On dokuzuncu yüzyılın sonlarında kuramı ortaya atılan ve öncülüğünü Alman psikiyatrist Sigmund Freud’un yaptığı “psikanaliz”in çıkış sürecini başlatan, kaynakları bulunamayan birtakım psikolojik hastalıkların incelenmesi sırasında “bilinçaltı”nın keşfedilmesidir. Bilinçaltı, hem biyolojik ve kalıtsal olan ilkel cinslik ve saldırganlık içtepilerinden, hem de bir zamanlar bilinçli olduğu halde çok acı ve ıstırap verici, ya da utandırıcı olması bakımından baskı altına alınmış düşünceler, anılar, istekler ve dürtülerden oluşur. Bu tür yaşantılar kişiyi rahatsız ettiği için doğrudan doğruya bilinç alanına çıkamaz. Ancak bunlar, bilinçaltında da pasif kalmaz; sürekli bir ifade ihtiyacı altında bazen biçim değiştirerek sansürü aşar, rüya ve hayaller halinde bilinç alanında belirir. Freud’a göre davranışların büyük bir kısmı bilinç altındaki güçlerin etkisi altındadır. Böylece bilinçaltı yaşamının, günlükdavranışlar üzerindeki etkilerine dikkat çekilmiş, psikolojik olayları iç dinamik güçler açısından inceleyen derinlik psikolojisi kurulmuştur. (Baymur, 293)
Freud’un öncülüğünü yaptığı bu kuram insanın doğum evresinden itibaren davranışlarını anlamlandırmaya ve bunların bilinçaltı ipuçlarını bulmaya yöneliktir. Bu anlamda psikanalistlerin daha çok determinist bir bakış açısıyla çalıştıklarını ve her olayı bir neden-sonuç ilişkisine dayandırarak incelediklerini söyleyebiliriz. Freud, insan davranışlarını açıklarken rüyadan dil sürçmelerine kadar pek çok eylemi incelemiş, bunları kompleksler, içgüdüler ve mitikkalıntılar bağlamında kuramsallaştırmıştır. Neden-sonuç ilişkileri üzerine kurulu determinist bir tekniği de BronislawMalinowski, Malanezya toplumunu incelerken kullanmış ve bu araştırmasını “İlkel toplumlarda Cinsellik ve Batı” isimli kitabında yayımlamıştır. Özgün adı “Sex and Repression in Savage Society” olan çalışma Türkçe ilk basımını 1989’da yapmıştır. Çalışma dört ana bölüme ayrılmıştır; anaerkil toplumlarla çağdaş toplumlar arasındaki farkların ve bunların aile içi ilişkilere nasıl yansıdığının incelendiği “Bir Kompleksin Oluşumu”, düşlerin ve mitlerin toplumsal davranışlara nasıl etki ettiğinin incelendiği “Geleneğin Aynası”, bilinçdışı psikoloji ve bunun toplumsal göstergelerle ilişkisinin incelendiği “Psikanaliz ve Antropoloji” ve ilkel toplumlar ile çağdaş toplum arasındaki benzerlik ve farkların ele alındığı “İçgüdü ve Kültür” bölümlerinden oluşmaktadır. Malinowski’nin bu çalışması hem karşı-Freudien hem de psikanalitik önermeler içermektedir. Ancak bu çalışmadaki en önemli iddia “Giriş” bölümünde John Dewey’in de belirttiği gibi; “Toplumun psikolojik öğeleri üzerinde bir tartışmayı başlatmadan önce, ilk etkinlikleri belli ve anlam yüklü eğilimlere dönüştüren toplumsal koşulları bilmeyegereksinimimiz var” iddiasıdır. Bu fikirden yola çıkarak çalışmanın birinci bölümü olan “Bir Kompleksin Oluşumu”nda “Çekirdeksel kompleks, aile kompleksi, insanlığı oluşturan tüm soylarda ve tüm halklarda aynı olamaz; Aile kurumuna göre değişmesi gerek (Malinowski, 15) savı ortaya atılmakta ve tüm bölüm boyunca inceleme yapılmış olan ilkel halklardan toplanan örneklerle bu iddia ispatlanmaya çalışılmaktadır.
Bu bölümde dolayısıyla Freudien yaklaşım yeterince antropolojik olmadığı için suçlanmakta hatta “Oidipus Kompleksi” fikrinin yeterince sorgulanmadan kabul edilmiş olmasının antropoloji bilimine zarar vermiş olduğu savı üzerinde yoğunlaşılmaktadır. Malinowski, bu iddiasını güçlendirmek için anaerkil toplum düzeninde, babanın tüm sorumluluklarını dayıya devretmiş olması durumunu kullanmaktadır.
Karşılaştırmalı örnekler ve Batı toplumlarındaki düzene ithaf edilmiş olan Oidipuskompleksinin izlerinin ilkellerde bulunamayacağını ve bu kompleks oluşumunun yeterince evrensel olmadığı eleştirisi de bölüm boyunca yapılmaktadır. Dolayısıyla ilk bölüm tamamen Freudien yaklaşımın neden evrensel olmadığını ispatlama üzerinde kurulu karşılıklı bir sorgulamadır. Ancak burada Malinowski’nin yanılgısı psikanalizi tek açılı bir bakışla değerlendirmiş olmasıdır.
