William I. Robinson ve Hoai-An Nguyen
The Philosophical Salon
Dünya, Filistinli sivillerin artan ölü sayısını dehşet içinde izler ve İsrail, Uluslararası Adalet Divanı’nda Soykırım Suçundan yargılanırken, Gazze’deki katliam bize küresel kapitalizmin hızla tırmanan krizine dönük korkunç bir pencere açıyor. İsrail’in Gazze’yi acımasızca yok etmesinden bu küresel krize uzanan noktaları birleştirmek, büyük resme odaklanmak için bir adım geriye gitmeliyiz. Küresel kapitalizm aşırı birikim ve kronik durgunluktan kaynaklanan yapısal bir krizle karşı karşıyadır. Ancak egemen gruplar aynı zamanda devlet meşruiyeti, kapitalist hegemonya ve yaygın toplumsal çözülme gibi siyasi bir krizle, jeopolitik çatışmaların yaşandığı uluslararası kriz ve korkunç boyutlardaki bir ekolojik krizle de karşı karşıyadır.
Küresel tekeller ve siyasi elitler, yirminci yüzyılın sonları ve yirmi birinci yüzyılın başlarındaki dünya kapitalist patlamasının sarhoşluğu içindedir. Krizin kontrolden çıktığını kabul etmek zorunda kaldılar. Dünya Ekonomik Forumu, 2023 Küresel Risk Raporu’nda dünyanın, “önümüzdeki benzersiz, belirsiz ve çalkantılı on yılı şekillendirmek üzere bir araya gelen”, artan ekonomik, siyasi, sosyal ve iklimsel etkileri içeren bir “çoklu krizle” karşı karşıya olduğu uyarısında bulundu. Davos seçkinleri krizin nasıl çözüleceğine dair bir fikir sahibi olmayabilir, ancak egemen grupların diğer fraksiyonları, bitmek bilmeyen siyasi kaos ve mali istikrarsızlığı küresel kapitalizmin yeni ve daha ölümcül bir aşamasına nasıl dönüştüreceklerini deniyorlar.
- Sponsorlarımız -
Gazze savaşının askeri sonucu henüz belli olmasa da, İsrail’in dünya kapitalist sisteminin çekirdek devletlerindeki destekçilerinin meşruiyet için verdiği siyasi savaşı kaybettiğine şüphe yok. Gazze’ye yönelik ilk aylardaki kuşatma, büyük siyasi bedeller pahasına da olsa soykırımı normalleştirmeye hazır bir Washington-NATO-Tel Aviv eksenini belirginleştirmiş gibi görünüyordu. Yine de Filistinlilerin içinde bulunduğu kötü durum, dünyanın dört bir yanındaki kitlelerin, özellikle de gençlerin sinir uçlarına dokunarak, son yıllarda ivme kazanan işçi ve halk sınıflarının küresel isyanına yeni bir enerji kattı ve krizin siyasi çelişkilerini keskinleştirdi. Bu satırları kaleme aldığımız ABD’de, Siyonizm ve Yahudi devletiyle özdeşleşmeyen genç kuşak Yahudilerin öncülüğünde Filistin’le olağanüstü bir dayanışma patlaması yaşandı. Sokak gösterilerinde, spor etkinliklerinde ve sosyal medya platformlarında dünyanın dört bir yanında göndere çekilen Filistin bayrağı, mevcut statükoya karşı halkın öfkesinin ve küresel intifadanın sembolü haline geldi.
Yirminci yüzyıl, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi tarafından “ulusal, etnik, ırksal veya dini bir grubu tamamen veya kısmen yok etmek amacıyla işlenen bir suç” olarak tanımlanan soykırımın kabul edildiği en az beş vakaya sahne olmuştur. İsrail’in Gazze’deki soykırımı canlı olarak yayınlanırken, Tel Aviv ve Washington için savaş kuralları –eğer böyle bir şey var idiyse- artık geçerli değildi. Çatışmanın ilk iki ayında Gazze’de kaydedilen sivil ölüm sayısı, 9,614 sivilin hayatını kaybettiği Rusya-Ukrayna çatışmasının ilk 20 ayındaki sivil ölümlerden daha fazladır (yaklaşık 20.000). İsrail kuşatmasının yirmi birinci yüzyıldaki bu soykırımı tamamlayıp tamamlamayacağı askeri alandan ziyade küresel siyasi savaş alanında belirlenebilir. Filistin, Washington-NATO-Tel Aviv eksenindeki yönetici grupların, İsrail kuşatmasının maliyeti çok yükselmeden önce cezasızlığın tadını ne kadar çıkarabileceklerini görmeleri için bir test alanı haline geldi.
