Burhanettin Yasin–Kovara Bir
Kürtler, birkaç bin yıldan beri Kürdistan olarak tanınan etnik topraklarda yaşamışlardır. Kürtlerin soyu, çoğunlukla, ikinci bin yılın sonlarında Orta Asya’dan İran platosuna gelen bir kabile olan Medler’e dayandırılır. Medler, M.Ö. 550’de yıkılmadan önce 612’de büyük bir güç haline geldiler ve imparatorluklarını geniş bir alana yaydılar.[1]
“Kardaka”, “Kurti” ve “Guti” olarak söz edilen insanlar M.Ö. 11. yüzyıl erken Asur yazıtlarında olduğu gibi M.Ö. 2000 tarihli Sümer yazıtlarında da anılmaktadırlar.[2] Grek tarihçisi Xenophon M.Ö. 401 tarihli Anabasis adlı kitabında, Mezopotamya’dan Karadeniz’e yürüyen “Onbin Grekler”i usandıran Kardoki veya Kardoka halkından söz etmektedir.[3] Pek çok bilim adamı Kürtlerin sayacağımız antik grupların bazılarının ya da tümünün bir karışımı olduğuna inanmaktadır: Kassitler, Manneanlar, Gutiler, Medler ve Kardokiler.[4] Kürt sözcüğü modern şekliyle, 9. yüzyıl Arap kaynaklarında çoğul hali olan Akrad olarak ortaya çıkmaktadır.[5] Kürtlerin, kuzeydeki Kafkas halkı ve en erken zamanlarda aslen Hazar Denizi’nin batısındaki dağlık bölgelerde yerleşik halk da dahil olmak üzere değişik antik grupların torunları oldukları sanılmaktadırlar. Bu bölgelerin orta kesimi Zagros sıradağlarının her iki yanında uzanır ve güneye ve batıya doğru, Aşağı Anadolu üzerinden Suriye ve Irak’ın dağlık bölgelerine yayılır.[6]
Kürt dili Hint–Avrupa dil ailesine dahildir ve İran dilleri grubunun bir parçasıdır. Bununla birlikte, Kürt dili kökleri ve formları bakımından bağımsız bir dildir.[7] Kürtçe lehçeler iki ana gruba ayrılır: Kurmanci denilen kuzey lehçesi ve Sorani denilen güney lehçesi.[8] Buna karşın Martin van Bruinessen’e göre aşağıdaki alt gruplara ayrılabilecek çok sayıda değişik lehçe bulunmaktadır:
- Sponsorlarımız -
- Kuzey/kuzeybatı lehçeleri, veya Kurmanci;
- Güney Kurmancisi veya Sorani denilen güney lehçeleri; ve
- Sine’nin güneydoğu lehçeleri, Kermanşahi ve Leki[9]
Sorani lehçesi Arapça yazının uyarlanmış bir şeklini kullanarak yazılı Kürt dilini geliştirmiştir. Kürt yazınının çoğu Sorani lehçesiyle yazılmaktadır. Arapça harfler İran ve Irak’daki, Latin harfler Türkiye; ve Kril harfleri eski Sovyetler Birliği Kürleri tarafından kullanılmaktadır.[10]
Dil meselesi, genel ve standart bir dil oluşturmanın önemine vurgu yapan Kürt ulusalcıları için önemli bir ilgi konusu olmuştur. Kürtler ulusal hakları için verdikleri mücadelelerinde ve bir ulus olarak ayırt edilmelerinde Kürtçenin güçlü bir role sahip olduğunun farkındadırlar. Kürt dili Kürt kimliğinin hem kanıtı hem de farklılığının sembolüdür.[11] Kürdistan’ı paylaşmış olan ülkelerin hükümetleri Kürtçenin Kürt kimliği için önemi konusunda daima uyanık olmuşlardır. Bu nedenle, kamu yaşamında ve okullarda Kürtçe’nin kullanılmasına hükümetlerinin geleneksel olarak az çok toleranslı davranmış olduğu Irak hariç, hükümetler Kürtçeyi ya yasaklamış ya da kullanımını engellemişlerdir. Kürt dilindeki lehçe farklılıkları ve Kürtleri asimile etmeye yönelik politikalar standart bir lingua franca’nın (ortak dil ç.n.) oluşumunu engellemiştir.[12] Kürtçe konuşulan bölgelerin değişik yörelerinde farklı alfabelerin kullanılması kimlik süreci üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olmuştur.[13] Dağlık bir bölge olan Kürdistan’daki iletişim yetersizliği, Kürt dilinin birçok lehçeye ayrılmasında etkili olmuştur. Ayrıca Kürtler olası bir ortak literatürü mümkün kılabilecek olan politik birlikteliği de hiç benimsememişlerdir.[14] Kürdistan’ın birkaç ülke tarafından bölünmüş olması, komşu halkların egemen dillerinin etkileri ve Kürtlerin dillerini geliştirmek için kısıtlı imkanlara sahip olması, standart bir lingua franca’nın gelişimini engelleyen diğer faktörlerdir. Her ne kadar sonuç vermemişse de, bir tek standart Kürtçe oluşturma yönünde pek çok girişim olmuştur.[15]
Kürtler için kesin bir nüfus vermek güçtür. Değişik kaynaklar değişik rakamlar vermiştir. Mehrdad İzadi aşağıdaki tabloda 1990 yılı için Kürt nüfusu hakkındaki genel değerlendirmesini özetlemektedir.[16]
Tablo 1. 1990’da Kürt Nüfusu
Ülke Toplam Nüfus Toplam Kürt Kürtler
- Sponsorlarımız-
(milyon) (milyon) %
Türkiye 56.7 13.7 24.1
İran 55.6 6.6 12.4
- Advertisement -
Irak 18.8 4.4 23.5
Suriye 12.6 1.3 9.2
Sovyet Cumhuriyetleri 0.3
Toplam 26.3
Kaynak: İzadi, 1992, s. 119.
Buna karşın, Lübnan’da ve genel olarak Batı ülkelerinde sürgün yaşayan görece çok sayıda Kürt de dikkate alınmalıdır.[17] Bundan başka, merkezi hükümetlerin yaptığı sayımların hem nadir ve yetersiz olması hem de kasıtlı olarak Kürt nüfusunu düşük göstermeleri yüzünden Kürtlerin kesin sayısı hakkında doğru bilgi edinmek güçtür. Kürt dilinin kullanımının 1924’ten beri yasalarla engellendiği Türkiye’de, bu sorun daha da karmaşıktır.[18] Türkiye’de Kürtler 1990’ların başında resmi olarak “Dağ Türkleri” olarak tanımlandı.
