YAKUP EMRAH
Muaviye’nin asi ve baği ordusu Sıffın’da savaşı kaybetmek üzere iken Amr B. As’ın hilesi ile mızrakların ucuna Kuran yapraklarını takmış, “Kuran aramızda hakem olsun” demişlerdi. İmam Ali daha önce defalarca Kuran’ın hakemliğine çağırdığında, Kuran’ın hakemliğini kabul etmeyenler, Sıffın’da yenilgiden kurtulmak için Kuran’ı hilelerine alet olarak kullanıyorlardı. İmam Ali hilenin farkına idi. Ama cahil ordusuna sözünü dinletememişti. O gün o cahil topluluğa Sad Bin Kays, tarihe mal olan şu sözü söylemişti: “Siz deri parçalarına yazılan bu harfleri Kuran’mı zannediyorsunuz? Kuran İmam Ali’nin kendisidir, Kuran Rebeze’de yatan Ebuzer’dir”
Deri üzerine yazılmış harfler, salt bir metni, formu temsil ederken; İmam Ali ve Ebuzer, yaşanmış bir gerçeğin, hakikatin, bir direniş ve mücadele ahlakının, adaletin ve özgürlüğün yaşayan timsalleri olarak tanımlıyor Kays bin Sad. Kur’an’ı sadece kâğıt ve mürekkep ile sınırlandırmak, Kuran’ı insan yaşamının merkezinden uzaklaştırarak onu ritüellere, şekli kurallara ve mekanik okumalara indirgemek demekti. Oysa Kur’an’ın gerçek özü, Ali’nin devrimci adaletinde, Ebuzer’in isyankâr ruhunda, mazlumlara karşı gösterilen şefkatte ve zalimlere karşı ortaya konulan başkaldırıda saklıydı.
Ebuzer… Çölün derin sessizliğinde, ruhunun alevini taşırken, tarihin en büyük adalet savaşçılarından biri olarak sahneye çıkmıştı. O, sadece bir isyanın sesi değildi; o, kıyamete kadar tiranlar tarafından susturulmuş insanlık vicdanının yankısıydı. Damarlarında dolaşan her damla kan, ezen ile ezilenin, zalim ile mazlumun mücadelesinin canlı bir hatırlatıcısıydı.
- Sponsorlarımız -
Ebuzer’in adalet mücadelesi, yalnızca ekonomik eşitsizliklere karşı bir başkaldırı da değildi, daha derin bir ahlaki sorgulamanın tezahürüydü. Haram aylarda bile baskın yapmaktan, yağmacılıktan ve yol kesmekten çekinmeyen Gıfâr kabilesine mensuptu. Müslüman olmadan önce Ebû Zerr‘in de yol kesip yağmacılık yaptığı, hatta kabilesinin en atılgan ve gözü pek yağmacılarından olduğu söylenirdi. İşte tarihe damgasını vuracak bu yağmacıyı tarihin unutulmaz şahsiyetine dönüştüren Muhammed Peygamber ve İmam Ali’ydi. Öyle ki Ebuzer, insan ruhunun en derinlerinden gelen bir çığlığın adıydı.
Tarihi Şaşkın Kılan Adalet Eylemleri
Hz. Osman döneminde ülke genelinin gelir dağılımındaki dengesizlik bariz bir şekilde hissediliyordu. Medîne merkezindeki müslümanlarla, Kûfe merkezindeki müslümanların, Şam merkezindeki müslümanlarla, Basra merkezindeki müslümanların ve Taşra’da bulunan müslümanların gelirleri arasında bariz farklılıklar vardı. Ebû Zerr’in ikâmet ettiği Şam’da, Ümeyyeoğulları devlet imkânlarından ciddî anlamda yararlanıyordu. Şam valisi Muâvîye, otoritesini sağlamlaştırmak amacıyla devlet imkânlarını seferber ediyor, Ümeyyeoğulları’na da önemli ölçüde destek veriyordu.
Muaviye kendisine Şam’da görkemli bir saray inşa ettiriyor. Muaviye Ebu Zer el-Gıfârî’yi sarayına davet ederek, sarayını gezdiriyor ve soruyor: “Sarayımı nasıl buldun?”