Artık Sermaye, Artık Emek, Soykırım
Dünya kapitalizminin 1930’lardaki krizi, Avrupa’da faşizmin yükselişine, uluslararası siyasi ve ekonomik düzenin şiddetli bir şekilde çöküşüne ve daha önce hayal bile edilemeyen bir yıkım getiren ikinci bir dünya savaşına zemin hazırladı. Büyük Buhran’dan önce, eşitsizliklerin ve artan kitlesel hoşnutsuzlukların ortasında baş döndürücü bir kapitalist aşırılık çağı yaşanmıştı. 1929’da her şeyin çökmesine neden olan aşırı birikim krizine doğru koşan sınırsız sermaye, döneme “yaldızlı çağ” denmesine yol açmıştı. 2008 küresel mali çöküşü, yeni bir aşırı birikim ve kronik durgunluk krizinin başlangıcına işaret etti.
Günümüzde soykırımın ekonomi politiğine bu kriz damgasını vurmaktadır. Sermaye fazlası sorunu kapitalizme özgüdür ancak son birkaç on yılda olağanüstü seviyelere ulaşmıştır. Önde gelen ulus ötesi şirketler ve finansal holdingler, kurumsal yatırımların azaldığı bir dönemde rekor kârlar elde ettiler. Ulus ötesi kapitalist sınıf (UKS), yeniden yatırım yapabileceğinin çok ötesinde, korkunç miktarlarda servet biriktirmiştir. Gezegenin zenginliğinin azınlığın elinde aşırı yoğunlaşması ve çoğunluğun hızla yoksullaşıp mülksüzleşmesi, bu UKS’nin muazzam miktarlarda birikmiş artığı boşaltmak için yeni çıkışlar bulmasını giderek zorlaştırdı. Ulus ötesi kapitalistler ve onların devletlerdeki temsilcileri, kronik durgunluk karşısında küresel ekonomiyi ayakta tutmak için borç odaklı büyümeye, vahşi finansal spekülasyonlara, kamu maliyesinin yağmalanmasına ve devlet tarafından örgütlenen militarize birikime bel bağlıyorlar. Birikmiş sermaye fazlasını boşaltacak kanallar kurudukça, yeni kanallar şiddetle yaratılmalıdır.
- Sponsorlarımız-
İsrail ekonomi politiği semboliktir. Gazze ve Batı Şeria kuşatması, ulus ötesi birikim için yeni bir alan açmayı amaçlayan ilkel birikim biçimidir. Ekim ayı sonlarında, İsrail bombardımanı yoğunlaşırken, İsrail, büyük bir bölgesel gaz üreticisi ve enerji merkezi olmanın yanı sıra Batı Avrupa için Rus gazına alternatif rol oynama planı çerçevesinde, Akdeniz kıyılarında gaz ve petrol aramaları için ulus ötesi enerji şirketlerine lisans vermeye başladı. İşgal altındaki Filistin topraklarında yerleşim yerleri inşa etmekle ünlü İsrailli bir emlak şirketi, Aralık ayında bombalanan Gazze mahallelerinde lüks evler inşa etmek için bir ilan yayınlarken, diğerleri 1960’larda ilk önerildiğinden beri atıl durumda olan Ben Gurion Kanalı Projesini yeniden canlandırmaktan söz etti. Proje, Mısır tarafından işletilen Süveyş Kanalı’na alternatif olarak Akabe Körfezi’nden Negev Çölü ve Gazze üzerinden Akdeniz’e uzanacak bir kanal inşa edilmesini içeriyor. Yeni revize edilen bu kanal projesini durduran tek şey Gazze’deki Filistinlilerin varlığıdır.
Ancak soykırımın bir seçenek haline gelebilmesi için iki şeyin gerçekleşmesi gerekiyordu. İlk olarak, Filistinli emeğinin İsrail ekonomisindeki rolü çözülmeliydi. Yahudi devletini kuran 1948 Nakba’sı, Filistinlilerin şiddet kullanılarak sürülmesini ve topraklarının kamulaştırılmasını, aynı zamanda yüz binlerce Filistinli “ast” işçinin İsrail çiftliklerinde, şantiyelerinde, endüstrilerinde, bakıcılık ve diğer hizmet işlerinde çalışmak üzere istihdam edilmesini ve Batı Şeria’nın İsrailli kapitalistler için esir bir pazara dönüştürülmesini içeriyordu. Bu durum, Yahudi devletini etnik olarak arındırma dürtüsü ile ucuz, etnik olarak sınırlandırılmış işgücüne duyulan ihtiyaç arasında bir gerilime işaret ediyordu. İsrail 1990’lardan itibaren mülksüzleştirme/süper-sömürü ile mülksüzleştirme/sürgün arasındaki bu gerilimi ikincisi lehine çözmeye başladı. Ulus ötesi işgücü hareketliliği ve işe alım, İsrail de dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki kapitalistlerin işgücü piyasalarını yeniden düzenlemelerini ve haklarından mahrum bırakılmış ve kontrol edilmesi kolay geçici işgücünü istidam etmelerini mümkün kılmıştır. Bu şekilde İsrail, Filistinli işgücünü kademeli olarak göçmen işgücü ile değiştirmektedir.