- Sponsorlarımız -
Çünkü, Freudien bir okumada öncelikli olarak ilgilenilmesi gereken bireyin bilinçdışı yaşamı ve bu oluşumuna etki eden toplumsal etkenlerin araştırılması biçiminde olmalıdır. Bu bağlamda Malinowski çalışmasını Freud ve onun teorisiyle hiç ilişkilendirmeden de sunabilirdi. Böylelikle-en azından-bu çalışma sadece antropolojik bir çalışma olabilirdi ve ispatlanmadan bırakılmış çürütme iddialarıyla doldurulmuş olmazdı. Çünkü psikanalist kuramın öncelikli iddiası hiçbir zaman teorinin ilkelleri de kapsayacak bir evrenselliği sahip olduğu değildir. İkinci kısım olan “Geleneğin Aynası” bölümü ise ilkellerdeki toplumsal kompleksler, mitler, efsaneler, tabular ve rüya incelemeleri üzerine kuruludur:
Rüya, mit, efsane ve tabuların ilkel toplumlardaki eyleme dönüşümünü incelerken yine kaynaklığını Freud’un yaptığı fikirlerden yola çıkılmaktadır. Malinowski, bu bölümde de çeşitli gözlem sonuçlarım aktarmaktansa; tespit ettiği davranışların neden Freudien bağlamda izlenmemesi gerektiğini anlatmıştır. Malinowski’nin araştırmayı gerçekleştirdiği toplumlarda, genel anlamda cinsel yasaklar olmaması ve baskı kavramının gelişmemiş olduğu sonucundan yola çıkılarak; bu toplumlardaki rüya temalarının (dolayısıyla mit, efsane ve bilinçdışı kodlamalarının) psikanalizin tezleriyle uyuşmadığı örneklerle açıklanmaktadır. “Psikanaliz ve Antropoloji” adlı üçüncü bölümde toplumsal davranışların, tüm kültürlerin kaynağı Oidipus Kompleksi bağlamında açıklanmasının tek taraflı olacağı fikrinden yola çıkılmış ancak ayrıntılı bir düşünce geliştirilmediğinden konu “her şeyden önce bizi burada ilgilendiren kuramın toplumsal yanıdır” (Malinowski, 110) denilerek kapatılmıştır. Sonuç olarak; Freud ve psikanalizin tezleri bağlamında gerçekleştirilecek bir incelemenin toplumsal araştırmalar için yeterli olmayacağı savıyla okuyucu haşhaşa bırakılmıştır. Bu iddiayı desteklemek için yine anaerkil düzeni benimsemiş ilkel toplumlardan örnekler verilmiştir ancak bu bölümde de, Freud’un kendi teorisinin evrensel olduğunu iddia ettiği bir alıntıya yer verilmemiştir. Dolayısıyla Freud ve onun öncülüğünü yaptığı kuramı bilmeyen okuyucuda, bu çalışma, psikanalitik teorinin eksik ve kapsam bakımından yetersiz olduğu fikrinin doğmasına neden olabilecektir.
Dördüncü ve son bölüm olan “İçgüdü ve Kültür’’ ise ilkel toplumlar ve Batı Toplumları arasındaki karşılaştırmalı bilgilerden oluşmaktadır. Ancak, kitabın ana teması haline gelmiş olan psikanalitik teoriyi eleştirme hatta çürütme çabası, bölüm sonunda yine kendini göstermektedir. Bilimin yolu hiç bir zaman basit ve düz değil. Yeni topraklar ele geçirildiğinde, çoğu zaman hiç meyve vermeyecek bir yere ekim yapılıyor. Bir bilgin (ya da bir okul), yeni ve işlenmemiş bir alana nasıl giriyorsa, savunulmayacak bir yeri de öyle terk etmelidir. Bilimsel araştırmada, birkaç altın filizinin ancak çok miktarda kayalann ve kumların temizlenip atılmasından sonra elde edilebileceğini her zaman anımsamak gerekir. (Malinowski, 198) Malinowski, kitap boyunca görüşlerini destekleyecek ve Freud’un kendi sözleri olan alıntılara yer vermemiştir. Malinowski, kendi gözlem ve incelemelerini anlatmış ve bunların Freudien yaklaşımla uyuşmadığını belirtmiştir. Ancak hangi psikanalitik kuramın hangi kısmını işaret ettiğini belirtmemiştir.
Psikanalizin görmezden geldiği, ilkel toplumlara ilişkin bir takım eylem ve davranış biçimlerinin belirtilmesi haricinde bir etkileşim görülememektedir. Sonuç olarak İlkel Toplumlarda Cinsellik ve Baskı çeşitli gözlemler üzerinde kurulu bir derleme çalışmasıdır. Ancak psikanalitik teoriye bir katkısı veya teoriyi çürütebilecek güçlülükte bir savı yoktur.