ifadesi İngilizce parantez içinde verilmiştir.]
- Spengler, Oswald. Batı’nın Çöküşü (The Decline of the West), 1928. New York: A. A. Knopf. [Spengler, “psödomorfizm” kavramını bu eserinde ortaya koyar.]
- [Çevirmenin notu: “Samobytnost” kavramı için bkz. http://russian_federation.enacademic.com/504/Samobytnost] [Bu terim Rus kültürünün “özgünlüğü” veya “yerli-benliği” anlamına gelir.]
- Kuhn, Thomas. Bilimsel Devrimlerin Yapısı (The Structure of Scientific Revolutions), 1970. Chicago: University of Chicago Press. [Felsefede paradigma değişimi kavramının temel kaynağı.]
- Dugin, Alexander G. Post-Felsefe (Post-philosophy), 2009. Moskova. [Yazarın kendi çalışmasıdır.]
- Jaspers, Karl. Tarihin Kökeni ve Hedefi Üzerine (Vom Ursprung und Ziel der Geschichte), 1949. Münih & Zürih. [Tarih felsefesi üzerine önemli bir çalışmadır.]
- Foucault, Michel. Cinselliğin Tarihi (The History of Sexuality), 1978. New York: Pantheon Books. [Foucault’nun güç, bilgi ve özne üzerine geliştirdiği felsefî analizlerinden biridir.]