EREN ÖZCÜLER
Düşünce tarihinde içgüdü benzeri kavramlar -insanın doğuştan sahip olduğu ve onun davranışlarına bir şekilde yön veren/vermeye çalışan iç kuvvetler- pek çok düşünür tarafından insan doğasını açıklamada kullanılmıştır. Mitolojinin birçok metninde insana ait bu tür yönelimlere değinildiğini görürüz. Hesiodos, insanlığın tunç çağının onun savaşmak-kavga etmek kaygısıyla geçtiğini ve savaşın onu sefalet ve acıya ittiğini söylemektedir. Doğu ve Batı dinleri insanın içgüdüsel -bedensel- haz veren dünyevi şeylerden uzak durmalarını istemektedir. Montaigne, Denemeler’inde insan cinselliğini, Tanrıların verdiği azgın, zorba bir hayvan olan organın insanı kendisine kul etmesi olarak görmektedir. Felsefede Anaksimandros, insanın hayatta kalma, hükmetme dileğini vurgular. Herakleitos, insanlar için bir açgözlülük ve kendini beğenmişlikten bahseder. Empedokles, insanda bir öldürme, öç alma kuvvetlerinin hüküm sürdüğünü söylemektedir. Demokritos, insanın hırs ve hazlarının olduğunu, ama yapısal-doğal birleşiminde “iyi”nin de bulunduğunu ve yavrulamanın, ona bakmanın tüm canlı yaratılışın bir özelliği olduğunu belirtmektedir. Platon, insan’da akıllı yanla birlikte arzulayan ve öfke duyan yanların da olduğunu söylemektedir. Aristoteles, insan ruhunda akılsız olan, arzulayan bir bitkisel yan olduğunu belirtmiş, haz ve acılarla ilgili karakter erdemlerinde ölçülü olmayı -orta olmayı- salık vermektedir. Epikuros, haz ve acı duygularının doğrunun pratik yansımaları olduğunu belirtmiştir. Kant, içgüdüleri insanın doğal varlık yanına ait sayar. Dolayısıyla düşünce tarihinde hemen hemen tüm filozoflar dizgelerinde insanda isteklerle kendini gösteren içgüdüsel yönelimlerin olduğuna yer vermişlerdir. Birçok filozof insanın bu yönünü hayvanlarla ortak yanı olarak kabul etmiş ve karşısına insanın akıl varlığı tarafını koymuştur. Etik ve siyaset görüşleri bu ayrımla belirlenmiş, insanın neliğine ulaşmaya çalışan görüşlerin büyük kısmı bu ayrıma odaklanmışlardır.
Freud’da ise içgüdü, beden ve zihin arasındaki sınır üzerine yerleştirilebilecek bir kavram olarak tanımlanmaktadır. Freud insanda birçok içgüdü olduğunu belirtirken kendi kuramı açısından, baskın olan -temel olan- iki farklı içgüdü grubu tanımlamaktadır. Bunlar cinsel içgüdüler ve saldırganlık (yıkıcı) içgüdüleridir (Freud, 1997c, s. 132). İçgüdüleri Freud, kendini koruma dürtüsünü de içererek yaşamın devamını sağlayan “yaşam içgüdüsü”yle yıkım ve yok etmeye neden olan “ölüm içgüdüleri” olarak sınıflandırmaktadır. İçgüdüler, ona göre fizyolojik ihtiyaçları içeren içsel uyaranların psikolojik görünümlü temsilcileridir. Amacı tatmin olan içgüdüler insanda fiziko-kimyasal bir süreçtir. İçgüdüler insanı dış dünyada tatmin sağlayacak herhangi bir nesne arayışına iterler. İçgüdü Freud’a göre tekil bir uyarım değil, sürekli akan bir uyarım kaynağının ruhsal temsilcisidir (Freud, 1997a, s. 79). İnsanların içgüdüsel yaşamın istekleri ve bu isteklere direnme mekanizmaları neredeyse onların yaşam öyküleri olur. İnsanın akıl sağlığının bozulmasına neden olabilecek bir savaştır bu. Buradaki isteklere direnme mekanizmalarının insan için üst bir yapıya işaret etmediğini vurgulamak gerekmektedir. Bu mekanizmalar dış koşullara bir uyumu işaret etmektedir. Bu uyum ise hayatta kalma ve içgüdüleri gerçekleştirme amacıyla tanımlanabilir.
Her canlı bu iki içgüdü grubunu barındırır ve insanda bilinçdışı içeriği, enerjisini anında doyum isteyen bu içgüdülerden alır. İnsanda içgüdüler onun ruhsal aygıtında İd içerisindedir. Freud’da içgüdü, insanın doğal bir varlık olarak yönelimlerini yaratan etken olmaktadır. Freud’a göre yaşamın ortaya çıkışı, yaşamayı sürdürmenin ve aynı zamanda ölüme ulaşmaya çalışmanın nedeni oluyordu; yaşamın kendisi de bu iki çabanın mücadele ve uzlaşması olmaktadır (Freud, 2009, s. 100).