Kürtlerin yaşadığı ülkelerin rejimleri Kürt nüfusunu düşük göstermeye yönelirken, kimi Kürt ulusalcıları da Kürtlerin siyasal önemini vurgulama çabasıyla bunu yüksek göstermeye yöneldiler.[19] 1940’ların başında Kürtlerin sayısı İran’da 1,700,000, Irak’ta 900,000, Türkiye’de 3,400,000 ve Suriye’de 260,000 idi.[20]
Kürtler arasında başlıca din İslam’dır ve çoğu Sünnî Müslüman’dır.[21] Buna karşın, Kermanşah ve Xaniqîn bölgesindeki Kürtlerin çoğu Şii’dir ve Türkiye’de de alevi Kürtler vardır. Kürtler arasındaki temel gayri-müslim topluluk Yezidiler’dir.[22] Kürtler VII. ve IX. yy arasında İslamiyet’i benimsemezden önce büyük oranda, ateşi saflığın sembolü olarak kabul eden bir din olan Zerdüştlüğe bağlıydılar.[23]
Kültür açısından bakıldığında, Türkiye, İran, Irak ve Suriye Hükümetleri İslam’ı resmi devlet dini olarak kabul ettiklerinden, İslam bir bakıma Kürt ulusal kimliğinin gelişmesinde olumsuz bir faktör olmuştur. Böylece, Kürtler için Kürt kimliğinin farklılığını öne çıkarmak daha da güç oldu. Bir bilim adamı, İran’da İslam Devrimi’nin gerçekleşmesinden sonra din birliğinin kültürel asimilasyon (akültürasyon) için bir kanal görevi gördüğünü belirtmektedir. Ayetullah Humeyni’ye göre, etno-ulusalcılık ve etnik farklılıklardan kaynaklanan çatışmalar, daha büyük bir amaç olan Müslüman birliğine ulaşıldığında ortadan kalkacak olan ikincil meselelerdi.[24] Öte yandan, Kürtlerin ezici çoğunluğunun müslüman olduğu gerçeği göz önünde tutulursa, din bölücü değil daha çok birleştirici bir faktör etkisi yapar.[25]
Kürtlerin sosyal ve politik örgütlenmelerinin doğasını açıkça ortaya koymak güçtür.[26] Kimi gözlemciler örgütlenme tarzını aşiretsel olarak nitelendirmiştir.[27] Fakat bu tanım Kürtlerin aşırı basitleştirilmiş bir görüntüsünü vermektedir. Her ne kadar kırsal bölgelerde, özellikle de uzak ve izole yörelerde,[28] aşiretsel yapı gerçekten yaygın ise de, aynı zamanda hatırı sayılır bir kentli nüfus da bulunmaktadır. 1940’larda sadece %13 dolayında olsa da, bugün Kürtlerin %35’ten fazlası kentlerde ve kasabalarda yaşamaktadır.[29]
Birçok gözlemcinin izlenimlerinin aksine, Kürtlerin sadece küçük bir kesimi göçebedir.[30] Kürdistan’da uzun zamandır aşiret yapısını çözme (detribalizasyon) süreci geliştirilmektedir, ve bu olgu çeşitli sosyal, ekonomik ve politik faktörden kaynaklanmaktadır. Yarı göçebe ve kırsal yaşam tarzı azaldıkça Kürtler arasında aşiretsel yapı da yavaş yavaş çözülmüştür.[31]
Kürtler arasında şehirleşme, Kürt kimliğinin ve ulusalcı bilincin gelişmesinde belirleyici olmuştur. Geleneksel aşiret-egemen sistem eski ve gerici olarak nitelendirildiğinden, bu yeni süreç aynı zamanda yeni reformcu veya radikal doktrinlerin de gelişmesine yol açtı.
Bilim adamları Kürtlerin yaşamlarının, son yıllarda bile, hala aşiret etrafında örgütlenmiş olduğunu ileri sürmektedirler. Neriman Yalda, Kürt köylülerinin ne ekonomik gelişmeye ne de çalışmanın veya toplumsal bağlılığın geleneksel kalıplarını değiştirmeye yarayan ileri iletişim yöntemlerine sahip olmadığını iddia etmiştir.[32] Kürdistan’da ekonomik gelişimin yavaş seyretmesi çoğu zaman Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki merkezi hükümetlerin Kürt bölgelerine kasıtlı olarak az sermaye aktarmalarına dayandırılmıştır.[33] Bu tartışmayı, Kürt bireylerinin Kürt ulusalcı elitine bağlılığı meselesiyle ilişkilendiren Mehrdad İzadi, aile-klan liderlerinin hala yüksek sadakatten hoşlandıklarını vurgulamıştır.[34]
Kürdistan dört Ortadoğu ülkesi; Türkiye, İran , Irak ve Suriye ile iki eski Sovyet cumhuriyeti; Azerbaycan ve Ermenistan arasında paylaşılmıştır.[35] Kürdistan, Ararat Dağı’nın kuzeydoğusundan güneye doğru Zagros’un güney bölümüne ve İran’da Pişkut’a uzanan bir yay; bu yayın batıya doğru uzanarak Irak’ta Musul’a, buradan Türk limanı İskenderun’a devam ettiği, Türkiye içinde Erzurum istikametinde kuzeydoğuya yayıldığı, ve Erzurum’dan doğuya Ararat Dağı’na vardığı bir bölge olarak tanımlanmıştır.[36] Kürt toprakları aynı zamanda Ermenistan’ın ve Azerbaycan’ın içine uzanır.[37] Bu coğrafi kroki göz önünde tutulduğunda açıktır ki, Kürdistan’ın yasal veya uluslararası alanda kabul edilmiş sınırları bulunmamaktadır.
