Iraz Yaşar
Sivil itaatsizlik kavramı ilk defa 1849 yılında Amerika’da ünlü çevreci düşünür ve yazar Henry David Thoreau tarafından kullanılmıştır. Thoreau görüşlerini, 1849‟da yazdığı çoğunlukla Sivil İtaatsizlik adıyla bilinen The Resistance to Civil Government başlıklı makalesinde dile getirmiştir. Bu makalede Thoreau, “en iyi yönetim en az yönetendir” (Thoreau, 2007, s. 357) ilkesine dayanarak, hükümetlerin zorbalığı ve adil olmayan yasalar karşısında direnme hakkının gerekliliği üzerinde durur. Onun bu düşünceleri ortaya koymasına neden olan ilk sivil itaatsizlik eylemi ise Meksika Savaşını ve köleliği protesto etmek amacıyla devlete vergi vermeyi reddetmesidir. Bu nedenle 1846 yılında tutuklanarak cezaevine konur. Kendisini cezaevinde ziyaret eden dostu Ralph Waldo Emerson’un “Henry, neden buradasın” sorusunu “Waldo, asıl sen neden burada değilsin?” şeklinde yanıtlar. Çünkü ona göre, “insanları haksız yere hapse atan bir hükümette, dürüst bir adamın yeri de hapistir” (Thoreau, 2007, s. 370). Cezaevinde bir gece geçiren ve ertesi gün bir yakınının vergi borcunu ödemesiyle salıverilen Thoreau, bu eyleminin meşruluğunu ve kuramsal temellerini “The Resistance to Civil Government” adlı makalesinde ortaya koyar.
Thoreau sivil itaatsiz olduğu kadar doğa tutkunu bir düşünürdür. Hayatı boyunca doğal yaşama ilgi göstermiş ve hayranlık duymuştur. Duyduğu bu hayranlık sonucunda hayatının iki yılını Concord Massachusetts’de Walden Gölü’nün kenarında, dostu Ralph Waldo Emerson’un arazisinde inşa ettiği kulübede geçirmiştir. Daha sonra bu doğal-yaşam deneyiminin gözlemlerini ve düşündürdüklerini Walden, or Life in the Woods adlı kitabında dile getirmiştir. Amerikan edebiyatının en büyük klasiklerinden biri haline gelen bu kitap aynı zamanda Gandhi gibi sivil itaatsizlerin düşünce dünyasını etkilemesi bakımından oldukça önemlidir. Thoreau’nun bu kitapta geliştirdiği yaşama felsefesi üç ana noktadan oluşur. İlki insanların kendilerini maddiyata çok önem vererek esir ettiği, dolayısıyla gerçek özgürlüğün bir insanın kendi ihtiyaçlarını mümkün olduğunca kendisinin karşılamasıyla elde edileceği görüşüdür. İkincisi, asıl sıhhat ve mutluluğun, yaşamı basitleştirerek, doğaya yakın ve uyumlu ilişkiler kurarak gerçekleşeceğidir. Üçüncü ve son nokta ise, gerçeğin her şeyden daha önemli olduğu, bu nedenle hangi otoriteden gelirse gelsin ispatsız hiçbir şeyin doğru kabul edilmemesi gerektiğidir. Dolayısıyla, maddi hırsları geride bırakan özgürlük, doğaya yakın ve uyumlu yaşamanın felsefesi olarak sadelik ve basitlik, en sonunda da gerçek olanın bilgisine sahip olmak ve özgürlüğe kavuşmak için başkaldıran insan modeli, filozofun idealidir (Önkal, 2010). Ona göre insan toplumun ve sistemin kendisine dayattıklarını reddetme cesaretine sahip olduğu ölçüde kendi istediği koşullar içinde yaşayabilir. Kitap ayrıca, Thoreau’nun, günlük yaşamından kesitlerle insanın varoluş gerçeği, birey-toplum ve devlet ilişkileri ve benzeri birçok konudaki görüşlerini içerir.