Ebu Zer el-Gıfârî, Muaviye’ye şu tarihi cevabı veriyor: “Ey Muaviye! Eğer bu sarayı kendi paranla yaptırdıysan israftır. Eğer halkın parasıyla yaptırdıysan ihanettir ve haramdır. Kul hakkına girer. Bunu ancak firavunlar yapar.”
- Sponsorlarımız-
Ebû Zerr’in tepkisi sadece bu sarayın yapılmasıyla sınırlı değildi. O, aynı zamanda mal biriktiren zenginlere tepki gösteriyor; insanın ihtiyacı dışında sahip olduğu malı stok etmesini uygun görmüyordu. Ona göre ihtiyaç fazlası mal, fakirlere verilmeliydi. Bu konuda “Ey iman edenler! Hahamların ve rahiplerin birçoğu, insanların mallarını hem haksızlıkla yer, hem de Allah yolundan alıkoyarlar. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanları acı bir azabın beklediğini haber ver. O gün biriktirip yığdıkları ateşte kızartılacak ve alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak. ‘İşte bu bencilce biriktirip yığdıklarınız; haydi tadın bakalım’ denecek.” (Tevbe-34) âyetini delil gösteriyordu. Ebû Zerr, Muâviye’nin yanı sıra devlet imkânlarından nemalanan, servetine servet katan Ümeyyeoğulları’na da38 her fırsatta tepki gösteriyordu. Şam kapısında sabah namazını kılıp, insanlara –Ümeyyeoğulları’nı kastederek– “Ateş yüklü kervan geldi. Allah’ın lâneti iyiliği bırakıp, kötülüğe meyledenlere olsun” diyor; Şam’da sokak sokak dolaşıp fakirlerle konuşuyor onları Muaviye zulmüne karşı direnişe davet ediyordu.
Muâviye, Ebû Zerr’in görüşlerinde samimî olup olmadığını kontrol etmek amacıyla, ona 100 altın gönderdi. Ebû Zerr aldığı altınları vakit kaybetmeden ihtiyaç sahiplerine dağıttı. Muâviye, altınları gönderdiği adamı tekrar Ebû Zerr’e gönderdi ve altınları istemesini emretti. Adam Ebû Zerr’e: “Altınları sana yanlışlıkla vermişim. Beni Muâviye’nin şerrinden kurtar da altınları geri ver” dedi. Ebû Zerr, altınları ihtiyaç sahiplerine dağıttığını, kendisinde hiç altın kalmadığını; üç gün mühlet verdiği takdirde onları tedarik edeceğini, söyledi.
Ebû Zerr’in ve onun tahrik ettiği fakirlerin tepkilerinden rahatsızlık duyan zenginler konuyu valiye bildirmek istediler. Habib b. Mesleme, onları temsilen Muâviye’ye geldi; Ebû Zerr’den şikâyetçi olduklarını söyledi. Muâviye, halkın Ebû Zerr’le konuşmasını yasakladı ve bazı sahâbîlere onu şikâyet etti. Ebû Zerr’i ikna etmek için yaptığı girişimler sonuçsuz kalınca, Muâviye durumu bir mektupla Hz. Osman’a bildirdi, onu Medîne’ye çağırmasını talep etti. Hz. Osman da bir mektupla Ebû Zerr’in Medîne’ye gönderilmesini emretti.
- Advertisement -
Hz. Peygamber dönemindeki Medîne’nin atmosferi, Osman döneminde çok değişmiş, yaşam standartlarının yüksek olduğu, lüks ve debdebenin hâkim olduğu Şam’dan farksız hâle gelmişti. Ganimet mallarından Medîne’ye gelen külliyetli meblâğla hazine dolmuştu. 400 bin dirheme bir bahçe, 100 bin dirheme 1 at alınıp satılıyordu. Medîne’de birçok yeni bina yapılmış, şehir Sel’ dağına kadar genişlemişti. Hz. Peygamber’in cemaatle dolup taşan mütevazı mescidi tezyin edilmişti. Ebû Zerr, öbek öbek oturan bir takım insanları görünce: “Aniden her tarafa çıkacak korkunç bir yağma ve dillere destan olacak şiddetli bir muharebe ile Medîne halkına müjdeler olsun!” diyerek bağırdı.