İsrail “kapatma” politikasını 1993 yılında, Birinci İntifada’nın, yani işgal altındaki topraklarda Filistinlilerin tecrit edilmesinin, etnik temizliğin ve yerleşimci sömürgeciliğinin keskin bir şekilde tırmanmasının ardından uygulamaya koymuştur. Tayland, Çin, Sri Lanka, Hindistan, Filipinler, Kuzey Afrika, Doğu Avrupa ve başka yerlerden gelen yüz binlerce göçmen işçi şu anda İsrail ekonomisinde çalışmaktadır (Hamas saldırısında en az 30 Tayland vatandaşı, dört Filipinli ve 10 Nepalli öldürülmüş ve bir kısmı da rehin alınmıştır). Bunların, Filistinlilere uygulanan apartheid sistemine tabi tutulmaları gerekmiyor, zira geçici göçmen statüleri sosyal kontrol ve haklarından mahrum bırakılmalarını daha etkili bir şekilde sağlıyor. Üstelik işgal altındaki toprakların iadesini istemiyorlar ve bir devlete yönelik siyasi talepleri de yok. Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırısının ardından İsrail binlerce Filistinli işçiyi Gazze’ye geri gönderirken, 10.000 kadar yabancı tarım işçisi de ülkeden kaçtı. İsrailli inşaat şirketleri hükümetten Filistinlilerin yerine 100.000 Hintli işçiyi işe almalarına izin vermesini istiyor.
- Advertisement -
Filistinli kitleler, İsrail ve ulus ötesi sermaye için sıkı bir şekilde kontrol edilen ve aşırı sömürülen bir işgücü olarak hizmet etmekten, yeni bir kapitalist genişleme turunun önünde duran “insanlık fazlasına” (artık insanlık) dönüştü. Böylece Gazze, dünya genelindeki artık insanlığın içinde bulunduğu kötü durumun güçlü bir sembolü haline geliyor. On yıllardır süren küreselleşme ve neoliberalizm, büyük insan kitlelerini marjinal bir varoluşa mahkum etti. Yapay zekâya dayalı yeni teknolojiler; çatışmalar, ekonomik çöküş ve iklim değişikliğinin yarattığı yerinden edilmeyle birleştiğinde, ihtiyaç fazlası insanlığın saflarını katlanarak artıracaktır. ILO, yüzyılın başlarında küresel işgücünün yaklaşık üçte birinin gereksiz hale geldiğini rapor etmiştir. ABD Ulusal Bilimler Akademisi tarafından 2020 yılında yapılan bir çalışmada, ortalama küresel iklimdeki her bir santigrat derecelik artış için bir milyar insanın yerlerini terk etmek ve dayanılmaz sıcaklara katlanmak zorunda kalacağı öngörülmüştür.
İsrail, egemen grupların süper-sömürülebilir emeğe duydukları ekonomik ihtiyaç ile “artık insanlığın” fiili ve potansiyel isyanını etkisiz hale getirmek için duydukları siyasi ihtiyaç arasındaki gerilimi dünya çapında gözler önüne seriyor. Yönetici sınıfın çevreleme stratejileri her şeyden önemli hale geliyor ve ulusal yetki alanları arasındaki sınırlar savaş ve ölüm bölgelerine dönüşüyor. Filistin işte böyle bir ölüm bölgesi, belki de en korkunç olanı; çünkü işgal, apartheid ve etnik temizlikle bağlantılı. Ancak ABD-Meksika sınırında, Kuzey Afrika-Ortadoğu-Avrupa koridorlarında ve küresel ekonominin yoğun birikim bölgeleri ile insanlık fazlası arasındaki diğer sınır bölgelerinde de on binlerce insan öldü. Hamas saldırısından sadece iki ay önce Suudi sınır muhafızları uyarı yapmadan ateş açmış ve hâlihazırda Krallık’ta çalışan 750.000 vatandaşlarına katılmaya çalışan yüzlerce Etiyopyalı göçmeni soğukkanlılıkla öldürmüştü.