Yüzyıllar boyunca yaşanan gelişmeler değişik Kürdistan parçaları arasındaki farklılıklarda bir artış yaratmıştır. Bu ise Kürt nüfusu arasındaki bölük-pörçüklükte önemli rol oynamıştır. Örneğin, Kürtler söz edilen devletlerin sınır bölgelerinde yaşadıkları halde sık sık bu devletlerin politik veya askeri çatışmalarının içine çekilmiş, asimilasyona maruz kalmış ve entegrasyona zorlanmıştır. Buna karşın, Mehrdad İzadi’nin deyimiyle Kürtler “asimilasyona ve yok edilmeye inatla direnen canlı bir ulustur”.[38]
Kürt bölgesinin ana parçası Türkiye içinde yer alır ve tümü ülkenin doğu veya güneydoğusunda olmak üzere 17 vilayeti kapsar. Suriye’de Kürtlerin çoğu ülkenin kuzey ve kuzeydoğu bölgesinde yaşar ve genelde Suriye’deki Kürt faaliyetlerinin odak noktası olan Qamişlo’da yoğunlaşırlar. Diğer Kürtler, önemli bir Kürt merkezi olan Afrin’de, Halep vilayetinde ve Cebel-el Ekrad’da (Kürt Dağı) yerleşiktir.[39] Eski SSCB’de Kürtler esas olarak Ermenistan ve Azerbaycan’da bulunurdu. Irak’ta Kürtler temelde dört Kürt kenti olan Süleymaniye, Erbil, Kerkük ve Duhok’ta yaşarlar. Xaniqin, Mandali ve Sincar kentlerinde ise Kürtler nüfusun çoğunluğunu teşkil ederler. Irak’ın diğer birkaç kentinde de önemli bir Kürt yoğunluğu bulunmaktadır. İran’da Kürtler, Batı Azerbaycan, Senendaj (resmen Kürdistan olarak adlandırılır), Kermanşah ve İlam olmak üzere dört vilayete dağılmıştır.[40]
Jeopolitik bakımdan Kürdistan; Bizans, Osmanlı ve Pers İmparatorluğu gibi imparatorlukların sınır bölgelerinde yer almıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında gerçekleşen İngiliz ve Fransız işgalleri Suriye ve Irak’ı Osmanlı imparatorluğundan ayırdı ve oluşan devletlerarası sınırlar geride beş parçaya ayrılmış bir Kürdistan bıraktı. Kürdistan’ın eski SSCB’ye yakın olması, Kürt bölgesinin dört Ortadoğu ülkesi arasında geniş ve stratejik bakımdan yaşamsal bir alan olması gerçeğiyle birleşerek Kürdistan’ı günümüzde çeşitli büyük güçler için bir ilgi odağı haline getirmiştir.
Kürdistan’da ham petrolün varlığı aynı zamanda uluslararası petrol şirketlerinin de ilgisini çekmiştir. Irak Kürdistanı’nda Kerkük ve Xaniqin, İran Kürdistanı’nda Kermanşah ve Türkiye Kürdistanı’nda Siirt bölgelerinde büyük petrol kaynakları sömürülmektedir.[41]
Osmanlı İmparatorluğu’nda Kürtler
Çağdaş Kürt tarihinin Osmanlı İmparatorluğunun ortaya çıkmasıyla başladığı konusunda genel bir uzlaşma vardır. Kürtler bu imparatorluğun doğuşundan itibaren Safevi (Pers) İmparatorluğuyla süregiden savaşımında kendi politik önemlerinin farkındaydılar.[42] Safevi hanedanı 16 yy.da ortaya çıktı ve Kürt bölgeleri üzerinde etkinlik ve egemenlik konusunda Osmanlı İmparatorluğuyla rekabet içine girdi. Kürt nüfusu böylece bu çatışmanın temel unsuru oldu. Kürdistan jeopolitik açıdan, bir yandan bir savaş alanı olurken aynı zamanda bu iki güç arasında tampon bölge işlevi gördü. Bu gerçek, Kürtlerin tarihsel olaylardaki rollerinin farkına varmasını sağladı. Kürtler, daha sonra Osmanlı sultanlarınca tanınan ve Kürt Bitlis Prensince[43] kurulmuş olan cordon sanitaire’a (güvenlik kuşağı ç.n.) uygun olarak “yarı bağımsız” prensliklerini[44] zaten kurmuşlardı. Bu prensliklerin çoğu gelişimini sürdürdü ve 19. yy.a değin yaşadı. Osmanlılar Kürt prensliklerinin yarı bağımsız statülerini korurken, büyük ihtimalle bu prenslikleri kendileri ile Safevi İmparatorluğu arasında tampon bölge olarak güçlendirmeye çalıştılar.
Günümüzdeki sınır düzenlemesi (Türkiye-İran ve İran-Irak) 1639’da bu imparatorluklar arasında yapılan bir anlaşmayla belirlendi. Kürdistan böylece ilk kez iki parçaya bölündü.
19. yy.ın ilk yarısı boyunca Osmanlı sultanları siyaseti daha da merkezileştirmeye çabaladılar. Bu önlem Kürt prenslikleri tarafından şiddetli bir muhalefetle karşılandı.[45] Muhammed Paşa Rewandiz olarak tanınan Soran prensi, 1830’larda Kürdistan’ın büyük bir bölümünü birleştirmeye çalıştıysa da Osmanlı sultanının ordusu tarafından yenilgiye uğratıldı.[46] Diğer prenslikler de benzer şekilde yenildi.
