ONUR DURSUN
Son yıllarda literatüre giren, Bourdieu’ye ait sembolik şiddet kavramı, aslında bir tahakküm eleştirisidir. Ortaya çıkmakta olan yeni tahakküm biçimlerinin işleyişini açıklamayı amaçlayan sembolik şiddet, sosyolojik bağlamda ele alınması gereken bir olgudur. Günümüzde, insan haklarının ihlal edilmesi ile ilgili çalışmalarda kullanılan bir kavramdır. Çünkü sembolik şiddet ve baskıcı fiziksel şiddet uygulamaları arasında diyalektik bir ilişkinin olduğu ileri sürülmektedir. Colaguori, sembolik şiddetin, bireysel saldırganlığın biyolojik ve fiziksel uygulaması olmadığını belirtir. Caloguori, Bourdieu’nün sembolik şiddetinin, sosyolojik bir şekilde ele alınması gerektiğini vurgular. Bu şiddet, fiziksel bir şiddet değil, sosyal kontrol yöntemidir (Colaguori, 2010, s. 388).
Bourdieu, bir yıldırma politikası içermediği ölçüde sembolik şiddetin, bir birey üzerinde sadece uygulanabileceğini belirtir. Sembolik şiddete maruz kalan kişinin habitusunda, bu şiddeti hissedeceği doğrultusunda bir bilinç zaten önceden tayin edilmiştir. Bazı bireylerin sembolik şiddeti kabul etmeyebileceğini belirten Bourdieu, sembolik şiddetin temelinde, korku psikolojisinin yattığını dile getirmektedir. Bu korkunun sebebi, göz korkutan ve gözü korkan bireyler veya şartlar arasındaki ilişkilere gömülüdür. Daha doğrusu, sembolik şiddetin kaynağı, bu şiddeti uygulayan ve bu şiddete maruz kalan bireylerden her birinin sosyal uzamda kaplamışolduğu alanın sosyal üretim koşulları arasındaki ilişkiye temellenmiştir (Bourdieu, 1991, s. 51). Egemen güçlerin, grupların ya da kişilerin sosyal uzamda, diğer insanlar üzerinde dolaylı baskılar kurması, sembolik şiddet olarak kavramsallaştırılmıştır.
Sembolik şiddet, nesnel yapılarla bu nesnel yapılara kendilerini uyumlandıran toplumsal eyleyiciler arasında bir ilişki olarak anlaşılmalıdır. Bu ilişki ise içerisinde gizil bir gücü barındırmaktadır. Başka bir deyişle, toplumsal yapılara uyum sağlamak, sembolik şiddetin etkisine girmek anlamına gelmektedir. Yapılar içerisine kendisini gizleyen sembolik şiddet, insan davranışlarında rızaya dayalı bir tahakküm şekline dönüştürmektedir (Bourdieu&Wacquant, 2010, s. 167).
- Sponsorlarımız -
Toplumda egemen yapıların yeniden üretimi, kültürel değerler sistemine bağlıdır. Bu düzen, yani değerler, evrensel bir olgu şeklinde sunulurlar. Fakat içerikleri ve bağlamları, tarihsel ve politik olarak belirli süreçler tarafından tanımlanmıştır. Keyfi bir yapılanma özelliği gösteren bu süreç Bourdieu’nun tanımladığı “sembolik şiddettir” (Wolfreys, 2000).
Sembolik şiddet kavramı, dolaylı kültürel mekanizmalar aracılığıyla, toplumsal yapıda düzenin ve baskıların nasıl kurulduğunu ve devam ettirildiğini açıklamak için kullanılan bir kavramdır. Bu kavram, sembolik sistemlerin dayatmasına ve gruplar üzerindeki anlamlara göndermede bulunur. Bu gruplarda yer alan insanlar, sembolik şiddeti birçok yolla meşru bir şekilde deneyimlerler. Bu tarz bir şiddet, sosyal bir eyleyen üzerine, onun suç ortaklığıyla uygulanır. Eşdeyişle, bireyler, alan içerisinde güncel olarak uygulanan egemenlik kurma yapılarını ve davranış kalıplarını kabul ederler. Egemen gücün, bireyleri, birçok yönden denetlemesi ve kendi davranış kalıpları, istekleri ve uygulamaları doğrultusunda örgütleme çabası, sembolik şiddet olarak kavramsallaştırılan olgunun kendisidir. Bu şiddet türü, kendisini tanınamaz bir hale getirerek veya eyleyenlerce yanlış fark ettirilerek var olan güç ilişkilerini karartma özelliğine de sahiptir (Jones, Cushion, 2006, s. 144).