Ebû Zerr, Medîne’ye gelince, Mescit’te Osman’la görüştü; karşılıklı hal hatır sorduktan sonra, Ebû Zerr, Tekâsür sûresini okudu ve iki rekât namaz kıldı. Osman, ona: “Ey Ebâ Zer! Şam halkı senden niçin şikâyet ediyor ?” dedi. Ebû Zerr: “Şam halkına lükse, debdebeye dalmamalarını, israftan kaçınmalarını söyledim. Muâviye buna müsaade etmedi, onunla tartıştım” dedi. Hz. Osman ona: “Halkı zorla zâhitlik ve takvâya sevk etmem mümkün değildir. Bana düşen, onların arasında Allah’ın emriyle hükmetmek, onları adalet ve itidale teşvik etmektir”, diyerek cevap verdi. Ebû Zerr: “Zenginler sadaka vererek komşu ve din kardeşlerine ihsan etmedikçe ve akrabalarını gözetmedikçe biz onlardan razı olmayız” dedi. Bu sırada orada bulunan Ka’bu’l-Ahbâr: “Farzı eda eden, borcunu ödemiş olur”, deyince Ebû Zerr, öfkesine hâkim olamadı: “Ey yahudinin oğlu! Sen kimsin ki, böyle bir konuya karışıyorsun?” diyerek asâsını Ka’b’ın başına vurdu ve başını yardı. Ebû Zerr’in bu fiilî saldırı dolayısıyla ceza alması gerekiyordu. Hz. Osman’ın tavassutuyla, Ka’b davacı olmadı.
Hz. Osman, Ebû Zerr’e: “Sen Hz. Peygamber’den: “Ümeyyeoğulları’nın sayısı 30’a ulaştığında, kendilerine Allah’ın beldelerini devlet, kullarını köle, dinini oyuncak edinirler” şeklinde bir hadis rivâyet ettin mi?” diye sordu. Ebû Zerr: “Evet”, cevabını verdi. Bu kez Hz. Osman, Hz. Ali’yi çağırıp, böyle bir rivâyetten haberi olup olmadığını sordu. Hz. Ali: “Ebû Zerr’den daha doğru ve düzgün sözlü hiçbir kimseyi ne yeryüzü taşımış, ne gökyüzü gölgelemiştir” hadisini nakletti.
Ebû Zer, Medine’de kaldığı süre içerisinde (birkaç gün)76 yönetimi eleştirmeye ve halkı bilinçlendirmeye devam etti. Hatta o idarenin: ‘‘Çocukları vali yaptığını, devletin himayesinde olan bazı yerleri mülk edindiğini ve Mekke’nin fethinde Müslüman olanları idareye yaklaştırdığını’’ belirterek yönetimi şiddetli bir şekilde eleştirmesi üzerine Halife: ‘‘Vallahi buradan gideceksin’’ diyerek onu sürgüne gönderme kararı verdi. Bunun üzerine Ebû Zer: ‘‘Resûlullah’ın hareminden beni çıkartacak mısın?’’ deyince Halife: ‘‘Evet, mecburen’’ şeklinde cevap verince Ebû Zer: ‘‘Mekke’ye, Basra’ya veya Kufe’ye mi göndereceksin?’’ sorusuna Hz. Osman: ‘‘Hayır, Rebeze’ye’’ şeklinde cevap verdi. Halife, Ebû Zer’in Mervân b. Hakem tarafından Rebeze’ye götürülmesini emretti ve: ‘‘Hiç kimsenin onunla konuşmasına izin verme’’ şeklinde de uyarıda bulundu. Bunun üzerine Mervân, Ali b. Ebû Tâlib, oğulları Hasan ve Hüseyin, Abdullah b. Ca’fer ve Ammâr b. Yâsir’in bakışları arasında Ebû Zer’i, eşini ve kızını bir deve üzerinde Rebeze’ye götürmek için yola çıktı. Ebû Zer’i bu halde gören Hz. Ali onun yanına giderek elini öptü ve Resûlullah’ın onun hakkındaki sözünü hatırlayarak ağladı. Daha sonra Hz. Ali, onunla konuşmak isteyince Mervân b. Hakem, Halife’nin buna izin vermediğini belirterek engel oldu. Bunun üzerine Hz. Ali elindeki kırbaçla Mervân’ın devesine vurdu ve: ‘‘Defol! Allah seni cehenneme atsın’’ diyerek ona olan kızgınlığını belirtince oradakiler ve Mervân arasında sert tartışmalar yaşandı ve Mervân da Halife’ye gelerek Hz. Ali ile arasında yaşananları anlattı. Bunun üzerine Hz. Osman, Hz. Ali’yi çağırttı ve ikisi arasında çeşitli konuşmalardan sonra Halife, Hz. Ali’ye: ‘‘Mervân, benim yanımda senden daha faziletlidir’’ deyince tartışma daha da şiddetlendi, insanlar da Hz. Osman’ın bu sözünün doğru olmadığını belirttiler. Daha sonra ikisi arasında oluşan kırgınlık araya girenlerin vasıtasıyla sonlandırıldı.