Kürt ulusalcılığı
Etno-ulusalcılığın gelişimi büyük ölçüde ortak bir dil, soy, din ve tarihsel geçmişin varlığıyla ilişkilidir.[47] Kürtler, kendi dil, etnik birlik, ortak duygu ve değerleri ve ortak tarihsel geçmişleriyle, temelde homojen bir etnik grup oluştururlar. Kürtlerin; Asur, Pers, Grek, Roma, Arap, Moğol ve Türk imparatorluklarından daha uzun yaşayarak üç bin yıldır bugünkü yerlerinde var olagelen bir ulus oldukları söylenebilir.[48]
Bilim adamları Kürt ulusalcılığının ortaya çıkış zaman ve koşulları üzerinde derin bir görüş ayrılığı içindedirler. Çoğu, 1840larda ortaya çıktığını iddia etmiştir.[49] Bedirxan 1843-1847 arasında Osmanlılara karşı bir ayaklanmaya liderlik etti. Daha sonraları bu ayaklanmanın, amacı tüm Kürdistan’ı kapsayan bir ulusal devlet kurmak olan ve politik bir hareketin işaretlerini veren, modern anlamda[50] ulusalcı bir hareket olduğu ileri sürülmüştür.[51]
19. yy.daki Kürt ayaklanmalarının, özellikle de 1843-1847 yıllarında Bedirxan ve 1880-1881 yıllarında da Şêx Ubeydullah Nehrî’nin yönettiği ayaklanmaların Kürt ulusalcılığına zemin hazırlayan unsurlar içerdiği doğrudur. Buna karşın, bu ayaklanmaların etkisi genelde lokal olay düzeyindeydi ve sadece Kürtlerin vergilerden ve askerlikten muaf tutulması, muğlak kültürel talepler ve Kürt memurlar tarafından yerel öz-yönetime izin verilmesi gibi sınırlı yönetsel reform talepleri içeriyordu. Bununla birlikte, bu ayaklanmalar; kendi çıkarlarının peşinde koşan veya aşiretlerinin çıkarına gördükleri şeyleri korumak için Kürtlerin ulusalcı duygularını kasten sömüren dini liderler ve/veya aşiret liderleri tarafından yönetildi.[52] C. J. Edmonds, ulusalcılığın çoğunlukla belli liderlerin hırslarını veya aşiret insanlarının herhangi bir türden emir ve otoriteye olan tahammülsüzlüklerini perdelemek amacıyla kullanıldığını ileri sürmektedir.[53] 19. yüzyıl boyuca gerçekleşen Kürt isyanları, değişik toplumsal katmanların birbirinden farklı ve çoğunlukla birbiriyle bağdaşmayan taleplerini içeriyordu. Bu, en az bir ortak mezhebin varlığı durumunda, etnik çelişkinin değişik insanları harekete geçirme kapasitesinin daha çok olduğu gerçeğinden kaynaklanıyor olabilir.[54]
Bir diğer düşünce ekolüne göre, Kürt ulusalcılığı 19. yy.’ın sonları ile 20. yy.’ın başlarında şekillenmeye başladı.[55] 19. yy.’ın sonlarına doğru, Kurdistan[56] adındaki ilk Kürt gazetesi ortaya çıktı. Gazete ilk olarak Kahire’de çıktı ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Kürtler’e yönelik politikasına saldırdı. Gazetenin Kürt edebiyatına da özel bir ilgisi vardı ve Kürtler’in bağımsızlığı düşüncesini pekiştirmek için çok şey yaptı.[57] Yine de, Kürtler Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan diğer etno-ulusal gruplara kıyasla, kendilerine ait bir gazeteyi oldukça geç çıkardılar. 1908’de Türk İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önderlik ettiği yapısal devrimin (Jöntürk devrimi) olumlu etkileri de belirtilmelidir. Devrimin Osmanlı İmparatorluğu içindeki etnik azınlıklar üzerindeki güçlü etkisi açıktı:[58] Jöntürkler, tüm ulusal azınlıklar için ırklar arası eşitliğin garanti altına alınması gerektiğini ilan ediyorlardı. İktidara gelmelerinin ardından, azınlıklar arasında, kendi ulusal örgütlenmelerini amaçlayan politik bir hareketlenme başladı ve Kürtler de kendi ulusal örgütlerini bu yeni politik atmosfer içinde kurdular.[59] Kürt edebi toplulukları kuruldu ve süreli yayınlar, antolojiler vs. yayınlandı.
Modern Kürt ulusalcılığının gelişimi üzerinde bariz etkisi olan bu politik atmosfer, çok uzun sürmedi. Jöntürkler, vaatlerinin aksine, bir Pan-Türkizm politikası gütmeye başladılar.[60] Bu gelişmelerin önemi, Kürt aydınlarının ve kentli unsurların ilk kez Kürt ulusalcı hareketinin liderliğini etkileyebilmeleriydi. Ortadoğu’nun kentsel alanlarındaki Batı etkisinin bir sonucu olan ulusalcılıktan etkilenen eğitimli Kürt nüvesi kendi atılımını yapmak üzere ortaya çıktı.
Birinci Dünya Savaşı sırasında ABD başkanı Woodrow Wilson, ulusların kendi kaderlerini özgürce tayin edebilme hakkına sahip olmalarını öngören ondört maddeyi kamuoyuna sundu.[61] Britanya başbakanı Lloyd George, savaştan sonraki barış konferansının, sömürgelerdeki yerli halkların beklenti ve kaygılarına değinmesi gerektiğini ve bu gruplara self-determinasyon hakkının uygun olduğunu ileri sürdü.[62] Wilson’un ondört maddesi Osmanlı İmparatorluğu’ndaki azınlıklar özellikle de Kürtler tarafından sevinçle karşılandı. 5. ve 12. maddeler kendileri için özellikle önemliydi. Madde 5, sömürgeler hakkındaki tüm anlaşmazlıklar için adil ve samimi bir uzlaşmadan bahsediyordu. Madde 12’ye göre ise, Osmanlı İmparatorluğu içindeki azınlıkların bağımsız gelişme fırsatları garanti altına alınmalıydı.[63] Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması, bir anda ulusal azınlıkların isteklerini canlandıran bir iktidar boşluğu yarattı. Parçalanmayı, dağılan imparatorluk içmdeki azınlıklara çözüm bulma çabalarını da içeren bir barış anlaşması takip etti.[64] Fakat, Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülmesinin etkisi Kürtler, Ermeniler ve Araplar arasında aynı etkiyi uyandırmıyordu.