Thoreau, Walden ve Life Without Principle isimli denemelerinde burjuva refah ideolojisine karşı çıkarken, The Resistance to Civil Government ve A Plea for Captain John Brown isimli denemelerinde ise ikiyüzlü kentsoylu devletine karşı çıkar (Ökçesiz, 2011a, s. 37). Onun için “yönetim denen şey, en çok halkı özgür bıraktığında işe yarar ve halkın en özgür olduğu yönetim, en elverişli yönetimdir”. Bu nedenle kişi, ne çeşit bir yönetime saygı duyabileceğinin bilincinde olmalıdır. Böylelikle iyi bir yönetimin oluşturulmasında ilk adımı atmış olacaktır (Thoreau, 2007, s. 358). Thoreau aynı zamanda çoğunluğun gücüne dayalı yönetim anlayışını da eleştirir. “Neyin doğru neyin yanlış olduğuna çoğunluğun değil de vicdanın karar verdiği bir yönetim olamaz mı?” sorusunu sorar ve bu soruyu şu şekilde yanıtlar:
- Sponsorlarımız -
Bir vatandaş bir an için ya da biraz olsun, vicdanını bir kenara bırakıp kanun koyuculara teslim olmalı mı? O zaman neden herkesin bir vicdanı var? Bence insanlığımız yönetime tabi olmamızdan önce gelmelidir. Doğruya beslediğimiz saygıyı kanunlara da beslememiz istenemez. Yapmakla yükümlü olduğum tek şey şartlar ne olursa olsun doğru olduğuna inandığım bir şeyi uygulamaktır. (…) Kanunlar insanları asla daha adil kılmaz; ama iyi niyetli kişiler bile, kanunlara saygı göstermek adına her gün adaleti çiğnemeye alet olurlar (Thoreau, 2007, s. 359).
Thoreau, çoğunluğun gücünün karşısına bireysel vicdanı koyarak, kendisini bir şeyler yapmaya zorlayabilecek tek şeyin daha yüksek bir ülküye itaat eden biri olabileceğini söyler (Thoreau, 2007, s. 375). Dolayısıyla, “bir prensipten yola çıkarak eylem yapmak, doğruyu algılayıp uygulamaya koymak, varlıkları ve ilişkileri değiştirir” der ve bu davranış onun için devrimsel bir eylem niteliği taşır (Thoreau, 2007, s. 367).
Thoreau, “Haksız kanunlar vardır, onlara uymaya razı mı gelmeliyiz, onları değiştirmeye çalışıp başarılı olana kadar mı bu kurallara uymalıyız yoksa bu kuralları hemen çiğnemeli miyiz?” (Thoreau, 2007, s. 367) diye sorar ve bu soruya verdiği yanıt şu şekildedir: Eğer haksızlık devlet makinesinin içindeki zorunlu sürtünmelerden biriyse, bırakın devam etsin, belki bir yerleri düzleştirir; makine kesinlikle eskiyecektir. Bu makine sizin bir başkasına yapılan kötülüğe aracı olmanızı gerektirecek bir yapıdaysa, o zaman yasayı çiğneyin derim. Yaşamınız bu makineyi durdurmaya yarayacak bir karşı sürtünme olsun (Thoreau, 2007, s. 368).
Görüldüğü gibi Thoreau açısından bir başkasına yapılan kötülüğe aracı olmamızı gerektirecek bir yasa açıkça onu ihlal etme meşruiyetini içerir. Bu durumda yapılacak en onurlu eylem budur. Çünkü vicdanın yasası her zaman pozitif hukukun üstünde yer alır.
Özetle, Thoreau, “Sivil İtaatsizlik” anlayışını dört temel ilkeye dayandırmaktadır:
- Sponsorlarımız-
a. Bir kimsenin ülkesinin yasasından daha yüce bir yasa vardır. Bu da vicdanın yasasıdır.
b. Bu yüce yasayla ülkenin yasası birbiriyle çatışır duruma geldiğinde, kişinin ödevi “yüce yasa”ya uymak, ülke yasasına bile bile karşı gelmektir.
c. Kişi ülkenin yasasına bile bile karşı geliyorsa bu eylemin bütün sonuçlarını göze almayı istiyor olmalıdır, hapse girmeyi bile!
- Advertisement -
d. Oysa hapishaneye girmek sanıldığı kadar olumsuz bir edim değildir. Bu durum iyi niyetli kişilerin dikkatini kötü yasaya çekmeye yarayacak, bu yasanın kaldırılması sonucuna katkıda bulunacaktır. Ya da yeterince kişi hapishaneye kapatılırsa, edimleri devlet mekanizmasını işlemez kılmayı, dolayısıyla kötü yasayı uygulanamaz duruma getirmeyi sağlayacaktır (Altunel, 2011, s. 447).