Soykırımı küresel sermaye birikiminin zorunluluklarıyla uyumlu bir seçenek haline getirmek için gerekli ikinci şey, İsrail’in Ortadoğu ve küresel ekonomiye entegrasyonu için yeni bir siyasi-diplomatik anlaşmadır. ABD’nin Irak’ı işgal ve istilasının ardından 1997 yılında Büyük Arap Serbest Ticaret Bölgesi ve bununla bağlantılı bir dizi ikili ve çok taraflı bölgesel ve bölge dışı serbest ticaret anlaşması imzalandı. Orta Doğu küreselleştikçe finans, enerji, yüksek teknoloji, inşaat, altyapı, lüks tüketim, turizm ve diğer hizmet alanlarındaki ulus ötesi şirket ve finans yatırımları artmıştır. Bu yatırımlar, trilyonlarca dolarlık varlık fonları da dahil olmak üzere Körfez sermayesini AB, Kuzey ve Latin Amerika ve Asya gibi dünyanın dört bir yanından gelen sermayeyle buluşturdu. Çin, bölgenin başlıca ticaret ortağı ve İsrail’in önemli bir yatırımcısı haline gelmiştir. Orta Doğu-Asya koridoru artık küresel sermaye için önemli bir kanaldır.
Bu kapitalist küreselleşme sayesinde İsrail merkezli sermaye, Orta Doğu’nun dört bir yanındaki sermayelerle bütünleşerek küresel birikim devreleriyle iç içe geçmiştir. İsrailli ve Arap kapitalistlerin ortak sınıf çıkarları, Filistin üzerindeki siyasi farklılıkları gölgede bırakmaktadır. “Arap-İsrail çatışması” ifadesinin, gelişmekte olan küresel kapitalist ekonomik yapı ile senkronize olmayan geri kalmış bir siyasi-diplomatik çerçeve olduğu kanıtlandı. 2020 yılında BAE ve diğer bazı ülkeler İsrail ile “Abraham Anlaşmalarını” imzalayarak Yahudi devleti ile Arap imzacılar arasındaki ilişkileri normalleştirdi. Kısa süre içinde yüz binlerce İsrailli turist Dubai ve diğer yerlerdeki otelleri doldururken Körfez yatırım grupları da İsrail ekonomisine yüz milyonlarca dolar akıttı. Siyasi-diplomatik anlaşmayı ekonomik gerçeklikle senkronize hale getirecek olan şey Suudi-İsrail normalleşmesi olacaktı. Ancak Filistinliler partiyi dağıttılar!
Orta Doğu’daki yeni finansal yatırım dalgasının getirisi, ulus ötesi sermayenin genişlemesi yoluyla daha derin bir bölgesel entegrasyonun siyasi iskelesi olarak İsrail ve Körfez ülkeleri arasındaki ilişkilerin normalleşmesine dayanıyordu. Filistinliler direnişlerini sürdürdükleri sürece bu normalleşme beklemede kalmak zorunda. Gazze savaşından iki hafta sonra, yıllık “Çöldeki Davos” toplantıları için Riyad’da bir araya gelen küresel şirket ve finans seçkinleri, Gazze savaşının dünya genelinde uzun vadeli finansal istikrarsızlık ve durgunluğa katkıda bulunan jeopolitik gerilimleri daha da tırmandırdığı konusunda duydukları endişelerini belirtmişti.
Barbarlık Küresel Kapitalist Krizin Yüzüdür
Bununla birlikte, soykırımla mükemmel bir uyum içinde olan bölgedeki ulus ötesi kapitalist sınıf içinde yer alan bazıları için parlak bir sahne mevcut: askeri birikim ve baskı yoluyla birikim. Siyasi kaos ve kronik istikrarsızlık sermaye için oldukça elverişli koşullar yaratabilir. Distopik cehennem manzaraları, siyasi stratejistler ve savaş korporatistleri için yeni bir mekansal yeniden yapılandırma turu için test alanları haline gelebilir. İsrail, küresel savaş ekonomisinin simgesidir. İsrail ekonomisinin merkezinde yerel, bölgesel ve küresel şiddet, çatışma ve eşitsizliklerden beslenen küresel bir askeri-güvenlik-istihbarat-gözetleme-terörle mücadele teknolojileri kompleksi yer alıyor. Ülkenin en büyük şirketleri Filistin’de, Orta Doğu’da ve dünya genelinde savaş ve çatışmaya bağımlı hale gelmiştir ve İsrail siyasi sistemi ve devleti üzerindeki etkileri aracılığıyla bu tür çatışmaları teşvik etmektedir.