[65] Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması -artık yeni ulusal kimlikler varolduğundan- eski Osmanlı İmparatorluğu’ndaki azınlıkların ulusal kimliklerinin evrime uğramasında önemli bir faktör oldu.[66] İnsanlar artık Osmanlı değil, Türk, Arap, Ermeni, Kürt vs. idiler. Birinci Dünya Savaşı’nın sonuçları, eski Avusturya-Macaristan ve Osmanlı imparatorluklarındaki birçok azınlık ulusal hareketlerinin gelişimine tanıklık etti. Ortadoğu’da azınlıklar, dağılan imparatorlukların topraklarında sınırların çizilmesini gerektiren yeni devletlerin oluşumundan olumsuz etkilendiler. Dinsel ve etnik azınlıklar ayrıştılar ve değişik politik oluşumlara ayrıldılar. Bu gelişme, ulusalcı hareketlerin yükselişinin arkasındaki faktörlerden biriydi.[67] Bu bağlamda, Nadir Entessar’ın vardığı sonuca göre, Kürt etnisitesinin politize olması, Ortadoğu’da modern devlet sisteminin yükselişiyle aynı zamana denk düşmektedir.[68]
Bilim adamları, Kürt elitinin, eğitimli kentlilerin, Kürt ulusalcılığının gelişiminde oynadıkları rolü vurgulamaktadırlar.[69] Ömer Şeyhmus’un ileri sürdüğüne göre, bu elit, İkinci Dünya Savaşında, Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de, bu ülkelerdeki sosyo-ekonomik değişimlerin sonucu olarak hızla gelişti.[70] Entelektüellerin ve okumuş kesimin etkinliğine kaşın, geleneksel Kürt eliti de Kürt ulusalcılığının gelişiminde önemli bir rol oynamıştır. Ulusalcı düşüncelerin yayılmasından ve insanların ulusalcı hareketlere yönelmesinden sorumlu olan Kürt elit yalnızca okumuş ve entelektüel kesim değildi. Geleneksel bir elit Kürt ulusalcılığının gelişiminde çok önemli bir rol oynadı.[71]
Birinci Dünya Savaşı sırasında, bazı Kürt liderleri Ruslarla temas kurup, Rus himayesi altında olması koşuluyla bağımsız bir Kürt devletinin kurulması için destek istediler. Türkiye Kürdistanı’ndan Abdurrezzak Bedirxan’ın çabaları dikkat çekiciydi. Bu lider, Rus ordularının Erzurum ve Bitlis’e ilerlemelerinde Kürtler’in işbirliğini önermek için 1916’da Rusya’ya gitti. Han, dönüşünde Kürtlerin bağımsızlığı için Rusların desteğini talep etti. Görünüşe göre, gerçekten de Ruslar otonom bir Kürt devleti için söz vermişlerdi.[72] Ruslar bu sözlerini tutmak istemiş olabilirler, fakat Osmanlılar’ın, Persler’in ve Almanlar’ın buna karşı çıkacaklarını bildiklerinden, böyle bir adım atamadılar.[73] 1918’de Mahabadlı bir aşiret lideri bazı Britanyalı yetkililerle Britanya himayesi altında bağımsız bir Kürt devleti düşüncesini tartıştı.[74] Britanya, Kürdistan’ın büyük bir bölümüne politik görevliler göndermişti. Bunlardan biri, daha sonra Britanya’nın o zamanki politikasının Kürtlerin otonom veya bağımsız, her türlü varlığı konusunda sorumluluk almaktan kaçınmak olduğunu yazacak olan C.J.Edmunds idi.[75] Diğer bir görevli, hükümet yetkilisi Albay Arnold Wilson 1 Aralık 1918’de Süleymaniye’yi ziyaret ederek, Kürtler’in geleceği konusunda farklı düşünen 60 kadar Kürt lideriyle görüştü. Bunlardan bazıları, Kürdistan’n Irak mandalığından ayrılıp doğrudan Londra’dan yönetilmesini isterken, bazıları da Güney Kürdistan’ı (daha sonra Irak Kürdistanı) Britanya yönetimine sokmak konusunda tereddütlüydüler. Sonunda Irak Kürdistanı olunduğunda, o zamanın en güçlü Kürt lideri olan Şêx Mahmûd Berzencî, Kürtlerin Müttefik Kuvvetler’in savaş sırasında verdikleri sözler uyarınca kendi bağımsız devletlerini talep ettiğini vurguladı.[76]
Gerçekten de, 7 Kasım 1918 tarihli İngiliz-Fransız ortak deklerasyonu Britanya ve Fransız hükümetlerinin Doğu savaşının amacını “uzun zamandır Türkler tarafından ezilen halkların tam ve nihai özgürlüğü ve gücünü yerli halkın inisiyatifi ve özgür seçiminden alan ulusal hükümetler ve yönetimlerin kurulması” olarak tanımlıyordu.[77] Buna bağlı olarak, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde, bağımsız bir devletin inşasıyla Kürtlere özgürlüklerinin verilmesi konusunda çokça konuşuldu.[78] 1919 Nisanında, İstanbul’daki Britanya Yüksek Komiseri, Bağdat’taki Britanya temsilcilerini İstanbul’daki bir Kürt komitesinin Kürtlerin bağımsızlığı talebi konusunda haberdar etti.[79] 3 Mayıs 1919’da, başka bir münasebetle Yurtdışı Bürosu, İstanbul’daki Yüksek Komiser’den Kürtler’in “kendileri için hiçbir şey yapmamış olan Türkler’den sonsuza dek ayrılmak istedikleri” bilgisini aldı.[80] O dönemde Kürt meselesiyle görevlendirilen Britanyalı bir subay olan Binbaşı E. M. Noel, Kürdistan’da Özel Bir Görevde Günlük adlı kitabında, Van, Bitlis, Diyarbakır ve Elazığ’ı içerecek bağımsız bir Kürdistan’ın Britanya desteğiyle kurulması önerisinin Albay Arnold Wilson tarafından yapıldığını yazmıştır.[81]
