ALİ RIZA AYDIN
Çocukluğundan beri varlığın gizeminden etkilenmiş olan Jung, yaşamının ilk yıllarında birçok dinî konularla karşılaşmıştır. Henüz 11 yaşında iken Hıristiyanlıktaki Tanrı tasavvuru ile ilgilenmiş ve kavrama noktasında bir hayli güçlükler yaşamıştır. Jung, Hıristiyan bir ilâhiyatçı olan babasından edindiği teolojik bilgilerin incelikleriyle ilgilenişini şöyle anlatmaktadır:
Babamın verdiği ilmihal derslerini çok iyi hatırlıyorum. İlmihal dersleri beni tarif edilemeyecek şekilde sıkıyordu. Bir keresinde ilginç bir şeyler bulmak için bu küçük kitabın yapraklarını çevirdim ve gözüm teslis konusundaki paragraflara ilişti. Bu benim ilgimi çekti ve ders bu bölüme gelinceye kadar sabırsızlıkla bekledim. Fakat özlenen dersegelindiğinde babam şöyle dedi: “Bu bölümü geçeceğiz. Bu konuyu geçmenin dışında başka bir şey yapamayacağım.”
Bir tartışma konusu olarak güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyen Hristiyan teolojisindeki teslis inancına, Jung’unilgisi hep devam etmiştir. Nitekim bu ilgi, sonraki yıllarda Jung’u Psychological Approach to the Dogma of the Trinityadlı eseri kaleme almaya sevk etmiştir.
- Sponsorlarımız -
Jung Tanrı kavramını açıklarken arketip8 kavramından yararlanır ve Tanrı kavramına yönelik önermesini oluştururken de Tanrı’nın bir arketip olduğunu söyler.9 Ona göre Tanrı arketipi bilinçdışından bilince ulaşarak kendini kabul ettirir ve insanın davranışlarına yön verir. Jung’a göre din bir tecrübe konusudur. İnsan Tanrı’yı bir tecrübe olarak bilir. Bundan dolayı Jung, Tanrı’dan God-imago ya da God-symbol olarak söz eder. Jung’a göre Tanrı inancı bilinçdışında gerçekleşen ruhsal bir olaydır. Jung, ruhta var olan şeyin gerçekte de var olduğunu belirtir ve bunun üzerinde önemle durur.
Jung’a göre Tanrı imgesi, belirli psikolojik bir durumun sembolik ifadesidir. Geleneksel görüşe göre ise Tanrı, kuşkusuz mutlaktır, yani zatıyla kaim olandır. Jung’un kendi analitik psikolojisine göre Tanrı’yı tanımlama biçimi, geleneksel kilise otoritesine boyun eğen ve mevcut Hıristiyan akidelerinin bağlayıcılığını savunanlar tarafından kabul gördüğü pek söylenemez. Jung’un şu sözleri de geleneksel Hıristiyan değerleri açısından kabul görmemişti:
Ancak ruh vasıtasıyladır ki biz, Tanrı’nın bize etkide bulunduğunu kanıtlayabiliriz, fakat biz, bu eylemlerin Tanrı’dan mı yoksa bilinçdışından mı çıktığını ayırt edemeyiz. Biz, Tanrı ve bilinçdışının iki farklı varlık olup olmadığını da söyleyemeyiz. Bunların her ikisi de aşkın içeriklere yönelik bitişik kavramlardır.
