İran, Ortadoğu’da Anti Emperyalist tutumu ve bölgesel kazanımları için yoğun bir çaba içerisindedir. İran’ın nükleer programı ve bölgedeki İslami Hareketlere verdiği destek, özellikle İsrail ve Suudi Arabistan gibi ülkeler için büyük bir tehdit oluşturmaktadır. İran’ın Suriye’deki varlığı, Yemen’deki Husilere olan desteği ve Lübnan Hizbullahı ile olan yakın ilişkisi, bölgedeki ABD ve İsrail sömürgesini korkutmaktadır.
İran’ın nükleer silah geliştirme konusundaki kararlılığı, ABD ve İsrail başta olmak üzere birçok Batılı ülke tarafından bir tehdit olarak algılanmaktadır. Bu durum, İran’a karşı ekonomik yaptırımların ve askeri müdahale tehditlerinin gündemde kalmasına neden olmaktadır. İran’ın, bölgesel politikalarını kararlı bir şekilde sürdürmesi, ABD ve İsrail’i Tanrıyı kıyamete zormalaya sürüklemektedir.
Şüphesiz ki; İsrail’in stratejik hedefleri arasında, İran’ın bölgedeki nüfuzunu kırmak ve İran destekli grupların oluşturduğu direniş hattını bertaraf etmek vardır. Bu bağlamda, sadece Hamas değil, aynı zamanda Lübnan Hizbullahı ve diğer İran destekli direniş gruplarıda İsrail’in hedef tahtasında bulunmaktadır.
İran, Orta Doğu’da ve küresel arenada önemli bir güç merkezi olarak dikkat çekmektedir. Bu güç, sadece askeri kapasitesiyle sınırlı olmayıp, diplomatik, ekonomik ve ideolojik alanlarda da kendini göstermektedir. İran’ın bu çok yönlü gücünü anlamak, bölgedeki ve dünya genelindeki dinamikleri daha iyi kavrayabilmek için kritik öneme sahiptir.
- Sponsorlarımız -
İran’ın askeri gücü, bölgedeki en önemli faktörlerden biridir. Devrim Muhafızları Ordusu ve geleneksel ordu yapıları, ülkenin savunma ve saldırı kapasitesinin bel kemiğini oluşturur. Özellikle DMO hem konvansiyonel hem de asimetrik savaş yetenekleriyle tanınır. İran’ın balistik füze programı, bölgedeki en gelişmiş programlardan biri olup, çeşitli menzillere sahip füzelerle donatılmıştır. Bu füzeler, İran’ın düşmanlarına karşı caydırıcı bir güç olarak hizmet etmektedir.
İran’ın askeri stratejisi, savunma ve saldırı yeteneklerinin bir kombinasyonunu içerir. Ülkenin sahip olduğu çeşitli füze sistemleri, insansız hava araçları (İHA) ve elektronik harp kabiliyetleri, bölgedeki herhangi bir askeri çatışmada önemli bir avantaj sağlamaktadır. Ayrıca, İran’ın yer altı üsleri ve dağlık bölgelerde konuşlandırılmış askeri tesisleri, ülkenin savunma kapasitesini artırmaktadır.
İran, bölgedeki nüfuzunu artırmak için vekil güçler stratejisini etkin bir şekilde kullanmaktadır. Hizbullah, Hamas, Husiler ve Irak’taki direniş grupları gibi yıllardır anti-emperyalist tutumlarıyla, İslam Devrimi’nin bölgedeki çıkarlarını korumak ve yaymak için kullandığı başlıca güçlerdir. Bu gruplar, İran’ın askeri ve ideolojik desteğiyle, kendi ülkelerinde ve bölgede önemli bir güç unsuru haline gelmiştir.
Hizbullah, Lübnan’da hem askeri hem de siyasi bir güç olarak faaliyet göstermekte ve İran’ın İsrail’e karşı stratejik bir müttefiki olarak görev yapmaktadır. Hamas ise Gazze’de İsrail’e karşı direnişi sürdürmekte ve İran’dan lojistik ve mali destek almaktadır. Husiler, Yemen’de Suudi Arabistan’a karşı mücadele etmekte ve İran’ın Anti-Emperyalist tutumlarını büyütmektedir. Irak’taki Şii milisler, İran’ın Irak üzerindeki nüfuzunu sağlamlaştırmakta ve ABD ile mücadelede önemli bir rol oynamaktadır.
İran’ın ekonomik gücü, yıllardır uygulanan uluslararası yaptırımlara rağmen dikkate değerdir. Ülke, yaptırımların etkilerini azaltmak için çeşitli stratejiler geliştirmiştir. Yerel üretimi teşvik etme, alternatif ticaret yolları bulma ve bölgesel ekonomik işbirliklerini artırma çabaları, İran’ın ekonomik dayanıklılığını artırmıştır. Enerji sektörü, İran ekonomisinin en önemli bileşenlerinden biridir. Dünyanın en büyük petrol ve doğalgaz rezervlerinden birine sahip olan İran, enerji ihracatı yoluyla önemli gelirler elde etmektedir. Yaptırımlar nedeniyle bu alanda zorluklar yaşasa da, İran’ın petrol ve doğalgaz kaynakları uzun vadede büyük bir stratejik avantaj sağlamaktadır.