İngilizler Kürt meselesiyle nasıl başa çıkacakları konusunda bölünmüşlerdi. Bazıları Kürtlerin bağımsızlığı fikrini desteklerken, diğerleri buna karşıydı.[82] Buna karşın, Ekim 1918’de Osmanlılarla ateşkes yapıldıktan sonra, Britanya’nın temel hesabı, parçalanan Osmanlı İmparatorluğundan mümkün olduğunca fazla şey elde etmek ve aynı zamanda Osmanlıların eski pozisyonlarına bir daha asla kavuşmamalarını temin edecek yeni bir denge sağlamak oldu. Bu amaçlarına ulaşmak için, İngilizlerin Osmanlı yönetimi altında yaşayan halkların dostluğuna veya en azından düşmanca olmayan bir konumda olmalarına ihtiyacı vardı. İngilizler kendilerini bir parça ikilemin içinde buldular.[83] Bir yandan Osmanlı İmparatorluğunun kontrolünde yaşayan halklara Müttefiklerin verdiği self-determinasyon sözünü yerine getirirken, aynı zamanda kendi yaşamsal çıkarlarını korumak zorundaydılar. Böylece, Binbaşı Noel’e göre, İngilizler Türklerin pan-islamizm propagandalarını ve Kürtleri kendilerine karşı çevirme çabalarını kırmak için Kürtlerin desteğini kazanmanın yollarını arıyordu. [84]
Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması üzerine Kürtler, İmparatorluk bünyesindeki diğer etno-ulusal gruplar gibi, kendilerini bağımsızlığa ulaşmak için tarihi bir fırsatın eşiğinde buldular. Parçalanmayı Ağustos 1920’de Sevr Antlaşması’yla sonuçlanan barış anlaşmaları izledi. Bu antlaşmanın 62, 63 ve 64. maddelerine göre, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Kürtlere otonomi sağlanıyordu. Bu otonomi, bir yıl sonra Kürtler arasında yapılacak bir referanduma göre bağımsızlığa dönüştürülecekti.[85] Müttefik Kuvveler, özellikle de Büyük Britanya, Sevr Antlaşması’nda Kürtlerin taleplerini desteklediler. Büyük Britanya, Kürtlerin özerkliğini veya bağımsızlığını destekleyerek, pan-türkist düşüncelere dayanan bir devletin oluşumunu engellemek amacıyla, SSCB ile Türkiye, Türkiye ile İran Azerbaycanı ve Türkiye ile Orta Asya arasında bir tampon bölge oluşturmaya çalışıyordu. Bir diğer amaç, kurulacak Kürt devletinin Britanya nüfuzunda olmasını sağlamaktı. Büyük Britanya sadece Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasını değil, aynı zamanda, daha sonra Türkiye adını alacak olan anavatanı da hedefliyordu.[86] Büyük Britanya, bunun yanında, Ekim Devrimi’nden sonra Ortadoğu üzerinde muhtemel bir Sovyet nüfuzu yayılımını da bastırmak istiyordu. Rusların yayılması ihtimali, İngilizlerin Asya ve Ortadoğu’daki çıkarlarına olan ilgilerini bileyen ve 1920 Eylül’ünde Lenin’in önderliğinde gerçekleşen Doğu Halkları Bakü Kongresi’yle artmış olmalıydı.[87] Britanya’nın, öngörülen bağımsız Kürt devletinin, İngiliz çıkar bölgeleri ile Sovyetler Birliği arasında bir tampon bölge işlevi görmesini ummuş olması en güçlü ihtimaldir.
Fakat, Sevr Antlaşması’nın Kürtlerin bağımsız veya özerk olmasıyla ilgili hükümleri gerçekleşmedi. Zaten 1921’deki Londra Konferansı’nda, Müttefikler Kürtlere verdikleri sözleri savsaklamaya başladılar. Müttefiklerin tutum değiştirmesinin altında birkaç neden yatmaktadır. Birincisi, Mustafa Kemal önderliğindeki Türk ulusalcı hareketinin Anadolu’daki Kürt bölgelerini de içine alarak Türkiye Cumhuriyeti’ne dönüşmesi. Bu bölgeler, Sevr’de üzerinde anlaşılan Kürt bağımsızlığı veya özerkliği için düşünülen coğrafyanın bir bölümüydü. İkincisi, Yurtdışı Bürosu Araştırma Bölümü’ne göre, Sevr Antlaşması’nın onaylanmasını engelleyen Atatürk önderliğindeki Türklerin direnişi sözkonusuydu. Bunlar, 1923’te Sevr’in yerini alan Lozan Antlaşmasında Kürtlerden veya Ermenilerden herhangi bir şekilde bahsedilmesini de engellediler.[88] Üçüncüsü, bir yanda İngilizler ve Irak mandalığı, diğer yanda Türkiye olmak üzere, neredeyse Iraq Kürdistanı’nın tamamını içine alan Musul ili (eski Osmanlı’da Musul Vilayeti) üzerinde hak iddialarının olması. İngilizlerin Irak’taki ve özellikle de Musul’daki petrolle ilgili çıkarları, Britanya’yı Irak’ın iddialarını desteklemeye yöneltti. İngilizler, böylece kendi çıkarlarını korumayı seçtiler. Kürtler ise bu konunun mağlupları oldular.[89] Sonuncusu, Türk Kemalist rejimi ile Sovyet Rusya arasındaki yakın ilişkiler İngilizleri oldukça endişelendiriyordu. Böylece İngilizler, yeni Kemalist rejimle iyi ilişkilerin korumak umuduyla, bir Kürt devletinin kurulması fikrini desteklemekten vazgeçti.[90] İngilizler, Türklerle dostluk kurmak ya da onları Sovyet Rusya’ya “terketmek” seçenekleriyle karşı karşıya kalmışlardı. İkinci seçenek, İngilizler için yıkım getirebilirdi. Sonuçta İngilizler kendi startejik ve ekonomik çıkarlarını öne çıkarmış oldular.[91] Bağımsız bir Kürt devleti İngiliz veya Fransız çıkarlarına uygun olmadığından, Kürtlere yeni devletler kabul ettirildi. Eski Osmanlı’daki Kürdistan topraklarının geriye kalanı Türkiye’de kalmasına rağmen, İngilizler bugünkü Irak Kürdistanı’nı Irak mandalığının içine dahil ederken, buraların startejik ve ekonomik açıdan önem taşıyan petrole sahip Kürt bölgeleri olması temel kaygılarıydı.[92]
Lozan Antlaşması 14 Temmuz 1923’te imzalandı. Bu antlaşmanın 5. maddesi, Turkiye’deki azınlıklar sorunuyla ilgiliydi ve azınlıkların haklarının Türkiye tarafından tanınması gerektiğini belirtiyordu.[93] Ancak, bu hakların içeriği belirlenmemiş ve Kürtlerin bahsi bile edilmemişti. Lozan Antlaşması pratikte Sevr Antlaşması’nın hükümlerini boşa çıkarttı.
Müteakip üç yıl boyunca (1923-1926) Kürt sorunu, bir yanda Türkiye, diğer yanda Irak mandalığı ve Büyük Britanya olmak üzere, taraflar arasındaki bölgesel bir ihtilaf konusuna bağlandı.