Ebuzer, 32/653 yılında Rebeze’de, hanımı ve kızı ile birlikteyken hayatını kaybetti. Ölüm anında yanında kendisini saracak bir kefen dahi bulunmuyordu. Hanımı, oradan geçen bir kervana seslenerek şöyle dedi: “Ey Allah’ın kulları, burada bir adam vefat etti. Cenazesini kaldıracak kimse yok ve üzerine sarılacak bir kefen yok. O, Allah’ın Resulü’nün sahabesi Ebuzer’dir. Allah aşkına yardım edin!”
O esnada oradan geçmekte olan kervanın başında Abdullah bin Mes’ud bulunuyordu. Kafiledeki gençlerden birinin bezleriyle Ebuzer’i kefenlediler. Abdullah bin Mes’ud, gözyaşları içinde Ebuzer’in cenaze namazını kıldırdı.
Hakkında “Yalnız yaşayıp yalnız ölecek ve tek başına diriltilecek” diye rivayet edilen Ebuzer, ıssız çölün ortasında tek başına toprağa verildi.
Ebuzer’in Muaviye’ye karşı verdiği mücadele, iktidar ve ahlak arasındaki gerilimi derinlemesine sorgulayan tarihsel bir eylemdi. İslam’da iktidar, ilahi bir emanettir ve bu emanetin kullanımı, mutlak adalet ve dürüstlük ilkelerine dayanmalıdır. Muaviye, iktidarını meşrulaştırmak için dini kullanırken, Ebuzer; Muhammed ve Ali’den aldığı ilhamla bu meşruiyetin yalnızca ilahi adaletle sağlanabileceğini savunmuştu. İktidar, eğer adaletsizlik, zulüm ve yalan üzerine kuruluysa, meşruiyetini kaybedeceğini çağlara taşımıştı. Yine Ebuzer’in mücadelesi, ilahi adaletin, dünya üzerindeki tecellisinin delilidir ve bu mücadelenin temel felsefi çıkışı, adaletin salt bir ideal değil, yaşanan bir gerçeklik olması gerektiğidir.
Ebuzer’in bugüne mesajı, kapitalist tüketim toplumunda adaletin ve ahlakın yitirilmiş anlamlarını yeniden inşa etmeye yönelik İlahi-Muhammedi bir çağrıdır. Bugün, sermaye, iktidar ve sınıf ayrımları arasında sıkışıp kalmış olan modern insan, Ebuzer’in adalet arayışındaki kararlılığını, onun iktidara karşı çıkışındaki cesaretini ve zulüm karşısında gösterdiği sabrı pratize etmelidir. Çünkü Ebuzer, adaletin yalnızca soyut bir kavram olmadığını, bizzat yaşanması ve uğruna mücadele edilmesi gereken somut bir hakikat olduğunu yalnızlık kuşanmış ölümüyle göstermiştir.
Kapitalizmin ve teknolojinin büyüsüne kapılmış bir dünya, Ebuzer’in sesinde yankılanan bu vicdanî meydan okumayı yeniden duymalıdır. Çünkü modern insan, çoğunlukla kendi özünden kopmuş, varoluşun derin anlamlarından uzaklaşmış bir halde modern uykular ve post modern kâbuslarla her gün ölüme daha çok yaklaşmaktadır.