Dünyanın dört bir yanındaki her yeni çatışma, durgunluğu gidermek için yeni kâr olanakları yaratıyor. Sonu gelmeyen yıkım dalgaları ve ardından gelen yeniden inşa, sadece silah endüstrisi için değil, mühendislik, inşaat ve ilgili tedarik firmaları, yüksek teknoloji, enerji ve hepsi de küresel ekonominin merkezindeki ulus ötesi finans ve yatırım yönetimi holdingleriyle entegre çok sayıda başka sektör için de kâr sağlıyor. Bunlar, yeniden inşa patlamalarının takip edeceği yaratıcı yıkım fırtınalarıdır. Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa ve diğer ülkelerdeki askeri ve güvenlik şirketlerinin hisseleri, 2022’de Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından küresel askeri harcamaların katlanarak artacağı beklentisiyle yükseldi. Gazze savaşı, ABD ve diğer Batılı hükümetler ile uluslararası silah tüccarlarından İsrail’e akan milyarlarca dolarla birlikte askerileştirilmiş birikim için yeni bir teşvik sağladı. Dünyanın en büyük silah şirketlerinin birçoğunun siparişleri rekor seviyelere yaklaşmış durumda. Bir Morgan Stanley yöneticisinin ifadesiyle, “Gazze kuşatması [portföyümüze] oldukça iyi uyuyor gibi görünüyor.”
Küresel ekonomi; kronik durgunluk ve küresel piyasaların doygunluğu karşısında kâr elde etmenin ve sermaye birikimine devam etmenin bir aracı olarak savaş, sosyal kontrol ve baskı sistemlerinin geliştirilmesine ve uygulanmasına derinden bağımlı hale geldikçe, insanlığın fazlasını kontrol altına almaya yönelik siyasi ihtiyaç ile birikim için yeni alanları şiddetle açmaya yönelik ekonomik ihtiyaç arasında bir yakınlaşma söz konusu olmaktadır. Tarihsel olarak savaşlar kritik ekonomik teşvikler sağlamış ve birikmiş sermaye fazlasını boşaltmaya hizmet etmiştir, ancak küresel polis devletinin yükselişiyle birlikte niteliksel olarak yeni bir şeye tanık oluyoruz. Büyümenin önündeki sınırlar yeni ölüm ve yıkım teknolojileriyle aşılıyor. Barbarlık kapitalist krizin yüzü olarak ortaya çıkıyor.
Ezilenleri ve ötekileştirilenleri kontrol edip zapturapt altına almak ve aynı zamanda kriz karşısında birikimi sürdürmek için uygulanan askerileştirilmiş birikim, faşist siyasi eğilimlere yatkındır. Krizdeki ulus ötesi kapitalizm bağlamında soykırım, şiddet yoluyla birikim için yeni fırsatlar yaratmakla ayrılmaz bir şekilde bağlantılı olduğu ölçüde kârlı hale gelir. Filistin, böyle bir projenin daha geniş bir küresel düzeyde yürütülmesi için örnek bir alan, siyasi meşruiyete ihtiyaç duymayan yeni mutlak despotik iktidar biçimlerinin uygulanması sahası haline gelmiştir. Bu, eski moda yerleşimci sömürgeciliğinden daha fazlasıdır; sadece kan dökme, insanlıktan çıkarma, işkence ve imha yoluyla yeniden üretilebilen küresel kapitalist sistemin yeni yüzüdür.
Kriz siyasi sistemleri parçalıyor ve her yerde istikrarın altını oyuyor. Merkez çöküyor. İktidar grupları otoriterliğe, diktatörlüğe ve faşizme yöneldikçe uzlaşmacı tahakküm mekanizmaları alt üst oluyor. Ortadoğu’da çizilen savaş hatları küresel savaş hatlarını yansıtıyor. Gazze, önümüzdeki on yıllarda sermayenin, artık sermaye ile artık insanlık arasındaki içinden çıkılmaz çelişkisini çözmek için soykırımım siyasi bir araç haline gelebileceğine dair gerçek zamanlı bir alarm zilidir. Dünya kapitalist krizinin daha önceki dönemlerinde hegemonik düzenin çöküşüne siyasi istikrarsızlık, yoğun sınıfsal ve toplumsal mücadeleler, savaşlar ve yerleşik uluslararası sistemdeki kırılmalar damgasını vurmuştu. İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcının 1936-39 İspanya İç Savaşı ve onun sonucu olan faşist diktatörlük olduğunu hatırlayalım. Filistin’de tehlikede olan küresel geleceğimizdir.