- Sponsorlarımız-
İran, diplomasi ve ideoloji alanında da güçlü bir aktördür. İslam Devrimi’nin ardından benimsediği Devrimci İslam ideolojisi, bölgedeki birçok Şii ve Sünni topluluklar üzerinde derin bir etki yaratmıştır. Bu ideolojik bağ, İran’ın bölgedeki etkisini artırmasına ve müttefikler kazanmasına yardımcı olmuştur. Diplomasi alanında ise İran, bölgedeki ve küresel arenadaki önemli oyuncularla karmaşık ve çok yönlü ilişkiler geliştirmiştir. Rusya ve Çin ile stratejik ortaklıklar kurarak, Batı’nın uyguladığı baskılara karşı denge sağlamaya çalışmaktadır. Ayrıca, Körfez ülkeleri ve diğer bölgesel aktörlerle de zaman zaman işbirliği arayışlarına girmektedir.
Lübnan Hizbullahı ve İsrail’e Karşı En Muhkem Kale
Yakın bir zamanda Hasan Nasrallah’ın bu beyanları Lübnan Hizbullahı’nın İran İslam Devrimi ile ilişkisinin ne denli güçlü olduğunu göstermektedir:
Direniş ekseni konusundaki pozisyonumuzu bir kez daha yineliyoruz. Tarafsız değiliz ve hak-batıl, Yezid-Hüseyin mücadelesinde tarafsız olmayacağız. Sözde savaşın direniş eksenin sonu olduğunu söyleyenlere içtenlikle ve kararlılıkla diyorum ki; bu savaş İsrail’in sonunu getirecektir. Bu eksen, Amerikan varlığının ve hegemonyasının sonu olacaktır. Lübnan’da yaşayan bizler önderimizin, imamımızın İmam Seyyid Ali Hüseyin el-Hamaney olduğunu söylüyoruz. İran İslam Cumhuriyeti de eksenin kalbi, ana merkezi ve en güçlü destekçisidir.
- Advertisement -
Hizbullah’ın askeri gücü, onu bölgedeki diğer silahlı gruplardan ayıran temel unsurlardan biridir. Hizbullah, İsrail’e karşı yürüttüğü savaşlarda kazandığı tecrübelerle askeri kapasitesini sürekli olarak geliştirmiştir. Hizbullah, gerilla taktikleri ve düzenli ordu stratejilerini birleştirerek hibrit bir savaş yeteneği geliştirmiştir.
Hizbullah’ın en önemli askeri özelliklerinden biri, sahip olduğu füze ve roket envanteridir. İsrail’e karşı 2006 yılında yaşanan İkinci Lübnan Savaşı sırasında, Hizbullah’ın binlerce roket fırlatabilme kapasitesine sahip olduğu ve İsrail’in yenilgiye müsait bir devlet olduğu görülmüştür. Bu roketler, İsrail’in kuzey bölgelerinde büyük bir yıkıma sebep oluşturmuş ve Hizbullah’ın caydırıcılık kapasitesini göstermiştir. Hamas ve İsrail savaşından sonra görülmüştür ki; Hizbullah daha gelişmiş ve uzun menzilli füze sistemlerine sahiptir.
Hizbullah’ın askeri eğitimi ve disiplinli yapısı da dikkat çekicidir. Hizbullah savaşçıları, İran Devrim Muhafızları tarafından eğitim almakta ve bu sayede modern savaş teknikleri ve teknolojilerine hakim olmaktadır. Ayrıca, Suriye İç Savaşı’na aktif olarak katılan Hizbullah, savaş tecrübesini artırmış ve askeri yeteneklerini daha da geliştirmiştir. Hizbullah’ın askeri kapasitesi, İsrail için ciddi bir tehdit oluşturmakta ve Lübnan’ın iç siyasetinde büyük bir rol oynamaktadır. Hizbullah’ın Suriye iç savaşındaki rolü, İran’ın bölgedeki etkisini artırma çabalarının bir yansımasıdır.
Hamas ve Hizbullah
Hizbullah’ın Filistin direniş hareketlerine sağladığı yardım ve destek, kapsamlı bir askeri ve stratejik işbirliğine dayanmaktadır. Hizbullah, Filistin direnişine silah, eğitim ve istihbarat desteği vererek onların İsrail’e karşı mücadelesini güçlendirmektedir. Bu yardımlar, Lübnan, Suriye ve İran’da gerçekleştirilen askeri eğitimler ve çeşitli silah sistemlerinin temin edilmesi yoluyla sağlanmaktadır. Hizbullah’ın Filistin direnişiyle olan ittifakı, sadece askeri yardım ile sınırlı kalmayıp aynı zamanda ideolojik ve stratejik bir dayanışmayı da kapsamaktadır. Hizbullah, Filistin direnişini desteklemenin, hem dini hem de milli bir görev olduğunu savunmakta ve bu çerçevede hareket etmektedir. Bu destek, Filistin direnişinin sahadaki varlığını ve etkinliğini sürdürmesi için kritik bir rol oynamaktadır.
