RAMAZAN GÜNDOĞAN
Jung’un kuramsal kurgusunun özünde, bireyselleşme süreci ve bir bütünleşme süreci yer almaktadır. Bireyselleşme süreci, her insanda bir teolojik olasılık olarak hazır bulunan ruhun, ruha doğru gelişme, büyüme ve açılma evreleridir. Jung’un ilettiği anlamıyla psikanaliz ve psikoterapi, bu olasılıkların uyarılması, yolun açılması ve akışın kolaylaştırılmasıdır. Bireysel bilinçlenme tüm insanlığın ortak bilincine bir sunu ve katkı olarak görülür. Bireyselleşme sürecinin temel düzeneği bilinç ve bilinçdışının karşılıklı etkileşimidir. Bireyin kendi merkezine doğru büyük yolculuğunu anlatırken Jung’un başvurduğu referanslar arketipsel sembollerdir. Bireyselleşme süreci içerisinde, kişinin öncelikle tanışması ve bütünleşmesi gereken arketipsel öge, “gölge”sidir (Jung, 2005: 13). Jung’un kendi deyimiyle aşağı düzeyde bulunan tarafıdır. Bireyin tercih ettiği bilinçli davranışın toplumla uyuşmayan bir yönü vardır ve bu yaşamda anlatım yolu bulamaz. Dolayısıyla bilinçdışında özerk ve bölüntü kişilik durumunda bulunurlar. Jung gölgenin etkilerinin hem olumlu hem olumsuz olacağını açıklar (Jung, 2006:407).
Gölge arketipinde herhangi bir arketipte bulunan içerikten daha fazla, insanın temel hayvansı yapısı vardır. Evrim tarihinde çok derinlere uzanan kökleri yüzünden belki en güçlüsü, gizilgüç olarak da en tehlikelisi gölgedir. Bireylerde, özellikle de aynı cinsten olanlarla ilişkilerinde iyi, kötü ne varsa, hepsinin kaynağıdır (Hall ve Nordby, 2016:48).
Gölge, bizim kendimizde karşı koyduğumuz her şeyi yapmak isteyen, olamadığımız her şey olan en kötü şekilde tanımlanan bir varlıktır. İlkel, denetimi olmayan ve hayvansal tarafımızın açığa çıkmasıdır. Gölge aynı zamanda kendini kişileştirir ve bireysel bilinçdışıdır. Toplumsal koşullara ve olması gereken kişiliğimize uymayan bütün vahşi istek ve duygularımızı içerir. Utanç duyduğumuz ve kendi hakkımızda bilmek istemediğimiz her şey gölgemizdir (Fordham, 2015:64).
Gürol, gölgenin kişisel bilinç dışı olduğunu, utandığımız yanımız ve kendimizde görmek istemediğimiz tarafımız olduğunu ifade eder. Gölgenin toplumsal yanının şeytanla, büyücü ile simgelendiğinden bahseder. Gölgenin kaçınılmaz bir şey olduğundan ve insanın da yine gölgesi olmadan tam olamayacağını, bu karanlık taraf ile uzlaşı halinde yaşanılması gerektiğini açıklar. Gölgeyi bastırmanın, geri itmenin tehlikeli olduğunu ve biriken enerjinin sonradan bütün kişiliği kaplayıp onu yıkacağını düşünür (1977: 16).
- Sponsorlarımız -
Birey gölgeyle karşılaştığında, genellikle kendisindeki işlevsel ve davranışsal tipin varlığını görür. Ayrışmış işlev ve gelişememiş davranış tipi, karanlık yanımızdır. Yaradılışımızla birlikte var olan ancak bilinçli ilkelerimizde karşıt olarak bastırdığımız ortak eğilimdir. Kişi sadece ana işlevini ayrıştırmış, dışa ve içe yönelik gerçekliği yalnızca ruhun bu yanı ile kavrıyorsa, diğer üç işlev aydınlığa çıkmayacak, ya da gölge olarak kalacaktır. Gölgenin gelişimi Ben’in gelişimine bağlıdır. Ben’in lüzumsuz gördüğü, kullanamadığı nitelikler başka bir tarafa itilir ya da bastırılır. Böylelikle, kişinin bilinçli yaşantısında daha az görünür ya da hiç görünmez. Bu durumda, çocuğun gerçek bir gölgesinin olduğunu söyleyemeyiz. Ancak çocuğun Ben’i denge bulup geliştikçe, gölgesi de oluşmaya başlar. Hayatlarımızda bazı niteliklerimizi sürekli bastırmamız gerektiğinden, gölgeyi tamamıyla bilinç yüzeyine getiremeyiz. Ancak en belirgin niteliklerin bilince getirilmesi ve Ben ile aralarında ilişki kurması önemlidir. Böylelikle de Ben güçlenir (Jung, 2006: 70).
