MAHMUT MEÇİN
İslam felsefesinde İşrâk okulunun kurucusu sayılan Sühreverdî bu okulun öğretilerini diri tutanlar tarafından Şeyhu’l İşrâk adıyla anılmaktadır. Sühreverdî’ye göre dünyada var olan her şey Mutlak Nur’un özü olan (Nûru’l Envâr) Allah’tan gelir. Görebildiğimiz tüm hakikat, çeşitli yoğunluk derecelerine sahip nurdan başka bir şey değildir. Kurtuluş ise bu nura tam olarak ulaşmakla mümkündür (390). Nur aynı zamanda zulmetin zıddı olarak hayatın kaynağıdır. Nur içermeyen her şey som karanlıktır (391). Sühreverdî’de gördüğümüz nur ve karanlık kavramları Platon veya gnostik dinlerde olduğu anlamıyla birbirine zıt iki düşman güç gibi değildir. Nur asıl, karanlık ise onun gölgesidir. Karanlık her an Nur’a kavuşma çabasındadır. Bu nedenle ona iştiyak ve sevgi besler. Her şey bu Nur’a kavuşmak ister. İşrâk felsefesinin temelinde yer alan bu ”Nur” öğretisi Sühreverdî’nin ölüm sonrası hayat tasavvurunu da belirlemektedir. Bu öğretiye göre insanın en karanlık yanı cesedidir (392).
Ruhu bitkisel, hayvanî ve insani olmak üzere üç tür mertebeye ayıran Şeyhu’l İşrâk insanî ruhun bazı hayvanlarla ortak olduğu kimi dışsal yetilerin yanında beş içsel yetiye de sahip olduğunu söyler. Bu yetiler hayâl, idrak, tasavvur, hafıza ve hepsinin tâcı, ilahî ışığın aynısı olan aklî ruhtur ki beden zindanına hapsolmuştur (393). Sühreverdî, ruhun aslî vatanını yitirdikten sonra yeniden oraya ulaşma çabasına ve bunun için geçmesi gereken hatırlama sürecine büyük önem vermiştir (394).
Sühreverdî “nefs-i natıka” olarak adlandırdığı insanî ruhun, bedenin bozulmasıyla bozulmayacağını çünkü ruhun özü olan nurun bedene ihtiyaç duymadığını söyler (395). Ruh henüz beden kalesinde mahkûm durumdayken maddi bağlarından kurtulup melekûtî ışıkların aydınlığına erebilmesi için arınması gerektiğine dikkat çeker. Bu aydınlığa ulaşmak her insanın hedefi olmalıdır diyen Sühreverdî’ye göre her ruh hangi tamlık derecesine sahip olursa olsun, gerçekte neyin peşinde olduğunun bilincinde olmasa bile hayatının her anında Yüce Işığı aramaktadır. Gerçek mutluluk ancak o “Göksel Işık”la aydınlanmakla elde edilebilir. Bu hayatın tüm cüz’i ve fani sevinç ve mutlulukları marifet ve aydınlanma ile elde edilen neşenin birer tecellisinden başka bir şey değildir (396).
- Sponsorlarımız -
Sühreverdî’ye göre bu dünyada ruh elde ettiği bilgi ve aydınlanma ölçüsünde ölüm sonrasındaki durumunu da belirler. Ölüm sonrası durumlarına göre ruhları üç sınıfa ayırır: Bu hayatta bir derece arınmış olanlar (su‘adâ); ruhları kötülük ve cehaletle kararmış olanlar (eşkiyâ) bir de bu hayattayken kutsallık ve aydınlığı kazanmış olanlar yani bilge ve hakîmler (Muteellihûn). Ruhu bir ölçüde arınmış olan birinci gruptakiler ölüm sonrası arketipler dünyasına giderek bu hayatta gölgesini gördükleri ses, koku ve tatları duyar ve onlarla birebir zevklenirler. Ruhu kararmış olarak tanımladığı ikinci gruptakiler ise “askıda” veya “asılı” biçimler dünyasına, şer güçlerin ve cinlerin karanlık dünyası olan kozmik hayal dehlizine giderler. Üçüncü grup olan ârif ve velîlerin ruhları ise ölüm sonrası melekler âleminin de üstüne çıkarak Nûr-ı Envâr’a yakın olmanın mutluluğunu tadarlar (397).
Ruhun ölüm sonrasında göreceği işkence veya kavuşacağı mutluluk, bilgi yoluyla sahip olduğu potansiyeli sonuna kadar kullanıp kullanmaması ve bununla ulaşacağı paklık ve kemal derecesi veya bu dereceden mahrumiyetine bağlıdır. Kirli, eksik ve cahil ruh dışında kalan arınmış ve kemâle ermiş veya bunlardan en az birini yerine getirmiş ruh dünyadan ayrılmakla acı duymaz. Sühreverdî insanın kendisine ayrılan paha biçilmez ömür sürecinin bilincinde olması ve adeta melek haline gelerek göksel prototipine benzeyebilmesi için ömrünü, ruhunu arıtmakla geçirme tavsiyesinde bulunur (398).
Birçok yerde tenasühü reddeden Sühreverdî ruhun ait olduğu bedenden kendi cinsinden bir bedene veya daha aşağı bir cinse geçmesi durumunda o beden üzerinde hükmü iptal edilen (nesh) ve sonradan klonlanan olmak üzere iki ruhun/nefsin tasarrufu söz konusu olacağı gerekçesiyle imkânsız olduğunu ifade eder (399).
Kaynaklar: (390) Nasr, S. Hüseyin, Üç Müslüman Bilge, (çev. Ali Ünal), İnsan Yay., İstanbul, 2009, s. 28. (391) Yazıcı, Eyüp, Bekir, Şihabüddin Sühreverdî’nin Hikmet-i İşrâk Anlayışı, YL Tezi, Atatürk Üniv. SBE, Erzurum, 2000, s. 65, (392) Bayrakdar, a.g.e., s. 97. (393) Nasr, Üç Müslüman Bilge, s. 98-99. 394 Bkz. Sühreverdî, ruh ve beden arasındaki ilişki ve ruhun aydınlanma yolu ile kurtuluşunu “Akl-ı Sorh” adlı küçük Farsça eserinde sembolik ve metaforik bir tarzda ele alır. Bu eserinde ruhun düştüğü beden ağından kurtularak ait olduğu gerçek yurduna doğru yaptığı yolculuğu Hayy bin Yakzan’ı andıran küçük bir hikaye halinde anlatır. Bkz. Sühreverdî, “Akl-ı Sorh”, Mecmûa-ı Musanıfat-ı Şeyh-ı İşrâk içinde c.3. (s. 225-239), tashih, Henry Corbin, S. H. Nasr, Müessese-i Mutalaât ve Tahkikât-ı Ferhengî, Tahran, 1375HŞ . (395) Sühreverdî, Heyâkilu’n-Nur, Mısır, 1335HŞ; Yar, a.g.e., s. 123. (396, 397, 398) Nasr, Üç Müslüman Bilge.