Türkiye ile Irak mandalığı arasındaki sınır sorunu Lozan Antlaşması’nda zaten tartışılmıştı. Türkiye de, Irak ve Büyük Britanya da Musul vilayetinin tamamını talep ediyordu. Milletler Cemiyeti Konseyi 20 Eylül 1924’te Musul konusunda müzakereler başlattı ve özel bir komisyon bu ihtilafı araştırmakla görevlendirildi. Musul vilayetinin nüfusunun çoğunluğunu Kürtler oluşturmasına rağmen, Büyük Britanya ve Türkiye, Kürt nüfusunun çıkarlarını ve beklentilerini umursamadan iddialarını sürdürdüler.[94] Komisyon, ihtilaflı bölgede bir Iraklılık ulusal duygusu bulunmadığını ve Kürtlerin açık bir biçimde yükselen bir ulusal bilinç sergilediklerini rapor etti.[95] Komisyonun nihai önerisi, Musul vilayetindeki Kürtlerin çıkarlarının dikkate alınması gerektiği şeklindeydi.[96] Ancak, en sonuna Musul vilayeti Irak mandalığına bırakıldı ve böylece Kürdistan Türkiye, Irak İran, Suriye ve Sovyetler Birliği arasında bölüşülmüş oldu.[97] Yukarıda sayılan ülkelerin hiçbiri herhangi bir şekilde bağımsız bir Kürt devleti varlığını görmek istemediklerinden, o günden sonra Kürtlerin bağımsızlığı fikri gerçekçilikten oldukça uzak bir fikir gibi görünmeye başladı.[98]
Özetlenecek olursa, Kürt ulusalcı hareketi o zamanlarda var oldu ve çeşitli güçlerin dikkatini iki nedenden ötürü üzerine çekti: ilki, Musul’daki petrol varlığı; ikincisi, Kürtlerin değişik ülkeler arasında bölünmüş olması nedeniyle belli ülkeler tarafından komşu ülkelerin hükümetlerini zor durumda bırakmak için kullanılabilecek olmaları idi. Bu bağlamda, Kürtler önemli bir uluslararası unsurdular.[99]
İngilizceden çeviren: Bawer UÇAMAN
[1] Hussein, 1985, s. 28; Entessar, 984, s. 911; Izady, 1992, s. 28-29; Medler hakkındaki diğer detaylar için bkz. Al-Karadaghi, 1992, s. 6-67.
[2] Elphinson, 1946, s. 92; Hazen, 1979, s.50; Arfa, 1966, s. 3; Izady, 1992, s. 30-31.
[3] Jawad, 1981, s. 1; Hazen, s. 50; Burton, 1944, s. 66; aynı zamanda bkz. Barth, 1979, s. 11-12.
[4] Eagleton, 1988, s. 9.
[5] Elphinston, 1946, s. 92.
[6] Westermann, 1946, s. 679.
[7] Zakie, 1939, s. 312.
[8] Edmonds, 1971, s. 88. An abrupt change may be observed along the line running from Mosul up to Rawanduz Gorge to Lake Urmiya in İranian Kurdistan. Eagleton, 1988, s. 10.
[9] Bruinessen, 1992, s. 21-22; ve bkz. Hussein, 1985, s. 29-30.
[10] Sim, 1980, s. 2.
[11] Kreyenbroek, 1992, s. 68. Aynı zamanda bkz. Eagleton, 1988, s. 10.
[12] Detaylar için bkz. Kreyenbroek, 1992, s. 68-72.
[13] Laanatza, 1984, s. 22.
[14] Edmonds, 1971, s. 88; Entessar, 1992, s.4, 86; Izady, 1992, s. 188.
[15] Bkz. örneğin, Kreyenbroek, 1992, s. 68-69.
[16] Izady, 1992, s. 119, tablo 4A, ve orada başvurulan kaynaklar. Diğer değerlendirmeler için bkz., örneğin, Sim, 1980, s. 3 ve Bruinessen, 1992, s. 15.
[17] Chailand, 1980, s. 11; Sluglett, 1986, s. 177.
[18] Whitley, 1980, s. 246. Bu durum, 1990’da Türk hükümeti Kürtçe’nin halk tarafından kullanımına izin verdikten sonra değişti.
[19] Entessar, 1992, s. 3; Eagleton, 1988, s. 9
[20] Izady, 1992, s. 117, tablo 3. İran’ın toplam nüfusu yaklaşık 17.000.000 idi. Naamani, 1951, s. 208.
[21] Ghassemlou, 1965, s. 24
[22] Hussein, 1985, s. 29.
[23] Bkz., örneğin, Burton, 1944, s. 66.
[24] Entessar, 1984, s. 912.
[25] Entessar, 1989, s. 86
[26] Kürdistan’ın sosyal ve politik örgütlenmesine dair en önde gelen kaynak, Martin van Bruinessen, Agha, Shaikh and State: On the Social and Political Structures of Kurdistan, (London. New Jersey: Zed Books Ltd. 1992, ikinci basım); Güney Kürdistan’daki (Irak Kürdistanı) sosyal ve politik örgütlenme üzerine, bkz. Fredrik Barth, Principles of Social Organization in Southern Kurdistan, (New York: AMS Press, 1979).
[27] Bkz., örneğin, Westermann, 1946, s. 681.
[28] Eagleton, 1988, s. 10.
[29] Ghassemlou, 1988, s. 14.
[30] Bruinessen, 1992, s. 66.
[31] Harris, 1977, s. 114.
[32] Yalda, 1980, s. 104-105.
[33] Sim, 1980, s. 2.
[34] Izady, 1992, s. 192. Bu türden sadakat “içe yönelik”tir. Ghods, 1989, s.xi.
[35] Chaliand, 1980, s. 11; Sluglett, 1986, s. 177.
[36] Ghassemlou, 1965, s. 14.
[37] Bkz., örneğin, Barth, 1979, s. 11; Eagleton, 1988, s. 7.
[38] Izady, 1992, s. 200; sözkonusu ülkelerin sınır bölgelerinde Kürtlerin hayati rolü üzerine bir tartışma için bkz., Sheikhmous, 1992, s. 136-137.
[39] Hazen, 1979, s. 51.
[40] Ghassemlou, 1988, s. 14.
[41] Ghassemlou, 1965, s. 85; Bruinessen, 1992, s. 13-24.
[42] Arfa, 1966, s. 16.
[43] XVI. yy.ın sonlarına kadarki Kürt prenslikleri hakkında detaylı bilgi, Şerafeddin Han Bitlis tarafından 1596’da Farsça olarak yazılmış olan Şerefname’de yer almaktadır.
[44] Kianne, 1970, s. 22-23; Entessar, 1992, s. 3-4; Sheikhmous, 1992, s. 137. Bitlisi, Yavuz Sultan Selim’in baş danışmanlarından biri oldu.
