ÖZGE UZKARALAR
Yoksulluk tanımlanması güç bir kavramdır. Genel itibariyle bireyin temel ihtiyaçlarını karşılayamaması durumu olarak tanımlanan yoksulluk; insanlık tarihinin en eski sorunlarından biridir. Bu temel ihtiyaçların içeriği için; bazen yiyecek, sağlık ihtiyacını karşılayabilme, içme suyuna erişim gibi olanaklar yeterli görülürken bazen de okuryazarlık oranı, kültürel durum, 40 yaş altı nüfus gibi etkenler de yoksulluğa dahil edilmiştir. Bu nedenle yoksulluk tanımları birbirinden farklıdır.
Zygmunt Bauman şöyle der; yoksulluk, “normal yaşam” olarak kabul edilen her şeyden mahrum bırakılma demektir. “İstenilen düzeyde olmama” demektir. Bu durum, kendini beğenmeme, utanç ya da suçluluk duymayla sonuçlanır. Yoksulluk, ayrıca, mevcut toplumda “mutlu bir yaşamı” ifade eden tüm imkânlardan yoksun bırakılmak, “hayatın sunmak zorunda olduğunu” almamak anlamına da gelir. Bu da kendini değersiz görmeyle, şiddet içeren ve katı davranışlar biçiminde beliren kin ve öfkeyle ya da her ikisiyle sonuçlanır.
Yoksulluk için literatüre giren genel tanımlar ise şunlardır:
- Sponsorlarımız -
Mutlak Yoksulluk; tam anlamıyla açlıktan ölme durumudur. Gıdaya ulaşma sorunu, sağlığa erişim sorunu ve barınma sorunu gibi sorunlar yaşanır. Az gelişmiş ülkeler için günde 1 dolar, Türkiye’nin aralarında bulunduğu Doğu Avrupa için 4 dolar ve gelişmiş ülkeler için 14,40 dolar üzerinden hesaplanır.
Göreli Yoksulluk; toplumun ortalama refah düzeyinin belli bir oranın altında olması durumudur. Bu durumda gıda, barınma gibi sorunlar karşılansa dahi ülke ortalamasının altında olması göreli yoksulluğun varlığını gösterir.
İnsani Yoksulluk; Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından oluşturulan rapora göre yoksulluk daha kapsamlı tanımlanmıştır.
Eğitim imkânlarından yoksunluk, yetersiz beslenme, yaşam süresinin kısalığı, iş olanaklarından yoksunluk, anne ve çocuk sağlığının yetersizliği, gelecekten korkma, önlenebilir hastalıklara yakalanma, özgürlüğün yetersizliği, güçsüzlük gibi temel insani yeteneklerden yoksun olma durumu olarak ifade edilmektedir (Kaya, 2011:37-38).
Yoksullukla ilgili çalışmalar, yoksulluk 18. yüzyılda kitlesel olarak ortaya çıktıktan sonra artmış ve 17. yüzyıldan bu yana izlenebilir hale gelmiştir. (Şenses, 2006:32) J.J. Rousseau yoksulluğun başlangıcı hakkında şöyle der:
Eşitilik kayboldu, mülkiyet doğdu, çalışmak gerekli oldu ve uçsuz bucaksız ormanlar insanların teriyle sulaması gereken tarlalara dönüştü. Çok geçmeden tarlalarda ekinlerle birlikte kölelik ve yoksulluk da filizlenip serpilecekti.
Rousseau’dan çok daha önce Platon da “zenginlerin ve yoksulların şehri ayrımının özgürlükleri yok ettiği ve düzensizliklerin temel nedeni olduğunu” ileri sürmüştür. Yoksulluğun ne kadar eski bir olgu olduğunu anlamak açısından Platon’un tanımı önemlidir. Günümüzde özellikle metropollerde olmak üzere şehirlerin “mekânsal olarak ayrıldığı, yoksulların ve zenginlerin yoğun olarak yaşadığı bölgeler oluştuğu ve bu mekânsal ayrışmanın siyasal, sosyal ve kültürel hayata etkileri önemli bir tartışma konusudur ve Platon’un tahlininin halâ geçerli olduğunu göstermektedir (N. Şahin Taşğın)
- Advertisement -
Dünya nüfusunun yaklaşık yarısı yoksulluk içinde yaşamaktadır (Journal of Academic Approaches). Elbette az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için durum çok daha kötüdür:
Birincisi, bu ülkelerdeki milyonlarca insan yoksul doğmakta, yoksul yaşamakta, yoksul ölmekte ve yoksulluğu çocuklarına devretmektedir. İkincisi, bu ülkelerde yaşanan yoksulluğu aşmak çok zordur. Çünkü bu ülkelerdeki yoksullar ya coğrafi olarak ya da fiziksel güvenlik anlamında ulaşılabilmesi çok zor olan bölgelerde yaşarlar (Muammer Ak).
Rousseau şöyle demiştir; insanlar ne başkalarını satın alacak kadar zengin, ne de kendilerini satacak kadar yoksul olmamalıdır.