Alexander Dugin’in yakın bir zamanda Filistin için Eskatolojik yorumu aslında çok derin bir felsefi analiz sunmaktadır:
“İsrail’in Filistin’le savaşının tırmanması şüphesiz İslam dünyasını daha da konsolide edecektir. Batı’daki muhafazakârlar Hamas’ın ideolojisini bahane ederek yine ‘Müslümanlara karşı Yahudi-Hıristiyan medeniyetini’ savunmaktan bahsediyorlar. Ancak, geleneksel teoloji ve değerleri (ve yönelimleri) çoktan terk etmiş, koyu bir ateizm, materyalizm ve her türlü sapkınlığın yasallaştırıldığı bir toplum ne Hıristiyan ne de Yahudi sayılabilir. Eğer Batı şu anda olduğu gibi İsrail’i destekliyorsa, ciddi bir suç işliyor demektir. Sonuçta, Şeytan’ın medeniyeti sizin tarafınızdaysa, o zaman yanlış bir şey yapmışsınızdır.
Yahudi-Hıristiyan dünyası diye bir şey yok, bu mantıklı değil. Aksine İslam dünyası mevcuttur ve bu dünyada Gelenek (Tradisyon) hâlâ güçlüdür. Açıkça ortada ki Müslümanlar Yahudi-Hıristiyanlara değil, şeytani kültüre, Deccal’e karşı çıkıyorlar. Biden’ın Ukrayna’ya destek temasını İsrail’e destekle birleştirme fikri sadece şunun altını çiziyor: Batı her zaman kendi hegemonyasına boyun eğen ve ona hizmet edenlerin yanındadır. Müslümanlar Ukrayna’nın düşmanı ve Rusya’nın müttefiki değillerdi (eskatolojik olarak uyanık olan İran ve Suriye hariç), ama şimdi olacaklar. Rusya çok kutuplu dünyada bir kutuptur. İslam da çok kutuplu dünyanın kutuplarından biridir. Her iki kutup da Batı’nın tek kutupluluğu ve küresel hâkimiyetini ne pahasına olursa olsun, hatta bir dünya savaşına rağmen bile olsa kurtarmaya yönelik umutsuz girişimlerine karşı çıkmaktadır. Filistinlilerin İsrail ile olan çatışması medeniyetler çatışmasının ön cephesi değildi ama artık öyledir. Tıpkı bunun gibi Kiev’deki Naziler Batı tarafından desteklenene dek Rusya ile Ukrayna arasındaki gerilim de bölgesel nitelikte idi ama bugün Ukrayna’daki savaş çok kutupluluk ile tek kutupluluk arasındaki küresel çatışmanın ön cephesi haline gelmiştir.
Bu çatışmanın kapsamı giderek büyümektedir. Durum giderek daha kötü bir hâl alıyor. Gezegendeki milyarlarca insan, Kolektif Batı ve müttefiklerinin mutlak kötülük ve Deccal uygarlığı olduğuna ikna olmuş durumdadır. Demokratlar, küreselciler ve neo-conlar insanlığı doğrudan uçuruma sürüklüyorlar. Açıkçası şeytanlardan da sadece bu beklenir.”
Olası Bir 3. Dünya Savaşı Senaryosu
Yukarıda belirtilen faktörler, Ortadoğu’daki mevcut gerilimlerin daha geniş çaplı bir çatışmaya dönüşme potansiyelini gözler önüne sermektedir. İran ve İsrail arasındaki olası bir doğrudan çatışma, ABD’nin ve diğer bölgesel aktörlerin müdahil olmasıyla daha büyük bir savaşa dönüşebilir. Türkiye’nin Suriye ve Doğu Akdeniz’deki politikaları, NATO ve Rusya ile olan ilişkilerinde yeni krizlere yol açabilir.
Lübnan Hizbullahı ve Hamas’ın İsrail’e karşı düzenleyeceği geniş çaplı saldırılar, bölgedeki diğer aktörleri de çatışmaya çekebilir. ABD’nin bölgedeki askeri varlığı ve müttefiklerine olan desteği, bu çatışmaların küresel bir boyuta ulaşma ihtimalini artırmaktadır. Tüm bu dinamikler, uluslararası toplumun dikkatini Ortadoğu’ya çevirmekte ve olası bir 3. Dünya Savaşı senaryosunun ciddiyetini gözler önüne sermektedir.
Ortadoğu’daki jeopolitik dinamikler, bölgedeki aktörlerin çıkar çatışmaları ve küresel güçlerin müdahil olmasıyla son derece karmaşık bir hal almıştır. İran, Türkiye, Lübnan Hizbullahı, Hamas ve ABD’nin politikaları olası bir 3. Dünya Savaşı senaryosunu daha olası hale getirmektedir.
Yazar: Jacob Hakham