Jung’un açıklamalarına yönelik bu itirazlar, kuşkusuz bilinçdışına yüklenen anlam farklılığından kaynaklanmaktadır. Jung birçok kez, teolojisine yönelik eleştiride bulunanların, kendi metodolojisinin modern bilimin yöntemleri gibi aynı deneysel tabiata sahip olduğu gerçeğini görmezlikten geldiklerini ifade etmiştir. Bu deneysel yaklaşıma Jung, zamanla inanç faktörünü de eklemiştir. Jung’un deneysel yapı içerisinde inanca yer vermesi kendi analitik pratiğine dayalıdır. Teolojik olarak bir başka itiraz ise, Jung’un Teslis konusundaki düşüncelerinedir. Ona göre üçlü bir karakter taşıyan teslis, psikolojik olarak dörtlü bir karakter de taşıyabilir. Dördüncü karakter bir gölge, aydınlığın zıttı olan karanlık veya iyiliğin karşısında yer alan ahlâkî kötülük olabilir. Ancak dörtlü görünümün dördüncü unsuru kötülükle özdeşleştirilirse o zaman Tanrı’ya kötülük izafe edilmiş olur. Böylesi bir inanç da geleneksel görüşe aykırı düşer. Bu konuda Raymond Hostie şunları söylüyor:
Jung’un üzerinde durduğu kötülük bariz şekilde ruhsaldır. Ancak biz, bu kelimenin ne anlama geldiğini bilmemiz gerekir. Ruhsal kötülük, kişinin gelişimini engelleyen nesnel içsel realiteler (nefsin isyankâr yanı) kadar dış olayları da içerir. Bu dış olaylar kişiden bağımsız ve acı veren şeylerdir. Fakat Jung, çoğunlukla ruhsal kötülüğü ahlâkî kötülük olarak isimlendirir. Geleneksel terminoloji Jung’un budeğerlendirmesini günah anlamına gelecek şekilde kullanır. Jung’a göre ahlakî kötülük, ruha zarar veren kötülüktür.
- Sponsorlarımız-
Jung, insanın kötülük boyutuna neredeyse bütün eserlerinde vurgu yapmaktadır. Jung’a göre kötülük probleminin ihmal edilmesi, bütün insanlık medeniyetini yıkacak büyük bir aptallıktan başka bir şey değildir. Jung, dini ruhsal yaşamın salt bir bölümü olarak anlamamakta, dini ve Tanrı’yı kötülük olgusu bağlamında yeniden ele almaktadır. Bireyi anlamak için onu gölge kişiliği ile ele almanın şart olduğunu söyleyen Jung, aynı şekilde dine ve Tanrı’ya bütüncül olarak anlam vermek için de onları kötülük problemleriyle ele almanın gerekliliğine inanmaktadır. Kötülük konusunu felsefî ve teolojik boyutta tartışmayan Jung, dünyayı bir kötülük yeri olarak görmekte ve güçlü ve merhametli bir Tanrı fikrinin dünyada yaşanan kötülüklerle nasıl uzlaştırılacağı temel sorusu üzerinde durmaktadır. Tanrı’nın en iyiyi temsil etmediğini savunan Jung, Tanrı’yı iyiliği ve kötülüğü doğasında bulunduran zıt bir varlık olarak algılamaktadır.
Jung’un öteden beri karşılaştığı dini tecrübeler, onu geleneksel kilise dindarlığının dışında yeni ve farklı bir din ve Tanrı anlayışına sevk etmiştir. Bu gelişmede psişik dünyasında yaşadığı gizemli değişmelerin doğrudan etkileri söz konusudur. Jung, çevreden gelen ısrarlı sorulara rağmen kişisel Tanrı inancıyla ilgili açık bir tavır ortaya koymamıştır. İngiliz televizyon kanalı BBC’de katıldığı bir söyleşide kendisine yöneltilen “Tanrı’ya inanıyor musunuz?” sorusuna “inanmıyorum, fakat biliyorum” şeklinde verdiği cevapla kişisel dindarlığını “inanma” olgusuyla değil, “bilme” olgusuyla açıklamıştır.
Sonuç olarak Jung’a göre Tanrı, insanın bilinçdışı arketipselbir yanı ve bireysel bir tecrübe ürünüdür. Kişi Tanrı’yı psikolojik bir realite olarak kendi zihninde hisseder. Tanrı’dan söz ederken genellikle Tanrı imgesi kavramını kullanan Jung, “çağrılsın ya da çağrılmasın, Tanrı hep var olacaktır” sözüyle kendi fikir sisteminde Tanrı’ya olan inancını dile getirmiştir. Belki de Jung’un yaptığı en önemli şey, batı inanç ve düşünce sisteminde bastırılan ve dışsallaştırılan Tanrı fikrini yeniden insan ruhuna yerleştirmesi olmuştur.