[45] Bkz., örneğin, Othman, 1989, s. 45; McDowall, 1991, s. 296.
[46] Arfa, 1966, s. 22-23.
[47] Entessar, 1984, s. 912.
[48] Edmonds, 1971, s. 106.
[49] Kianne, 1970, s. 23; Talabani, 1970, s. 38; ‘Ali, 1986, s. 46.
[50] Kianne, 1970, s. 23.
[51] ‘Ali, 1986, s. 44-46. Aynı zamanda bkz. Sherko, 1987, s. 42-43. Daha çok detay için bkz. Talabani, 1970, s. 33ff.
[52] Othman, 1989, s. 51.
[53] Edmonds, 1971, s. 88.
[54] Tägil, 1984, s. 24.
[55] Zeidner, 1959, s. 24; Catudal, 1976, s. 1025; Hazen, 1979, s. 61; ‘Abdul-Rada, 1975, s. 8; Elphinson, s. 94; Hussein, 1985, s. 31-32
[56] Edmonds, 1971, s. 89; Kendal, 1980, s. 55.
[57] Ahmed, 1984, s. 102-103; Elphinson, s. 94.
[58] Kianne, 1970, s. 25; ‘Abdul-Rada, 1975, s. 39-40; Talabani, 1970, s. 48-52.
[59] Detaylar için, bkz. Othman, 1989, s. 48-50. James Kellas’ın belirttiğine göre, “Ulusalcı partilerde ve politik örgütlerde örgütlenmiş ulusalcı militanlar olmadan, ulusalcılık politik açıdan genelde etkisiz olacaktır.” Kellas, 1991, s. 78.
[60] Daha detaylı bilgi için, bkz. Ahmed, 1984, s. 94ff; O’Balance, 1973, s. 19; Sherko, 1987, s. 55.
[61] Emerson, 1960, s. 26. Detaylar için, bkz. Østerud, 1984, s. 93-110, 76.
[62] Emerson, 1960, s. 25.
[63] Ulusal azınlıklara yönelik barış antlaşmaları hakkında bilgi için, bkz. Harold W. V. Temperly, A History of the Peace Conference of Paris, (London: Oxford University Press, 1969) cilt I, s. 129-194. Ondört Madde’nin Kürt ulusalcılığı üzerindeki etkisi için, bkz., örneğin, Ahmed, 1984, s. 319-320, ve Edmunds, 1971, s. 90.
[64] Entessar, 1992, s. 12; Sheikhmous, 1992, s.131. Bu yan üzerinde ileride daha detaylı olarak durulacaktır.
[65] Othman, 1989, s. 39
[66] Erksen, 1992, s. 220.
[67] Gurr, 1992, s. 68.
[68] Entessar, 1992, s. 1.
[69] Bkz. Cottam, 1964, s. 68.
[70] Sheikhmous, 1992, s. 135
[71] Detaylıl bir tartışma için bkz., Nabaz, 1985, s. 9-11.
[72] Yurtdışı Bürosu, Araştırma Bölümü, “Kürt Sorunu,” FO. 371/40219, İran, 1944.
[73] Ahmed, 1984, s. 64-65.
[74] Jwaideh, 1960, s. 399-400.
[75] Kianne, 1970, s. 35.
[76] Ashkenazi, 1946, s. 165; Perash, 1986, s. 16.
[77] Yurtdışı Bürosu, Araştırma Bölümü, “Kürt Sorunu,” FO. 371/52369, Irak, 1946.
[78] Foster, 1936, s. 152.
[79] Gavan, 1958, s. 21.
[80] Aynı eser.
[81] Noel, 1919, s. 1.
[82] Kianne, 1970, s. 36.
[83] Aynı eser.
[84] Noel, 1919, s. 1.
[85] Sevr Antlaşması bakımından Kürt sorunu hakkında detaylar için, bkz., örneğin, Safrastian, 1948, s. 77-78; Ahmed, 1984, s. 344-348; Jwaideh, 1960, s. 374-383.
[86] Olson, 1992, s. 2; Ahmed, 1984, s. 345.
[87] Bakü Kongresi hakkında detaylar için bkz., örneğin, Seton-Watson, 1960, s. 128-130; ve Ahmed, 1984, s. 195-239.
[88] Yurtdışı Bürosu, Araştırma Bölümü, “Kürt Sorunu,” FO. 371/52369, Irak, 1946; bu gelişme hakkında daha fazla bilgi için bkz., Olson, 1992, s. 4-5.
[89] Izady, 1992, s. 201-202; Musul sorunu hakkında detaylar için bkz., Beck, 1980, s. 256-277.
[90] Zeidner, 1959, s. 24-25; Ahmed, 1984, s. 350; Alexandrove, 1986, s. 403-411.
[91] Foster, 1936, s. 152.
[92] Izady, 1992, s. 198-202. Aynı zamanda bkz. Bruinessen, 1992, s. 13. Irak’taki Kürt bölgelerindeki petrolün önemi ile ilgili olarak bkz. Central Office of Information, 1948, s. 11.
[93] Gavan, 1958, s. 24.
[94] En güvenilir nüfus sayımı 1922-1924 arası Irak hükümeti tarafından yapıldı ve şu sonuçlar çıktı; Kürtler 494.007; Araplar 166.941; Türkler 38.652; Hıristiyanlar 61.336; Yahudiler 11.897; Yezidiler 26.257. Milletler topluluğu Komisyon Raporu, s. 31, aktaran Foster, 1936, s. 161.
[95] Milletler topluluğu Komisyon Raporu, s. 78, aktaran Foster, 1936, s. 163.
[96] Foster, 1936, s. 174.
[97] Musul sorunu ve Kürt sorunu üzerindeki etkileri hakkında daha fazla detay için bkz., örneğin, Ghassemlou, 1965, s. 64-65; ve Foster, 1936, s. 142-177.
[98] Hazen, 1979, s. 50.
[99] Irak’taki İngiliz Haberalma Komutanlığı, Bağdat, 3 Haziran 1942, “Kürt Ulusalcılığı – Xoybûn Cemiyeti”, rapora ek no. 3 Haziran 1939, 1942, Bağdat’taki Amerikan Legasyonu’ndan, Devlet Onluk Dosya Bölümü, 890G.00/625, NA.