- Sponsorlarımız -
Cinsel içgüdüler -yaşam içgüdüleri, eros- erojen bölgeler kabul edilen beden bölgelerinden kaynaklanır. Bireysel organizma, kendini koruma ve türün devamı emirleri altında çalışır. Yaşam içgüdülerini çalıştıran enerji libidodur. Freud eserlerinde taşıdıkları enerjiye libido denilen cinsel içgüdüler tabiri ile organ doyumları ve diğer içgüdüleri de kapsayabilmektedir. Ona göre haz arayan dürtülerin hepsi cinsel işlevdeki örgütlenmeye katılmaz (Freud, 1997c, s. 127). Mesela cinsel süreç, beslenme süreçlerinden bir bedensel kimya farkıyla ayrılır. Fakat cinsel içgüdü bir yaşam içgüdüsü olarak ve beslenme vb. İçgüdüleri de kapsamaktadır. İçgüdüler teorisi insan davranışını yönlendiren ilkelerin ne olduğu sorusuna Freud’un temel cevabını oluşturmaktadır. Geçtan’a göre yetişkin insanın seçimleri, alışkanlıkları, tutumları büyük oranda içgüdüsel doyum objelerinden saptırılmış enerjinin anlatımlarıdır (Geçtan, 1996a, s. 29).
İnsandaki saldırganlık içgüdüsü ise sadizm ve mazoşizm olgularında görülebilmektir. Mazoşizm amacı öz yıkım olan bir eylemdir. Yaşam inorganik maddeden yaratılmışsa, yaşamı ortadan kaldırmaya yönelik bir içgüdünün de oluşmuş olabileceğini söyleyen Freud, öz yıkıcılık dürtüsünü ölüm içgüdüsüne bağlar. Saldırganlık içgüdüsü ölüm içgüdüsünün önemli bir türevidir. Yıkıcı içgüdüler, elde etme amacıyla erosun amaçları doğrultusunda da çalışır. Freud bazı canlıların üreme esnasında ölmesini, eros güdülerinin boşalmasıyla ölüm güdüsünün serbest kalışına bağlar. Toplumsal yaşamı zorlaştıran da insandaki saldırganlık içgüdüleridir. Saldırganlık içgüdüleri her zaman erotik içgüdülerle birleşir. Erotik içgüdüler uygarlığın yoğunluğu ve yöneliminden dolayı çok şey kaybetmiştir. İnsan için toplumsal yaşam içgüdüsel amaçları ya da görünümlerini değiştirmektedir (Freud, 1997c, s. 211). İnsanların oluşturduğu yaşam ortamı -uygarlık- ile içgüdülerimizin ilişkisini bu bağlamda değerlendirmek gerekmektedir. Bir çeşit sınırlanma zorunluluğu diyebileceğimiz bu olguda, içgüdüsel kısıtlamaların oluşturduğu ağır yükle, her ne kadar kültürel başarılarımız olsa da insan kendini rahat hissetmez.
İçgüdülerde yapıları gereği bir tekrarlama zorlanımı bulunmaktadır. Freud “Haz İlkesinin Ötesinde” adlı eserinde ruhsal yaşamda, haz ilkesinde baskın olan bir “yineleme zorlantısı” olduğunu açıklar. Ona göre bu zorlantı baskın çıktığı haz ilkesinden daha eski, daha kökten ve dürtüsel görünmektedir. Yineleme zorlanımı çocukların hareketlerinde daha kolay görülebilmektedir. Sevilmeyen şeye karşı tepkinin yinelenerek o şeye egemenlik kurulmaya çalışılması ya da sevilen, haz duyulan şeyin bıkıp usanmadan tekrarına çalışılması bunun bazı göstergelerdir. Başka bir deyişle,yineleme eski hedefe ulaşmayı amaçlamaktır. Balık ve kuşların üreme göçleri gibi hayvanlarda içgüdülerin tutucu yapısı bu tekrarlanma zorlanımının kontrolünde gelişir (Freud, 1997c, s. 135). Bahsi geçen yinelenme kavramı bazı filozoflarca da dikkat çekilmiş bir olgudur. İlgili bölümde açıklandığı üzere Platon bedensel hazların tatminlerinin son bulmayışıyla, yinelenmeleriyle insanı köleleştirdiğini söylemiştir. Düşünce tarihinde insanların istemelerle öne çıkarılmış tekil davranışlarının, insanın doğası olarak kabul edilmesinde tekrarlama zorlanımı kavramının da rol oynadığı görülebilmektedir. İstemeler üzerinde hâkim olabilecek bir akıl anlayışının da aynı inada sahip olması gerekecektir. İsteme akıl ilişkisinde ya da Freud’un görüşlerine paralel olan İd, Ego, Süper ego görüşünde içgüdüler İd’i oluşturmaktadır. Freud İd’deki bu dürtüleri ölümsüz olarak nitelemiştir. İki büyük içgüdü grubundan biri olan saldırganlığın kaynağında ölüme yönelme tanımlanmıştır ve bu bir isteme niteliğiyle ayrı bir ruh bölümü olarak ele alınmamıştır.