Gölgeye sıradan eğitim yöntemleriyle ulaşamayız çünkü bilinçdışıdır. Gölgemiz, davranışlarımızın tümüyle dürtüsel olduğu bebekliğimizden bu zamana aynı kalmıştır. Yani içgüdüsel insandır. Gölge, kendi zayıflıklarımız ve başarısızlıklarımız mevzu bahis olduğu sürece kişiseldir. Ama diğer taraftan tüm bireylerde var olan ortak bir yön olduğu için kolektif olgu da denilebilir. Bu kolektif yönü şeytan, cadı ve benzerleriyle dile getirebiliriz. Jung güneş olmadan gölge olamayacağını bu sebepten bilincin ışığı olmadan da gölgenin söz konusu olamayacağını açıklar. Aydınlığın ve karanlığın, güneşin ve gölgenin gerekliliği, şeylerin doğasında vardır. Kaçınılmaz bir olgudur ve insan o olmaksızın bütünleşemez. Jung, gölgeyi bastırmaya çalışmak kadar, yadsımanın da yararsız olduğunu görür. Kişi bu karanlık yönüyle birlikte yaşamanın bir yolunu bulmak durumundadır. Zihinsel ve bedensel sağlığı için de bu gereklidir. Onu kabul etmek, kayda değer bir ölçüde ahlaksal çaba ve genellikle de önem atfedilen ideallerden vazgeçilmesini doğurur. Ancak bu, ideallerin fazlaca büyütülmüş ya da bir hayal üzerine kurulmuş olmasından kaynaklanır. Olduğumuzdan daha farklı bir şekilde mesela daha iyi daha alçakgönüllü insanlar olarak yaşamaya çalışmak bizi ikiyüzlülüğe ve sahtekârlığa sürükler. Jung bu durumda gölge egonun kişiliğin tümünü tehdit eden ahlaksal bir sorun olduğundan bahseder. Gölge-ego küçümsenmemesi gereken önemli bir toplumsal sorundur ve herhangi bir kişi ahlaksal devamlılığı fikirlerinde ve standartlarında yeni düzenlemeler olmadan o gölgeyi kavrayamayacaktır. Jung, hoşgörü ve sevgi olmadan hiçbir düzelmenin gerçekleşmeyeceğini de ifade etmektedir (Fordham, 2015: 66-67).
Gölge, temel ve normal içgüdüleri içerir ve sağ kalabilecek güçlü olan gerçekçi görüş ve uygun tepkilerin kaynağıdır. Gölgenin bu nitelikleri bir gereksinim anında birey için çok önemsizdir. Kişi hemen karar alınması ve tepki gösterilmesi gereken durumlarla sık karşılaşır; ani kararları değerlendirip, en uygun tepkiyi gösterebilmesi için zamanı yoktur. Bu gibi durumlarda bilinçli zihin, durumun ani darbesi altında olağan tepkiyi veremez. Bilinçdışı zihne dilediği şekilde davranması iznini vermiş olur. Gölgenin bireyleşmesine bırakılmışsa eğer, gölgenin tehditlere ve tehlikelere karşı tepkileri pek etkin olabilir. Ancak gölge bastırılmışsa, ayrışmasına müsaade olunmamışsa, insanın güdüsel yaradılışının başkaldırması egoyu tahrip edebilir ve kişiyi çaresiz duruma düşürebilir (Hall ve Nordby, 2016: 51). Jung, herkeste bir gölgenin bulunduğunu ve kişinin bilinçli yaşamında bunun ne kadar az somutlaşmışsa bir o kadar koyu ve yoğun olacağını söyler (Jung, 2006: 72). Özetle, gölge arketipinin insanın kişiliğine canlı bir nitelik verdiği söylenebilir. Bu içgüdüler canlılığını, yaradılışını, hayatiyetini ve gücünü etkiler. Gölgenin reddi kişiliği donuklaştırır (Hall ve Nordby, 2016: 51).