Bourdieu’nün sembolik şiddet kavramı, en temel olarak eşitsiz ilişkilerde, insanlar arasındaki dengesiz güç uygulamalarında görülebilmektedir. Aynı zamanda sembolik şiddet, insanlara dayatmalar yoluyla sunulmamaktadır. İnsanlar, kendi rızalarıyla ve egemen gücün meşru uygulamalarıyla veya yürürlüğe koyduğu yasal yaptırımlarla sembolik şiddetin etkisine girerler (Colaguori, 2010, s. 392). Sembolik şiddet, egemen güç uygulamalarının, insan pratiğine/davranışına dönüştürülmesine neden olur (Colaguori, 2010, s. 398).
Sembolik şiddet, sosyal uzamda birçok şekilde kendisini açığa çıkartır. Bourdieu, istihdamın, bir ülke içerisinde sıradanlaştırılmasını dahi sembolik şiddet uygulaması olarak yorumlar. İstihdamın sıradanlaştırılması, çalışanları itaate, sömürü düzenini içselleştirmeye zorlamaktadır. Bu uygulama sabit devletin güvensizliği ve genelleşmiş atama sistemi üzerine temellenmiştir (Bourdieu, 1998b, s. 58). Bireylerin istihdam edilmesi, egemen gücün istekleri ve meşrulaştırılmış uygulamaları bağlamında ve altında gerçekleştirildiği için, her ne kadar olumlu görünse de aslında içerisinde bir şiddet unsuru barındırmaktadır. Bu şiddet, Bourdieu’ya göre, yine bir sembolik şiddettir.
Bourdieu, bekârlar üzerine yapmış olduğu araştırmasını aktarırken şu ifadeleri kullanarak, sembolik şiddetin etkisini göstermeye çalışır:
- Sponsorlarımız-
Fransa, son otuz yıl içerisinde köylülerinin çok önemli bir oranını, en ufak bir polis şiddeti kullanmadan tasfiye etmiştir, oysa Sovyetler Birliği köylülerini tasfiye etmek için en şiddetli yollara başvurmuştur. Başka bir deyişle sembolik şiddet, belli koşullarda daha etkin bir şekilde işlev görebilir. (Bourdieu&Wacquant, 2010, s. 165)
İktisadi alanda çok yumuşak bir biçimde kendisini gösteren bu şiddeti Marksist geleneğin görmemesi Bourdieu’ye göre, büyük bir gözden kaçırmadır/zayıflıktır (Bourdieu&Wacquant, 2010, s. 165).
Bourdieu, ataerkil toplumlarda erkek egemenliğinin sembolik şiddet olduğunu gözden kaçırmaz (Bourdieu&Wacquant, 2010, s. 170). Ataerkil toplumlarda, yani erkek egemen toplumlarda, ki dünyanın neredeyse bütün toplumları böyledir, başta cinsiyet ayrımı olmak üzere çeşitli ayrımlara dayalı yaşam tarzları çeşitli şekillerde ve düzeylerde sembolik şiddet barındırmaktadır. Toplumun önemli mekanizmalarının neredeyse tümünde eyleyenlerin büyük oranda erkek olması, erkeğe soyut ama somutlaşabilen güçler yüklemektedir. Aslında bu, tarihsel bir olgudur. Arkaik toplumlardan modern toplumlara uzanan tarihsel süreçte, yönetim ve iktisadi üretim mekanizmaları erkeklere bahşedilmiştir. Bu da, en küçük yapı taşı olan aileden tutunda makro yapı olan topluma kadar birçok alanda erkeği soyut anlamda güçlü kılmıştır. Ataerkil toplumlarda babanın üstlendiği aile yönetimi, toplumu yönetmeye kadar varmıştır. Böylelikle erkekler, birçok ilişkiyi belirlemede üstün kılınmış, otoriteyi ele geçirmişlerdir. Başka bir anlatımla, sembolik gücü ele geçiren erkek, sembolik şiddeti uygulama hakkını da kendinde görmüştür. Ataerkil toplumlar ve bu toplumların alt alanları erkeklerce biçimlendirilmekte ve yönetilmektedir. Bu, erkeği bütün sermaye türlerinde güçlü kılmak anlamına gelir. Sermaye türlerini elinde bulunduran erkek, sermayeden doğacak her türlü sembolik gücün de hâkimi olur ve bunu başta kadınlar olmak üzere, kendisinden daha güçsüz gördüğü zümreleri yönetmek ve denetimine almak için sembolik şiddete dönüştürür. Ataerkil toplumlarda erkeğe ve kadına dair oluşturulan böylesi habituslar, erkeği sembolik güç sahibi (istese de istemese de), kadını ise sembolik şiddet mağduru (kabul etse de etmese de) kılmıştır. Bu nedenledir ki Bourdieu, ataerkil toplumlarda erkek egemenliğini sembolik şiddet olarak nitelendirmiştir.